26 Aralık 2018 Çarşamba

GRAN FONDO'LAR NASIL YAPILMALI?

Daha önce gran fondo yarışları ile ilgili ayrıntılı bir ekonomi politik değerlendirme yapmıştım, uzun uzun eleştirilerimi sunmuştum. Şimdi ise bu yarışların daha verimli ve ucuz bir biçimde nasıl yapılması gerektiğini konuşalım.

1.Yarışlar, Türkiye Bisiklet Federasyonu tarafından yapılmalı. Yarışın isim hakkı, mülkiyeti, kısacası her şeyi federasyonun elinde olmalı. Peki neden? Avrupa'daki ASO ve UCI tartışmalarına bir bakın. At Ayşe'nin eğer Menekşe'nin durumu var. Sahibi olmadığın atı keyfince kişnetemezsin. Yarışların mükiyeti federasyona ait olmalıdır. Güvenlik açısından bu şart. En son hangi federasyon yarışında ölümlü kaza yaşandı? Var mı hatırlayan? Oysaki gran fondolarda amatörler ölüyor. Federasyon'dan birkaç hakem getirerek olmuyor bu işler. Daha sıkı güvenlik önlemi alınmalı. Rotalar da amatör yarışçıların geleceği göz önüne alınarak oluşturulmalı. Tehlikeli inişler ve virajlar rotadan çıkarılmalı. Profesyoneller için yapılan gran fondolarda ise parkur iyice zorlaştırılmalı.

2.Birkaç farklı gran fondo türü olmalı ve yarışlar tüm ülke geneline yayılmalı. Herkes kendi şehrine yakın olan şehre gidip yarış koşabilmeli. Bu yarışları ücretsiz olmasından daha önemli bir maddedir. Yarışlardaki en büyük harcama kalemi yarış yerine ulaşım, konaklama ve yemek masraflarıdır. Sadece bunlar bile en ekonomik seçenekler kullanılsa bile 500 liraya ulaşıyor. Bu çok yüksek bir maliyet. Bunu daha makul bir düzeye çekmek için yarışlar yurt geneline yayılmalı. Uzun mesafeler kat ederek yarışa ulaşmak yerine ikamet yerine en yakın yerdeki yarışa katılmak teşvik edilmelidir. Böylece gran fondolar daha geniş bir kitleye yayılarak bisiklet sporunun toplum geneline yayılmasına hizmet edebilir.

3.Gran Fondo'lar ücretsiz olmalı ancak gran fondolardan illa ki para alınacaksa, yarış maliyetleri düşüldükten sonra elde edilecek gelir bir fona aktarılmalı. Her yıl yıldız sporcular bu fonun parası ile desteklenmeli, yurt dışına UCI kurslarına gönderilmelidir. Ülkemizin yol bisikletindeki en parlak ismi olan Ahmet Örken bir proje sayesinde bisiklet sporuna kazanıldı. Eğer federasyon tarafından yurt dışına eğitime gönderilmeseydi ülkemizde öğrendikleri ile aynı seviyeye ulaşabilir miydi? Sanmıyorum. Madem ki fondolara para vereceğiz, verdiğimiz para bisiklet sporunun gelişimi için kullanılan bir fona aktarılsın. Ciddi bir planlama ile bu yarışlarda elde edilen gelirlerin de yardımıyla olimpiyatlara sporcu gönderelim. Bayrağımız orada da dalgalansın.

4.Gelir elde etmek için gran fondo düzenleyen turizm şirketleri bu hizmeti yurt içindeki katılımcılar için değil yurt dışından gelip ülkemizde kış dönemi kampı yapacak bisiklet takımlarına sunmalıdır. Birkaç şehrimiz bu konuda proje şehri ilan edilerek gerekli planlama yapıldıktan sonra sadece profesyonel yarışçıların katılacağı gran fondolar düzenlenebilir. Federasyon yurt dışından bisiklet takımı getirip kamp yaptıran, bizim profesyonel sporcularımızın da katılarak yarış tecrübesi kazanabileceği gran fondo yarışları düzenleyebilen turizm firmalarına birtakım ayrıcalıklar sunmalıdır, köstek olmamalıdır. Turizm Bakanlığı bu firmalar için her türlü teşvik mekanizmasını çalıştırmalıdır. (Burada "Köstek nedir?"in açıklamasını ben yapmayacağım. Merak eden Google'lasın.)

5.Yarışlarda mutlaka zaman sınırı olmalı. Tamamlayamayanlar tamamlayamamalı. Zaman sınırı olsa yarışı tamamlayamayacak durumda olan bisiklet kullanıcılarına uyduruktan bir tamamlama madalyası verilerek katılımcılar kandırılmamalı, madalyayı elde etmenin simgesel değeri düşürülmemeli. Çalışan kazanmalı, çalışmayan da kıskanmamalı, daha fazla çalışmalı. Gran fondolar gerçek bir bisiklet yarışı değil. Önce herkes bunu bir kabul etmeli. 100 kilometrelik yarışı 20 ortalama ile tamamlayarak madalya almak ve bisiklet sporu yaptığını zannetmek... İnsanları kandırmanın âlemi yok. 35 ortalama ile bitmeyen bir bisiklet yarışı var mı? Gran fondoya katılan yarışçılar herhangi bir federasyon yarışına girseler bu yarışı zaman sınırı içinde kalarak tamamlayabilir mi? İki elin parmakları kadar sporcu hariç tamamlayamaz. O hâlde bu neyin madalyası? Gran Fondo'lar şu anki hâliyle bisiklet yarışı formatında bir turizm etkinliğidir. Yaz tatiline gittiğiniz otel size bir yüzme parkuru yapsa ve orayı bitiren herkese madalya verse o madalyanın bir değeri olur mu? Tabiî ki olmaz! Bu da aynı şey: Bisiklet Turizmi! Yurt dışında bu işleri yürüten pek çok ciddi turizm firması var. Bizimkiler de onlara özeniyorlar. Bu iyi bir şey. Bizim de birkaç tane bisiklet turizmi şirketimiz olsun tabiî. Ama bu şirketler yurt içindeki yarışçılar ile değil yurt dışından gelecek olan yarışçılara "hizmet" sunmalıdır.

6.Federasyon ücretsiz yarış düzenleyen bisiklet topluluklarından hiçbir ücret talep etmemeli. Ama mutlaka hakem heyeti yolayıp yarış güvenliğini ve usüle uygun olup olmadığını denetlemeli. Geri ödemesini yapmasına rağmen federasyon gran fondo yarışlarından ücret alıyor. Tam rakam nedir ne değildir net bir bilgi, fatura görmedim, kaç lira alıyor bilmiyorum; ama gran fondo düzenleyen bütün şirketler federasyona bir miktar para verdiklerini söylüyorlar. Federasyon bu uygulamadan derhal vazgeçmeli. Kim gran fondo düzenliyorsa destek olmak için elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Fondoyu düzenleyen bisiklet topluluğu; yarış hakemleri, yarış direktörü gibi federasyonun yollayacağı çalışanların yol, yemek, ücretlerini karşılamalıdır. Federasyon da her yarışta bunları görevlendirmelidir.

7.Gran fondolara kesinlikle profesyonel yarışçılar dahil edilmemeli. Sadece amatör bisiklet kullanıcıları için düzenlenmeli. Çok gerekiyorsa profesyonel bisiklet takımları için ayrı bir gran fondo düzenlenebilir. Amatörler ile profesyonellerin birlikte yarışması birçok açıdan sıkıntı doğurur. Amatörler kaybedecekleri kesin olan bir yarıştan uzak dururlar. Profesyoneller de amatör yarışçıların peloton içinde yaratacağı güvenlik sorunlarından dolayı gran fondodan uzak dururlar. Hiçbir profesyonel, sezon ortasında ya da başında amatör bir sporcunun neden olduğu bir kaza ile sezon kapatmak istemez. Amatör ve profesyonel ayrımı gran fondolarda mutlaka yapılmalı. Gran fondoların profesyonel bisiklet sporunu geliştireceğine kesinlikle inanmıyorum. Tabiî ki birkaç gencin bu spora başlamasına vesile olacaktırlar; fakat katkıları o kadarla kalacaktır diye düşünüyorum. Bu konuya benim baktığım pencereden bakmayan arkadaşların alternatif fikirlerine açığım. Sporu nasıl geliştireceği konusunda beni ikna etmeye çalışabilirler. Akla ve bilime dayanan her türlü fikre ikna olabilirim. Sıkıntı yok. Soruyorum: 3 yıldır pek çok gran fondo yarışı yapılmasına rağmen bu yarışlar sayesinde kendini geliştirip profesyonel olan kaç bisikletçi var? Ben hiç duymadım. Duyan varsa paylaşsın. Biz de öğrenelim.

8.Belli bir nüfus yoğunluğunun üzerindeki her ilde ya da bu yarışları yapabilen her ilde gran fondo yapılabilmeli. Meselâ "Yozgat Gran Fondo" neden olmasın? Yapılabiliyorsa? Şehirlerin bisiklet toplulukları bu konuya çalışsın. Abuk sabuk bisiklet etkinlikleri için enerjilerini ve zamanlarını israf edeceklerine yılda bir tane gran fondo yapabilmek için teşrik-i mesai yapabilirler. Yapılabilen her şehirde bir gran fondo yarışının olmasının kime ne zararı olabilir? 100 kişi katılsın ama yine de yapılsın bu yarışlar. Bu küçük illerde yaşayan gençler yarışmaya teşvik edilir. Gençlerimiz saçma sapan işlerle uğraşacaklarına yılda bir kere de olsa yarışıp eğlenirler. Her ilden bir genç profesyonelliğe yükselebilse 81 tane profesyonel bisikletçimiz olur. Fena mı? Federasyon yine bu yarışları denetleyip yarış uygulamasına da teknik destek versin. Manisa'daki yarışçılar İzmir'deki yarışa gelsin, İzmir'dekiler Manisa'daki yarışa gitsin. Maliyetleri düşsün. İstanbul'daki arkadaş teee Alanya'ya gelmeye zorlanmasın. Parası olan İstanbul'dan Antalya'ya gelir yarışır, ama daha düşük bütçe ile yarış koşmak isteyene de bir alternatif sunulmalıdır. Asgarî ücretliler yarış koşmasın mı kardeşim?

9.Bisiklet sporuna yeni başlamış ortaokul ve lise öğrencilerinden gran fondolarda ücret alınmamalı. Hattâ onlar için şöyle pahalı bir bisikletin ödül olarak verildiği ayrı bir gran fondo düzenlenmeli. Bu maddeyi yukarıdaki maddeye ekleyerek düşünün. Bisiklet yarışlarını ortaokul ve lise düzeyine indirmeden profesyonel anlamda bisiklet sporu asla gelişemeyecektir. Bu gençler için de federasyon denetiminde gran fondolar düzenlenmelidir. Ama bunun için federasyon zaten yarışlar yapıyor mu dediniz? Soruyorum: Yılda kaç tane? Ve ayrıca Urfa'daki bisiklet takımı bu yarışların kaçına katılabiliyor? Başka sorum yok. Dağılabilirsiniz!

10.Red Hook Kriteryum benzeri yarışlar her şehirde organize edilmeli. Federasyon bunlara engel olmamalı. Hakem desteği vermeli. Malûmunuz ülkemizde velodrom yok. Projesi var ama hâlâ kazma vurulmadı. İnşallah maşallah seneye... Velodrom tabiî ki şarttır; fakat bunu ülkenin her yerine yapmak mümkün mü? Velodromdan sadece velodromun yapıldığı şehirdeki sporcular yararlanacak. Diğer şehirlerdekiler şehir dışından gelip orada konaklama yapmak zorunda kalacak. Red Hook Criteryum yarışlarını lütfen bir inceleyin. Her şehirde bunlardan yılda birkaç tane yapılsa iyi olmaz mı? Geniş geniş kapalı pazar yerleri olan şehirler var. Pazarın kurulduğu günler hariç bomboş duruyorlar. Asfalt zemini olanlarına kriteryum parkuru yapılıp buralarda yarışlar düzenlenebilir. Daha önceki bir yazımda (Sivil Bisiklet Yarışları) bunu ayrıntılı olarak açıklamıştım. Bakabilirsiniz.

11.İleride klasikleşmesi için Paris Roubaix benzeri zorlu parkurlarda düzenlenen birkaç gran fondo yapılmalı. Bu yarışlara katılmak değil sağ salim bitirebilmek üzerinden yürünmeli. Yarışın tanıtımı yapılırken bunun bir meydan okuma yarışı olduğu, ciddi antrenman yapan amatör yarışçıların katılmasının istendiği açıkla ilan edilmeli. Strada Bianche benzeri bir yarış niçin ülkemizde de yapılmasın? (Bu yarış örnek olmalı bize, tarihsel olarak klasik bir bisiklet yarışı değil, öyle yüz ya da elli yıllık bir geçmişi de yok; ama yine de içerik olarak tam bir "bahar klasiği") Yarış bir gelenek yaratıp tarihsel bir köken inşa ederek klasikleşince de UCI klasikler takviminin bir yerine denk getirilerek uluslararası bir yarış olabilmesi için yoğun çalışma ve planlama yapılmalı. Bu öyle iki yılda başarılacak bir şey değil. Ciddi planlama ve lobi faaliyeti gerektiriyor. İlk etapta amatör yarış gibi başlayarak sürdürülebilirliği test edildikten sonra ciddi organizasyon firmalarına verilebilir. Sıkıntı yok. Yeter ki bizim de bir bahar klasiğimiz olsun. Paris-Roubaix de ilk yıllarında gran fondo mantığı ile yapılıyordu. Şimdi ise tam bir efsane!!!

12.Maliyeti düşürebilmek için sponsor imkânları sonuna kadar zorlanmalı. Çeşitli alternatifler düşünülebilir. Örneğin her şehrin mutlaka bir makarna fabrikası vardır. Yarış sonrası sadece makarna ikramına o fabrika sponsor olabilir. İsim yapmak isteyen başka bir şirket, örneğin şehrin kobilerinden biri, yarışa ismini vermek için sponsor olabilir. Yahut şehrin esnaf ve zanaatkarlar odası imece usulü esnaftan para toplayıp sponsor olabilir. Akla her türlü çözüm gelebilir bu konuda. Maliyetin tamamına yahut bir kısmına ortak olabilecek her türlü meşru bileşenden yararlanılabilir. Belediyeler bu işlere dahil edilmeli. Geniş bir kitleye hitap eden bisiklet toplulukları belediyeler üzerinde politik bir baskı kurarak bisiklet yarışlarına kaynak aktarma konusunda belediyeleri ikna etmelidir. Binlerce kişinin talep ettiği bir bisiklet yarışına birkaç yüz bin lira aktarmayacak kadar gözü pek bir belediye bulmak pek mümkün değil. Kalabalık bir insan kitlesi tarafından ısrarla talep edilen bir şeye belediyeler duyarsız kalamayacaklardır.

13.Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri çalıştırılmalı. Buraların halka hizmet etme yerleri olduğunu, bisiklet yarışı isteyen halkın bu ihtiyacını karşılamak için ellerinden gelen ne ise yapmaları gerektiğini anlamalılar artık. Öyle uyduruktan iki sosyal etkinlik ile yılı kapatmak yeterli olmamalı. Bağlı olduğu bakanlığa yazılarak il temsilciliklerinin bisiklet sporu konusunda da etkin olmaları konusunda kamuoyu baskısı oluşturulmalı. Meselâ Eskişehir'de, İzmir'de kamuoyu baskısı ile Gençlik Spor İl Müdürlüğü'ne ücretsiz bir gran fondo yaptırabilirsek işin arkası gelir. Bu illerde yapılabildiğini gören her il bunu talep eder. Bir yılda istemediğiniz kadar yarış türer. Bunlardan bir elin parmakları kadar devamlılık sağlayabilen, kendine has bir gelenek inşa edebilen yarışlar olursa büyük başarıdır.

14.Ciddi para ödülleri veren gran fondolar da düzenlenmeli. Öyle uyduruktan bir altın falan yetmez. Ciddi ödüller diyorum. Para için yarış koşacak kimseleri tatmin edecek ödüllerden söz ediyorum. Yılda birkaç tane ciddi para ödüllü gran fondo yapılmalı. Şunu profesyonel bisikletle ilgilenen herkes bilir. Büyük bisikletçilerin çoğu ekonomik durumu iyi olmayan ailelerden çıkıyor. Para için yarış kovalıyorlar. Ekmek parası için pedal basıyorlar. Maddi teşvik sporu geliştirecekse bu mekanizma da etkin bir biçimde kullanılabilir. Neden olmasın? 50 bin lira ödüllü bir gran fondo yapın bakalım, kimler katılıyor?

Şimdi gelelim şu anda yapılan gran fondoların maliyet kalemlerine maliyet kalemlerine. Bunların hangileri zorunlu, hangileri keyfi! Bir bakalım.

1.Organizasyon Web sitesi, online kayıt ve tasarımlar dahil 500 liraya yaptırılıyor. Personel 50 kişi diyelim. Adam başı 200 lira günlükle tek gün çalışsa 10000 TL. Araçlar tek günlük kiralama ile 5000 TL.

2.Yarış Kiti: Kişi başı 25 lira tutuyor. 500×25=12500 TL.

3.Yiyecek içecek hizmetleri: Kola, su ve muz veriliyor. Perakende fiyatlarıyla kolalar 500×1.5=750 TL Sular 750 TL. Muzlar 1500 TL. (Adam başı yarım kilo hesaplandı.) Sağlık imkanlarını Valilik sağlıyor zaten. Para gidiyorsa şirket fatura yollasın. Görelim.

4.Zaman Tutma Hizmeti. 10000 TL.

5.Bitiş sonrası kumanya. Adam başı 20 liradan heaplarsak 500×20=10000 TL.

6.Süpürge Otobüsleri 3 adet. Otobüs başı 1000 lira. 3000 TL.

7.Motorize Ekip. 5 adet. 500 liradan 2500 TL.

8.Hakem Giderleri 10 hakem. Hakem başı 250 liradan 2500 TL.

9.Ambulans ve sağlık giderleri. Özel hastaneden 2 ambulans 5000 TL.

10.Bitirme madalyası. 500 tane adam başı 10 liradan 5000 TL.

11.Fedaresyona ödenen yarış ücreti. Adam başı 20 liradan 500×20=10000 TL.

12.Tshirt. Adam başı 20 liradan 500×20=10000 TL.

13.KDV. %18

TOPLAM MALİYET= 95000 TL.

Kişi Başı 210 liradan 500 kişi uzun parkur gelir: 105000 TL.

YUKARIDAKİ AŞIRI ABARTILI RAKAMLAR İLE DAHİ GRAN FONDOLARIN KÂR ETTİĞİ AÇIK BİR GERÇEK.

Şimdi burada asıl soru şudur: Sponsorlar 95000 TL'lik maliyetin ne kadarını karşılıyorlar. Tamamını mı? Yarısını mı? %25'ini mi? Ne kadarını? Çünkü sponsorların verdiği miktar oranında maliyetler düşüyor ve kâr oranı da artıyor. Bunu da düşünün lütfen. Benim yaptığım "abartılı hesap"ta bile 10000 lira geriye para kalıyor. Örneğin sponsorlardan 50000 lira gelse kaç lira kâr ediyor yarış? Matematik bilenler el kaldırsın!

Şimdi gelelim bu organizasyonu daha ucuz ve daha verimli bir biçimde nasıl yapabileceğimize. Güvenlik ve ölçme değerlendirme kısmından tasarruf etmeden maliyeti hesaplıyorum şimdi de. Çözüm önerim budur:

1.Organizasyon Web sitesi, online kayıt ve tasarımlar dahil 500 liraya yaptırılıyor. Personel 50 kişi diyelim. Adam başı 200 lira günlükle tek gün çalışsa 10000 TL. Araçlar tek günlük kiralama ile 5000 TL.

2.Yarış Kiti: Kişi başı 25 lira tutuyor. 500×25=12500 TL.

3.Yiyecek içecek hizmetleri: Kola, su ve muz veriliyor. Perakende fiyatlarıyla kolalar 500×1.5=750 TL Sular 750 TL. Muzlar 1500 TL. (Adam başı yarım kilo hesaplandı.)

4.Zaman Tutma Hizmeti. 10000 TL.

5.Süpürge Otobüsleri 3 adet. Otobüs başı 1000 lira. 3000 TL. 7.Motorize Ekip. 5 adet. 500 liradan 2500 TL.

6.Hakem Giderleri 10 hakem. Hakem başı 250 liradan 2500 TL.

7.Ambulans ve sağlık giderleri. Sağlık Bakanlığından ücretsiz olarak talep edilecek.

8.Yarış sonrası kumanya. Belediye ya da sponsorlardan karşılanacak.

9.KDV. %18. Şirket yapmadığı için kâr olmayacak. Doğal olarak KDV de olmayacak.

TOPLAM MALİYET= 50000 TL.

Adam başına bölersek 500 kişiden kişi başına 100 TL düşüyor. Bu kalemlerde de eksiltme yapılabilir. Örneğin araçları şoför ve mazotuyla birlikte belediyeden alabilirsek 5000 TL de oradan düşer. Polis, jandarma motorize ekip verirse -ki bu Valilik emrine bakar- oradan da 2500 TL düşer. Yarış kiti ve zaman tutma ücretini de daha uygununu bulabilirsek 2500 de oradan düşürmek mümkün. Toplamda 10000 TL daha ucuzluyor yarış maliyeti ve 40000 TL'ye düşüyor. Yapılabilir mi? Yapılabilir bence. Bu maliyeti toptan ben karşılayabilirim diyecek belediye mutlaka bulunur. Muhtemelen ücretsiz gran fondo yarış yapan arkadaşlar da böyle yapıyorlar. Bu işi yapanları konuşturmalıyız. İşler böyle mi yürüyor, yoksa durumlar farklı mı? Bizim bilmediğimiz pek çok problemle karşılaşıyor olabilirler. Deneyimlere kulak vermek şart.

Peki dışarıdan gelecek bir yarışçı için 110 liralık bir ucuzlama neyi değiştirecek? Asıl soru budur. Toplam maliyeti karşılayacak sponsorlar bulabilirsek yarış ücreti hiç olmayacak. Olsa dahi diğer giderleri de düşürmenin yolları aranacak. Öğretmenevi ve diger kamu kurumlarının ya da sendikaların konuk evlerinde uygun fiyatlı konaklamalar yapılmalı. Öğretmenevleri kişi başı oda kahvaltı 60 lira! İki gün 120 lira! Düşünülebilir.

Yarış ücreti olmadan gran fondo maliyeti kaça düşürülebilir:
Konaklama 120 TL
Yemek 2 gün. 150 TL
Yol (otobüs) 200 TL
Toplamda: 470 TL

Yarış ücreti ile birlikte 570 TL.

Bu önerimi bir değerlendirin. Yukarıdaki temel önerilerimi de iyice gözden geçirin. Gran fondolar böyle yapılabilseydi bisiklet sporu gelişir miydi gelişmez miydi? Elinizi vicdanınıza koyarak yanıt verin lütfen. Ama "Özel şirket kâr etmeden neden böyle bir organizasyon yapsın, kimse elini taşın altına koymaz." diye düşünen arkadaşlarımız için söyleyecek bir sözüm yok. Piyasacı, kapitalist bakış açısı ile çok haklılar kendileri. Zaten bu yazıyı onlar için yazmadım. Bir de "Paran kadar sür!" mottosunu savunanlar için de yazmadım bu yazıyı. Onlar da zahmet edip okudularsa bu yazıyı haklarını helâl etsinler. Boşuna zamanlarını aldım.

Buraya kadar yazımı sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. Herkese bol pedallı günler dilerim.

20 Aralık 2018 Perşembe

BİSİKLETÇİ TÜRLERİ

1.Profesyonel Bisikletçiler

Modern çağın muzdarip gladyatorleri de diyebilirdik kendilerine. Hâlâ dünya üzerindeki milyonlarca bisiklet sevdalısını ekranlara bağlayan profesyonel bisiklet sporunun işçi sınıfını bunlar oluşturur. %7 ortalama eğimli en az 10 kilometrelik yokuşları 25 ortalama hız ile çıkarken çektikleri acılar yüzünden kendilerine tarifsiz bir saygı ve hayranlıkla bakılıyor. İçlerinde gerçekten de dürüst ve onurlu sporcular olmasına rağmen büyük bir çoğunluğu gırtlağına kadar dopinge bulanmış durumda maalesef. İnsanı hayretler içinde bırakan bir performanstan sonra "Acaba bu gerçek mi?" sorusunu sormaktan gına getiren benim gibi izleyicilerini hızla yitiriyor profesyonel bisiklet. Daha önce bu tür ile ilgili iki yazı yazmıştım. Daha ayrıntılı bilgi için o yazılara bakabilirsiniz.

https://kadro19.blogspot.com/2018/03/profesyonel-bisiklet-sporculari-ya-da.html?m=1

2.Amatör Bisikletçiler

Küçük takımlarda boğaz tokluğuna bisiklet süren, buna rağmen bisiklet sporuna gönülden bağlı ve bağımlı olan bisikletçiler bunlar. Benim açımdan gerçek bisiklet sporcusu bunlardır. Her birine ayrı ayrı yüksek bir değer veriyorum ve saygı duyuyorum. Bu sporun ülkemizde yapılmaya başlandığı o ilk yıllarındaki heves ve samimiyet onlarda var. Türk bisiklet sporunun ruhu onların kalbinde atıyor. İmkânsızlığın içindeki imkân kırıntılarından gıdım gıdım faydalanarak bisiklet sporuna devam etmeye çalışıyorlar. Her türlü imkânsızlığın yanı sıra bir de onları küçümseyen, hiç önemsemeyen bisiklet camiasına karşı psikolojik bir savaş vermek zorundalar. Yarışabilmek için belirli standartları bile kendilerine sunmayan küçücük takımların formaları altında bir ömür çürütüyorlar. Bu rağmen o takım tarafından ansızın kapının önüne de konabiliyorlar. Kendi ceplerinden harcama yaparak bisiklet sporunu sürdürmeye çalışan amatör bisikletçiler, bu sporun 50'li, 60'lı yıllardaki amatör ruhunu taşımaya devam ediyorlar. Kendilerini ayakta alkışlıyorum.

3.Festival Bisikletçileri

Festivalden festivale bisiklet süren arkadaşlar bunlar. Haftalık bisiklet festivallerine katılacak kadar tuzu kuru bisikletçiler yani. Ya da üniversite öğrencileri ile emekliler... Bunlar bisiklet festivallerinin kadrolu üyeleridir. Her günü karnaval havasında yaşayarak bisiklet üzerindeki zamanlarını en yüksek zevk katsayısı ile geçirmeyi çok iyi bilen bisikletçiler bu türün içine giriyorlar. Festival bisikletçileri; yeme, içme, kamp ateşi etrafında pineklemece, gitarla Akdeniz Akşamları'nı söylemece etaplarında rakipsizlerdir. Kendilerine heves etmediğimi söyleyemem. Ben de hayatımı idame ettirmek için tam zamanlı bir işte çalışmak zorunda olmasaydım safkan bir festival bisikletçisi olabilirdim. Maalesef değilim. Bisiklet sürerek sosyalleşmenin, bisiklet sürmekten tarifsiz bir zevk almanın en kral şekli budur diyorum ve kısa kesiyorum.

4.Etkinlik Bisikletçileri

Çeşitli devlet kurumlarının toplumsal duyarlılığı arttırmak amacıyla örgütlediği çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde pedallayan bisikletçi türüdür. Günlük hayatta düzenli olarak bisiklet sürmemelerine rağmen ortam olsun, yeşillik olsun, bir iki insan yüzü görelim, insan içine çıkalım kafasıyla bu etkinliklere katılan bisikletçiler bu familyaya mensuptur. Onlar için bisiklet sadece bir sosyalleşme aracıdır. Yılın her günü bisiklet sürenleri ise çok azdır. Zaten sürecek kondisyonları da yoktur. Genellikle etkinliklerde boy gösterirler. Tek başlarına da gelmezler. Çoğu zaman eşleriyle ve çocuklarıyla birlikte bu etkinliklere katılırlar. Bisiklet açısından kendilerini kazanamamış olsak da etkinliğe getirerek bisiklet ortamına bir şekilde soktukları çocuklarından birkaç sıkı bisikletçi çıkarsa bisiklet sporuna en büyük katkıları bu olur.

5.Performans Bisikletçileri

Çeşitli sebeplerle haftada bir ya da iki gün bisiklet sürme şansına sahip olan, bu şansı da en iyi şekilde değerlendirerek uzun mesafeler boyunca bisiklet sürmek isteyen bisikletçi türüdür. 30 yaş üzerindeki iş, güç, aile sahibi adamlardır. Çoğunluğu haftanın 6 günü tam zamanlı olarak çalışan işçi sınıfına mensuptur. Performansı dert edinen bisikletçilerdir. %5 daha hızlı olabilmek için yapmayacakları diyet, katlanmayacakları acı yoktur. Hiçbir turu 30 ortalamanın altında bitirmişlikleri yoktur. Pazar günü 100+ kilometreyi 30+ ortalama ile bitirip ertesi gün mesaiye giderler. İnanılmaz derecede disiplin sahibidirler. Kondisyonlarını kaybetmemek için her şeyi yaparlar. Yiğidin hası, adamın dibidirler. Severim kendilerini! Her hafta yarış olsa gidip koşarlar da bana mısın demezler. Ama nerede o yarışın bolluğu? Ne diyelim? Bu arkadaşlar için yarış düzenlemeyenler utansın.

6.Uzun Mesafe Dayanıklılık Bisikletçileri

Ekmek almaya gidiyorum diye evden çıkıp Bursa-Ankara yapan bisikletçi türüdür. 200 km.nin altındaki turlara antrenman bile demezler. Trans Continental, Trans Sibirya gibi uzun mesafe dayanıklılık yarışlarını takip ederler. Yeterli bütçeye erişebilirlerse bu yarışlardan birkaçına katılıp tamamlamayı hedeflerler. En az performans bisikletçileri kadar disiplinli bir yaşam sürerler. Mental olarak proleteryanın çelik bilincine sahiptirler. 2 gün hiç uyumadan yüzlerce kilometre yapabilirler. Yorgunluktan ve uykusuzluktan bisiklet süremez hale gelene kadar pedal çevirirler. Uzun tur yapamadıkları zamanlarda da ileride yapacakları uzun turların planlamasını yaparlar, o uzun turların hayaliyle yaşarlar. Şehir içinde bir yere bisikletle gideceklerse mümkün olan en uzun yolu tercih ederler. Ekmek almaya gidiyorum diye çıkıp 50 km yapıp dönen uzun mesafe dayanıklılık bisikletçileri tanıyorum. Allah ıslah etmesin. Bunlar çelik gibi adamlardır. İleride bunlardan biri olabilirsem kendimi başarılı sayarım.

7.Gran Fondo Bisikletçileri

Özel turizm şirketlerinin düzenlediği gran fonda yarışlarında boy gösteren bisikletçi türüdür. Son dönemde bisiklet camiasında çok tartışılan ve eleştirilen bir rant alanı olarak gran fondolar üzerine çok söz söylendi. Daha fazlasını da söylemeye gerek yok. Ama bu yarışlara katılanların profilini çıkaralım hele bi. "Paran kadar sür" temel mottosuyla parası neyse verip yarış koşan bisikletçilerdir bunlar. Normal şartlar altında herhangi bir federasyon yarışında zaman sınırı içinde kalarak yarış tamamlamayı başaramayacak düzeyde bulunan; fakat buna rağmen yine de yarış ortamının havasını almak isteyen kimselere sunulan bir yarış hizmeti olarak gran fondo yarışları hakkında uzun uzun yazdım. Aynı argümanları tekrar etmenin âlemi yok. Merak eden okusun şu yazıyı gari!

https://kadro19.blogspot.com/2018/03/gran-fondo-yarislarinin-ekonomi-politik.html?m=1

Dediğim gibi gran fondolar bisiklet yarışı formatında bir turizm "hizmet"idir, bu yarışlara katılanlar da turizm hizmeti satın alan müşterilerdir. Beni mi sordunuz? Elhamdülillah, hiçbirine katılmadım. Boş vakitlerimde turizm şirketi zengin etmek gibi bir fantazim yok. En azından şimdilik...

8.Küçük Şehirlerin Yerel Bisikletçileri

500 binlik bir nüfus rakamının altında kalan küçük şehirlerde yaşamak zorunda olup da büyük şehirlerdeki bisiklet ortamlarına özenen ve bu ortamı birazcık da olsa kendi şehirlerinde yaratabilmek için çabalayan bisikletçi türüdür. "Neden olmasın?" anlayışıyla hareket ederek küçük şehirlerindeki bisikletli yaşam oranını ve kalitesini arttırmak için ellerinden geleni yapmaya çalışırlar. Bütün çabaları vizyonsuz yerel yöneticilerin eksik bilinçlerine çarpa çarpa etkisizleşir. Hangi kapıyı çalsalar aynı bahane ile karşılaşırlar: Burası küçük şehir, burada bisiklet gelişmez! Ama yerel bisikletçiler asla yılmazlar. Çok kaliteli turlar ve festival benzeri etkinlikler düzenlemek için ne gerekiyorsa yaparlar. Şehirlerine bir turcu geldiğinde turcuya bir kuruş masraf ettirmeden onu en iyi şekilde ağırlarlar. Türkiye'de bisiklet kültürü gelişirse bir gün işte bu yerel bisikletçilerin yüzü suyu hürmetine gelişecektir, o anlı şanlı youtuber ve instagramer bisikletçiler yüzünden değil! Yerel bisikletçileri istisnasız çok severim, siz de sevin.

9.Federasyoncular

Federasyon etrafında kümelenmiş, bisiklet sporuna ayrılan bütçeyi bir şekilde harcama yetkisine sahip kimselerden oluşur. Mevcut politik iktidara uyumlu bir biçimde değişen federasyon yönetimi yüzünden bisiklet sporunu geliştirmek için yapılacak 10 ya da 20 yıllık plan ve programları yapıp yürütebilecek donanıma sahip olmayan bireylerden müteşekkildir. Vehameti tasvir etmek için örnek verelim: Bisiklete binmeyen federasyon il temsilcileri vardır. Koskoca bir yılda iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda bisiklet yarışı düzenlerler. Yıllık yarış programındaki yarışların bir kısmını da yapamazlar. Bisiklet sporunu sadece günü kurtaracak biçimde "idare ederler", ama asla "yönetemezler"! Kendi iç çekişmeleri yüzünden debelenip dururlar. 90 milyon nüfuslu bir ülkede tek bir adet dahi pro continental takımın olmamasından kaynaklanan "rahatlık"tan hiç rahatsız olmazlar. Zaten takımı kuracak parayı bir şekilde bulsalar bile o takımda yarışacak seviyede Türk pro bisikletçi de yetiştiremezler. Bu federasyonun ipiyle hangi genç sporcu kuyuya iner allasen? İnmiyorlar doğal olarak. Gidip BESYO kasıyorlar.

10.CV'sine Bisiklet İle İlgili Bir Paragraf Eklemek İsteyen Rantiyerler

Bir spor olarak yahut bir ulaşım aracı olarak bisiklet hiç umurlarında değildir. Onlar bisikleti bir pr aracı olarak kullanırlar. Sadece sosyal sorumluluk projeleri etkinliklerinde boy gösterip iş olsun diye kitleyle birlikte 15-20 km pedal çevirdikten sonra yerel ve ulusal basına demeç verip bir sonraki etkinliğe kadar bisiklet ortamından defolup giden rantiyer tiplerdir. Medyada daha fazla görünmek asıl amaçlarıdır. İlerde belediye başkanı ya da milletvekili olmak için aday adayı olduklarında CV'lerine bisiklet ile ilgili bir paragraf eklemek asıl amaçlarıdır. Kendi şişkin egolarından başka hiçkimseye ve hiçbir şeye saygı duymazlar. Hiçbir çıkarı olmaksızın şehirdeki bisiklet kültürünü geliştirmek için çalışanları kendi amaçları doğrultusunda kullanırlar, onları kendi amaçlarına hizmet ettikleri ölçüde önemserler. Bisiklet camiası içinde en çok nefret ettiğim tipler bunlardır. Genellikle ensesi kalın sınıflara mensup oldukları için her türlü bisiklet etkinliğine katılacak vakte ve paraya sahiptirler. Avukat, mühendis, serbest meslek erbabı gibi belli çalışma saatlerine bağlı olmayan, ama çok para kazanan tipler arasından çok çıkar böyleleri.

11.Youtuber Bisikletçileri

"Sosyal medya icad oldu, mertlik bozuldu." devrinin en rantabl bisiklet adamları, kadınları ya da her neyseler işte onlarıdırlar. Sponsorlardan bir miktar para aldıktan sonra kamera karşısına geçip dünyanın en boktan kadrosunu bile "efsane kadro" diye lanse edebilecek düzeyde etik sahibidirler. Bu yıl A firması sponsor olduğu için onun kadrolarına efsane diyerek youtuberlerden referans almadan bisiklet satın almayan angus sürüsüne mal pazarlarken bir sonraki yıl B firmasının kadrosuna aynı muameleyi yaparak malı pazarlarlar. Ya fok balığı Türkçesi ile konuşurlar yahut genizden gelen Leonard Kohen tarzı derin bir tını ile kulaklarımıza tecavüz ederler. Ekserisinin bisiklet bilgisi firmaların ürün tanıtım toplantılarındaki kokteyllerde oradan buradan kulak kabartarak öğrendikleri üç beş harcıâlem söyleme dayanır. Şimdiye kadar yerli üretim bir bisikletin kadrosuna "efsane kadro" demişlikleri yoktur; çünkü bizim yerli üreticiler youtuberlara bir iki tanıtım videosu için binlerce lira kaptıracak kadar gerizekâlı kimseler değillerdir. Bisiklet işinden anlayan herkes bilir ki bunların tanıttığı kadrodan ya da başka bir komponentten bi cacık olmaz.

12.Strava-Kom Sahtekarları

Soyu kuruyasıcalar, türeyemeyesiceler, köklerine kibrit suyu sıkılasıcalar! O kadar çoklar ki... Hangi birisine söveceksin. Bunlara sövmek için maaşlı kadrolu adam tutsak çift vardiya çalışmak zorunda kalabilir. Kamyon arkasında drafting yapmaktan tutun da motosiklet ile segment almaya varasıya pek çok katakullinin üstad-ı ekremidirler. Çalışıp çabalayıp ciğer ve bacak gücüyle Kom almak varken her türlü sahtekârlığa başvurarak segment kovalarlar. Çoğunda yüz yoktur. Onur, şeref, haysiyet lügatlerinde hiçbir tarihi çağda yer almamıştır. Siz haftalarca düzenli idman yapıp kendinizi o segmente hazırlayıp, bisiklet ve bilgisayar başında segmente çalışarak Kom alırsınız; ama bu haysiyet yoksunu yaratıklar bir günde sahtekârlık yaparak gelir Kom'u sizden alırlar. Efendi efendi "Araç kullanarak Kom almışsın, lütfen kaydı sil!" dersin küfürle yanıt verirler. Emek hırsızı, ahlâk yoksunu, şerefsiz tiplerdir. Allah, segmentlerden ırak tutsun!

13.Ulaşım Amaçlı Bisiklet Kullananlar

Günlük hayatta işe, okula, alışverişe giderken bisiklet kullanan bisikletçi türüdür. Toplu taşıma araçlarının içinde balık istifiyle 2 saatlik uzun, sıkıcı ve pahalı yolculuklara çıkmak yerine bisikletin üzerinde püfür püfür bir rahatlık içinde işine, okuluna, çarşıya pazara gidip gelen bisikletçilerdir bunlar. Günde 5 lirayı toplu taşımaya verip sağlıksız bir biçimde şehir içi ulaşım ihtiyacını karşılamaktansa o parayı bisiklete verip bedavaya üstelik spor da yaparak ulaşım ihtiyacını karşılayan "akıllı insanlar"dır. Petrol ve otomobil endüstrisinin kodamanlarını daha da zengin etmek yerine ulaşım masrafından tasarruf edip kendilerini zengin ederler. Bu arada spor salonu parasından da tasarruf etkileri için kâra bile geçerler. Her gün düzenli spor yaptıkları için vücut dirençleri çok yüksektir, çok az hasta olurlar, doktor ve ilaç parasından da yırtarlar böylece. Abur cubur her şeyi yemelerine rağmen hep fit kalmaları yüzünden iş yerinde, okulda pek sevilmezler. Özellikle avuç içi kadar tatsız tuzsuz öğünlerle beslenerek sadece hayatını idame ettirecek düzeyde gıdalar alıp zayıflamaya çalışanlara alaycı gözlerle bakmaları sevimsizliklerinin temel gerekçesini teşkil eder.

14.Turcular

Bisikletle dünya ya da Türkiye turuna çıkan bisikletçi türüdür. "Bisiklet ve özgürlük" sözcükleri yan yana geldiğinde eğer bir anlam taşıyorsa bu bisikletçilerin yüzü suyu hürmetinedir. Kimi birkaç hafta kimi birkaç yıl süren uzun yolculuklara çıkar. Modern çağın dervişleridirler. İnsana, doğaya, özgürlüğe olan inancımızı tazeleyen turcular sayesinde bisiklete olan imanımız da tazelenir. "Mükemmel bir manzara"ya nazır kurulan çadırlar, kamp ateşinde pişirilen yemekler, uçsuz bucaksız bir ıssızlığa doğru serkeş pedallamalar... Severim uzun turcuları. Bisiklet camiasındaki en romantik kadınlar ve adamlardır. Özenilesi bir iş yaptıklarının farkında oldukları için de çok naiftirler. Proje olsun, televizyona gazeteye çıkarım ve meşhur olurum kafasıyla tura çıkanlarından bi cacık olmaz. Sessiz sedasız, dünyayı dolaşanları vardır, candır. Onları takip edeceksiniz. Peki neden? Çünkü onların tecrübelerinde hiçbir zaman "A markalı çadır çok güzeldir, hemen alın!" pazarlamacılığı olmaz. Zaten derecesiz, su katılmamış bir samimiyetten başka pazarlayacak bir şeyleri de yoktur. Haydi ama bayanlar ve beyler, gerçekçi olalım lütfen. Kahrolası işlerimizden istifa ettikten hemen sonra selenin üzerine atlayarak Türkiye'nin bir ucundan öteki ucuna doğru uzun ve rotasız bir tura çıkmayı hepimiz hayal ediyoruz. Ama sadece hayal ediyoruz tabiî. Harekete geçmeye cesaretimiz olsaydı Türkiye yolları turcudan geçilmezdi.

15.Fixieciler

Nev-i şahsına münhasır bir bisikletçi türüdür. Her çeşit bisikletçiye az biraz benzese de hiçbirine tam olarak benzemez. İlginç bir tiptir. Şehir içi trafikte bile freni ve vitesi olmayan bir bisikleti kullanabilecek miktarda aklı beyni peynir ekmekle yemiş olanları vardır. "Ayyy büyük şehirde bisiklet kullanmak çok tehlikeli cınım." familyasından türemiş bilinç yoksunu asalak sürüsünü aşağılamaya dahi tenezzül etmezler. Mazoşist manyaklardır, vitessiz frensiz bir makine ile kendilerini yokuşlara vurarak dehşetengiz acılar çekerler ve bundan kesinlikle zevk alırlar. Bisiklet üzerinde yapabilecekleri şeyler insan hayal gücünün sınırlarını aşar. Türkiye'de tam zamanlı olarak frensiz fixiecilik yapan kişi sayısı bir elin parmaklarını çok nadir geçer. Genellikle show amaçlı, evinin ya da işyerinin duvarlarını süslemek amacıyla dekor amaçlı fixie toplayanlar çoğunluktadır. Bisikletçilerin bu cinsi üzerine bir kitap hazırlamaktayım. En kısa zamanda "boksatarlar" listesine birinci sıradan gireceğine inanıyorum. Okumazsınız muhtemelen. Siz yine de pek şeetmeyin yâni!

SONUÇ

Benim bu yazıda işlediğim konu başlıklarına uymayan bisikletçi türleri de illa ki vardır. Sizler de o bisikletçi türlerini kendinize göre tasnif edin. Yazının altına yorum atın. İsterseniz etmeyin. Keyfiniz bilir. Yazarsanız, okurum tabii ki.

7 Kasım 2018 Çarşamba

NEDEN SİVİL BİSİKLET YARIŞLARI YAPILMALI?

Günümüzde bisiklet sporu yapmak isteyenlerin ne şartlarla karşı karşıya kaldıklarını bisiklet sporuyla ilgilenen herkes üç aşağı beş yukarı biliyor. Yinelemeye gerek yok. Büyük bir çoğunluk imkânsızlıklar içinde bu sporu yapmak zorunda kalıyor. Federasyonun "makbul sporcu"larından değilseniz ya da arkanızda büyük kapitalist firmaların sponsorluk desteği yoksa bu sporu yapmanız teknik olarak mümkün değil. Neyse bunları herkes biliyor zaten. Lafı uzatmanın âlemi yok!

Türkiye'de yarış koşmak istiyorsanız iki alternatifiniz var. Ya federasyonun düzenlediği yarışlarda koşacaksınız ya da özel firmaların, turizm organizatörlerinin düzenlediği ücretli gran fondo yarışlarında koşacaksınız. Federasyon yarışlarına katılabilmek için lisans çıkarmak zorundasınız. Lisans çıkarmak ücretli. Yarışlara katılmak için cebinizde bir miktar para olacak öncelikle. Yaptığınız hacamaların bir kısmını federasyon karşılıyor; fakat o da yarıştan sonra. Federasyon yarışlarına katıldıktan sonra verilen harcırah şaka gibi, o da yarıştan aylar sonra yatıyor hesaba. Ücretli gran fondo yarışlarında o da yok. Üzerine para veriyorsunuz. Yol yatak falan derken yarış masrafı 1000 liraya çıkıyor. Ödül var mı peki? Kuru bi madalya! Kemirirsiniz artık. Bir tane ödüllü gran fondo yarışı var. O da sadece ilk üçe girenlerin yarış masrafını karşılayacak miktarda. Özel gran fondo yarışlarının ekonomi politik değerlendirmesini daha önceki bir yazımda yapmıştım. İsteyen o yazıya bakabilir. Uzatmıyorum...

Fondocular da federasyoncular da kendilerine göre bir düzen kurmuşlar. Çarkları çeviriyorlar. Bu şartlarda bu sporu yapmaya çalışan ve "makbul olmayan sporcular" için bir yaşam alanı yok. Kendi ceplerinden yarışmak zorundalar. Kişisel gayretleri ile birkaç sağlam sponsor bulup da yarışmalara onların desteğiyle katılma şansına sahip olan o küçük azınlıkta iseniz yarışmaya devam edebilirsiniz. Yoksa birkaç sene içinde umutsuzluk içinde bisiklet sporunu bırakırsınız. Girdiğiniz her yarışta kürsü gören bir sporcu olsanız da bu sizi kurtarmaz. "Makbul olmayan sporcu" için sitem içinde hayat şansı yoktur. Eee, yâni bu düzen bisikletçiye hiçbir şey vermiyor; ama buna rağmen onun üzerinde bağlayıcı bir etkiye sahip. Bu nasıl bir saçmalık. Kendi paramla takım taklavat düzüp (bisiklet, ekipman, vs) yarışlara kendi cebimden yaptığım harcamalarla hazırlanıp gideceğim; benim kazandığım başarı ile başkaları prim yapacak, "Bakınız bisiklet sporu ne kadar da gelişti." diyerek ahkâm kesecekler... Yok öyle yağma! Madem parayı veren benim, düdüğü de ben çalmalıyım. Doğal olan budur. Eşyanın tabiatı budur.  

Sistemden yakınmak düzeni değiştirmek için yeterli olmuyor. Çünkü her alanda olduğu gibi bisiklet sporundan da eleştirenler ciddiye alınmıyor, camiada sevilmiyor, dışlanıyor. Düzen böyle. Bu düzeni yıkmak ve yerine daha âdil ve hakkaniyetli bir düzeni kurmak için düzen dışı alternatifler yaratmak şart. Aksi takdirde yapılan her eleştiri, düzenin bir şekilde devamlılığını sağlayan sinek vızıltıları seviyesinde olacaktır. Sivil bisiklet yarışları organize edecek bir örgütlenme aşamasına geçiş yapmak için bisiklet sporundan dışlanan, yahut bisiklet sporuna ayrılan bütçeden hak ettiği karşılığı alamayan tüm bireylerin katılımıyla sivil yarışlar düzenleyerek bu bozuk düzene alternatif olabilecek nitelikte yarışlar örgütlemek için çabalamalıyız. Öyle ya? Mademki bu sporu kendi cebimizden yaptığımız harcamalar ile yapıyoruz, başkalarının düzeninin çark dişlileri arasında ezilmenin âlemi yok! Para vermedikleri gibi paramızı da alacaklar ve bütün bunlara rağmen istediklerini yaptıracaklar, öyle mi?

Federasyonu ve turizm şirketlerini aradan çıkaran birtakım yarış organizasyonları yapılmalı. Ya da bunun imkânları araştırılmalıdır. Federasyona ayak bastı ücreti ödemeden bisiklet yarışı düzenlemenin yasal bir çerçevesi var mıdır yok mudur mutlaka irdelenmelidir. Federasyon, sadece kendi adamlarını kayırıyorsa, yönetime biat etmeyen sporcuları ve bisiklet aktivistlerini dışlıyorsa, pastadan pay alamayan tüm bileşenler ortak bir paydada toplanıp kendi alternatif düzenlerini kurmalılar. Çünkü sürekli dışlandığın bir düzenin içinde kalmak o düzeni meşrulaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Bir şeylerin düzelmesini istiyorsak, öncelikle kendimizden başlayarak biz düzeltmek zorundayız. Hakkaniyet esasına uygun yarışları kendi elimizle düzenleyerek bu işe başlayabiliriz.

Düzen ücretli yarış diyorsa siz ücretsiz yarışlar düzenleyecek organizasyon yeteneği ve disipline sahip bir örgütlenme içinde olacaksınız. Ücretli yarışlardan yakınıyorsak bu yarışlara alternatif olan ücretsiz yarışlar organize etmeliyiz. Ücretsiz yarış düzenleyen birkaç fedakâr arkadaşımıza destek olmalıyız. Onların ücretsiz yarış düzenleme tecrübelerinden yararlanarak bizler de kendi şehrimizde ücretsiz yarışlar düzenleyebilmeliyiz. Yoksa ancak forumlardan yazarak sorumluları eleştirmekle kalır, ona buna yakınıp dururuz. Çözüm ne? Ondan söz etmek lâzım. Çözüme yönelik öneriler bulmak lâzım. Bu düzeni kuranlar ve düzenden beslenenler, doğal olarak kendi istekleri ile bu düzeni değiştirmek istemeyeceklerdir. Doğal olan bu. Düzeni devam ettirmek için direnecekler. Siz ise onlar değiştirmemekte ısrar ettikçe düzen dışında hakkaniyetli, âdil, alternatif bir yarış sistemi kurarak onların düzenlerini alt üst edeceksiniz. 

Alley Cat'ler organize edeceğiz, pazar yerlerinde sprey boyalarla kritertum parkuru yapıp Red Hook Criterium benzeri pist yarışları yapacağız. Bunlardan ücret alacaksak bile dekontlarını netten paylaşacağız, harcama faturalarını paylaşacağız, şeffaf bir para akışını alenen ilan edeceğiz, kalan parayı da ister bir vakfa bağışlayacağız, istersek bu yarışların kurumsallaşması için sermaye yapacağız. Fakat bu son seçenekte bile her aşama şeffaf olacak, artan para ne kadar, kimlerin adına ortak hesaba atıldı falan hepsi netten açıkça ulaşılabilir olacak. Millet sizin kendi rantınız için bu yarışları düzenlemediğinizi bir kere açıkça görsün. Bakın işte o zaman o ücretli gran fondo ekonomisi 2 yılda çöker gider. Ne federasyon kalır ortada ne de rantiye şirketler. 

Federasyon bu yarışlara izin vermez demeyin. Zaten izin istemeyeceksiniz. Adı üzerinde bunlar sivil yarışlar olacak. Her yerinden amatörlük akan yarışlar olacak. Ama bir kimliği ve kişiliği olacak. Varsın çipli kontroller olmasın, varsın sonuçlar 2 gün sonra açıklansın, ne gam! 60'lı, 70'lı yıllarda nasıl yapılıyorsa bu yarışlar öyle yapılsın. Ne kaybederiz? Maliyeti çok düşük tutarak da kaliteli yarışlar düzenlenebilir. Bisikletin amatör ruhu, ama her şeyden önemlisi bu sporun bir ruhu olduğunu kanıtlayan organizasyonlar yapılabilir. Neden olmasın?

Şu aşamada öyle yol kapatmalı büyük organizasyonların içine girecek bir durumda değiliz. Asfalt kalitesi bakımından iyi ve geniş pazar yerlerini kullanarak düşük bütçeli kriteryum yarışları ile işe başlayabiliriz. Trafiğe tamamen kapalı 2 kilometrelik bir parkur bize yetecektir. Yarışlar trafiğe kapalı bir alanda düzenleneceği için yasal bir izin gerekeceğini de zannetmiyorum. (İşin yasal boyutuna vakıf olan bir arkadaşımız bu konuda teknik destek sağlayabilir.) Katagorize edilmiş bu yarışlar haftasonları düzenlenerek karnaval havasında bir bölgesel yarış iklimi yaratılabilir. Bölgesel yarışların birincileri ulusal bir turnuvada yarışabilir. Binlerce kişinin seyirci olarak gelmesiyle birlikte o pazar yerleri bir şölen alanına döner. Bu duruma hiçbir firma sessiz kalamaz. Bisiklet tedarikçileri başta olmakla birlikte pek çok firma, her hafta binlerce seyirciyi çeken bir yarışa duyarsız kalamaz. Buradan başlanabilir diye düşünüyorum. Tabii ki farklı yarış önerileri de değerlendirilebilir. 

Bu yarışlar 100 yarışçı ile başlasa yeterlidir. Bu yüz yarışçı sadece kendi çevresindeki tanıdıklarını bu alanlara çeken en azından her hafta 500 kişilik bir seyirci kitlesi orada hazır bulunur. Sosyal medyadan ve geleneksel medya araçlarından tanıtımı düzgün bir pr stratejisi ile yapılırsa binlerce seyirciyi bu alanlara çekmek mümkün olur. Çünkü pazar yerleri şehrin en merkezi yerlerinde bulunur, ulaşımı kolaydır, tuvalet falan da vardır. Her hafta oraya 500 kişinin geleceğini bilen esnaf ise bala üşüşen arılar gibi oraya çökecektir. Sucu, dönerci, köfteci, çaycı derken bir de bakarsınız ki orada bir yarış ekonomisi kendiliğinden kurulmuş. Şimdi bazı arkadaşlar diyecek ki "Hani kurumsal kimlik? Amele gibi bir yarış olacak yâni!" Evet, aynen öyle olacak! Kurumsal kimliği sallayaman, amatör yarışlar olacak bunlar. Ben yarıştan sonra üzerime havlu atan bir suvanyör istemiyorum. Çaycının iskemlesine çöküp bütün samimiyetimle "Lan Ahmet, son sprint kapısında beni nasıl da tokatladın!" muhabbeti çevirmek istiyorum. 

Yeni sivil yarış sistemi kitleselleşince düzeni değiştirmemekte direnen tüm kurumlar kendilerine bir çeki düzen vermek zorunda kalacaklardır. Bu sivil halk yarışları her yaştan her sınıftan bisiklet tutkununu çektikçe o duyarsız kulaklarda birtakım çınlamalar hasıl olacaktır. Öleyazan bir bisiklet sporunun yasını şimdiden tutmak yerine onun ölmesine izin vermemek için elimizden geleni yapmalıyız. Doğanın ve bilimin bize öğrettiği sarih gerçek budur.

3 Temmuz 2018 Salı

TÜRKİYE'DE BİR BİSİKLET ŞEHRİ: ESKİŞEHİR!!!

Yaklaşık olarak bir haftadır bu şehirdeyim. Geldiğim ilk günden beri nereye baksam bisiklet görüyorum, nereye dönsem bisikletli birine denk geliyorum. Şehrin her caddesinde, her sokağında bisiklet var. Kendimi bisiklet cennetine düşmüş gibi hissediyorum. Ülkemizin bazı şehirlerinde caddede bir bisikletli görünce üzerine mal bulmuş Mağribî gibi atlayan dostlarımızın var olduğunu biliyoruz. Eskişehir'e gelmesinler sakın, deli zannıyla hastaneye kaldırılabilirler. Hangi birinin üzerine atlayacaksın be sevgili kardeşim???!!!

Eskişehir, bisikletin ve bisikletçiliğin gelişmesi için uygun bir coğrafi yapıya sahip. İklim konusunda bir şey söyleyemem, zira sadece yaz mevsimini gördüm. Yazın da akşamları mont giymeden olmaz, üşütüyor vallaa. Kısa mesafelerde büyük yükseklik farkları yok. Benim tespit edebildiğim 3 tane tepe var şehir içinde. Bunların da en büyüğünde yükseklik farkı 100 metreyi geçmiyor. Şelalepark tırmanmasının bazı bölümlerinde %10'a varan ve yer yer geçen eğimler var. Şehrin geri kalanı neredeyse dümdüz. Odunpazarı'ndaki eski yerleşim yerleri hariç dümdüz bir şehir sayılır. Bu açıdan bisikletin gelişmesi ve kitleselleşmesi için müsait bir coğrafi niteliği var. İstanbul ve İzmir'de bisiklet kullanmaya teşvik ettiğimiz bazı arkadaşlarımız hemen yüksek tepelerden ve dik yokuşlardan yakınarak bu şehirlerde bisikletin ulaşım amaçlı olarak kullanılamayacağından dem vuruyorlar. Eskişehir'de böyle bir bahane yok. Dümdüz şehir işte kardeşim. Ak git, ak git!

Günün her saatinde caddelerde bisiklet görebiliyorsunuz. Sabah kahvaltısından sonra kalk, şöyle bir dolaş, Cengiz Topel Caddesi'nde vızır vızır bisikletçi trafiği var. Öğle vaktinde yine aynı! Akşamı ise ayrı bir cümbüş! Kimi noktalarda ben arabadan çok bisiklet saydım. Allah'ım sen aklıma mukayyet ol! Gece gece ihtiyaç hasıl olduğundan bebek bezi almaya nöbetçi eczaneye kadar gideyim dedim, yollarda araba kalmamış ama hâlâ bisikletle bir yerden bir yere gideceğim diye çabalayanlar var. Bazıları sağa sola çok yalpalıyordu; eee meret şişede durduğu gibi durmuyor ki kardeşim! Porsuk çayına yakın bir yerde bunun da heykeli vardı. Şimdi yerini tam hatırlayamadım.

Bu şehirde bisiklet, bir haftasonu eğlencesi değil bir ulaşım aracı olarak algılanıyor. İnsanlar işe, okula, çarşıya, pazara giderken bisiklet kullanıyorlar. Büyük bir kitle tarafından bisiklet, şehir yaşamının doğal bir parçası hâline getirilmiş. Otobüs bilet ücretinin 2.70 olmasının bundaki payı ne kadardır bilemeyeceğim; fakat tek başına bir yerden bir yere gidip gelecek olan biri araç ya da toplu taşıma kullanmak yerine, genellikle bisiklet kullanıyor. Yürüyenler de çok tabii. Kaldırımları berbat! Yürüyelerin bir kısmı bu yüzden bisiklete yönelmiş olabilir. Ben bebek arabasıyla pek rahat edemedim. Kaldırımda pata küte gidince bebek pek mutlu olmuyor, bebek mutsuz olunca doğal olarak baba da sinirli oluyor. Umuyorum ki ülkemizin nitelikli belediye başkanlarından biri olan Eskişehir belediye başkanımız mesajı almıştır. 

Bazı şehirlerde hobi kullanıcıları, bazılarında sportif amaçlı kullanıcılar, bazılarında ise ulaşım amaçlı bisiklet kullananlar ağırlıktadır. Eskişehir'de ise her cinsten bisikletçi var ve bana hangisi daha yoğun diye soracak olursanız bence ulaşım amaçlı kullananlar yoğunlukta. Fakat buraya bir ilave yapmalıyım ki genç- yaşlı, kadın-erkek herkes bisikletin üzerinde. Bazı şehirlerde kadınları bisiklete binerken görmek mümkün değilken ya da şöyle karikatürize edeyim, bazı şehirlerde bisiklete binen kadın görünce denizkızı görmüş Osmanlı levendi gibi gözlerimiz fal taşı gibi açılırken, Eskişehir'de bu durum vaka-i âdiye hükmündedir. Bu şehirde kadınlar bisiklete binebiliyor. Kadın bisikletçi dostlarımız ne demek istediğimi anladı kanımca.

Benim gözlemleyebildiğim kadarıyla Eskişehir'de araç kullanıcıları bisiklete karşı hoşgörülü davranıyorlar. En azından yol denen uygar insan icadı nesnenin sadece motorlu araçlar için değil herkes için yapıldığını anlamış sürücüleri var. Her şehirde olduğu gibi burada da trafikte araç yolunu bisiklet ile paylaşmaya tahammül edemeyen angutyus familyasından kimseler mevcut tabii ki; fakat oran oldukça düşük. Haaa bir de her şehirde olduğu gibi makyajlı arabalardan, 34 ya da 06 plakalardan da uzak durmak gerekiyor Eskişehir'de, ne olur ne olmaz.   

Şehir merkezinde bisiklet kilitlenmemiş bir elektrik direği bulabilen beri gelsin! (Abartıyorum tabii ki!) Abartmıyorum, insan uygarlığının son iki yüzyılına şahit olmamış bir Afrika kabilesi mensubu kardeşimiz eskaza Eskişehir'e düşse elektrik direklerinin kablo taşımak için değil de bisiklet kilitlemek için icat edildiğini sanabilir. Bir şekilde şehir merkezine bisiklet park alanlarının yapılması şart. Çölde bir uygarlık vahası yaratan başkan buna da bir çözüm bulur muhtemelen!

Benim tespit edebildiğim kadarıyla 10'dan fazla fixieci var bu şehirde. Benim tespit ettiklerimden daha fazlası da vardır muhtemelen. Kemal Tahir'den esinlenerek "Ulan iyi, ulan aferin!" Çılgın Fixieciler Tarikatı'nın Eskişehir ayağı oldukça sağlam temeller üzerinde yükseliyor. Dümdüz bir şehir olan Eskişehir'de freni ve vitesi olmayan, sabit dişli prensibine göre çalışan fixienin yayılma alanı oldukça geniş bence. Bu şehir ileride bir fixieci şehri olursa şaşırmam. Buradan Eskişehirli fixiecilere sesleniyorum: Derhal bir sosyal medya grubu açılıp o grup üzerinden örgütlenilecek, ilk Alley Cat etkinliğinize 500 kilometreden gelip de katılmayan fixiecinin yokuş aşağı giderken zinciri kopsun, e mi? Ne kadar ağır bir beddua ettiğimi fixieciler anladı kanımca. 

Her gün ikişer üçer tane farklı marka ve modellerde klasik yol bisikletine denk geldim. Anlayabildiğim kadarıyla Eskişehir'de klasik yol bisikletlerinin hastası da kullanıcısı da çok. Klasik yol bisikleti kullanıcılarının bu kadar çok olması benim için değerli bir ölçüt. Çünkü en kaliteli karbon kadroları bile bir süre kullandıktan sonra çelik kadrolara geri dönen pek çok usta bisikletçi tanıyorum. Çeliğin sürüş hissi çok farklı. Diğer metaller onun yerini tutmuyor. Bir de STI fren vites kollarının çağında hâlâ alt boruya sabitlenmiş çevirmeli viteste ısrar eden bisikletçi dostlarıma saygı duyuyorum. Ben de, eğer bulabilirsem, en kısa zamanda böyle bir çelik kadrolu klasik bisiklet edinmeyi düşünüyorum.

Eskişehir'in bir bisiklet şehri olmasında üniversitenin yeri ve önemi büyük. Ya da şöyle genelleyelim: Eskişehir'in bir "uygarlık şehri" olmasında üniversitenin katkısı büyük! Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü'nde bisiklet kilitlenmemiş bir direk, yere ve duvara sabitlenmiş bir metal parçası bulmak mümkün değil. Neden? Bisiklet park alanı yok mu? Olmaz olur mu hiç? Park edecek yer bulabilirseniz eğer direkler yerine oraya park edebilirsiniz! Tabiî ki burada Eskişehirlilerin katkısını küçümsemeyi amaçlamıyorum. Aksine şehrin yerlileri de sıkı pedalşörlerden oluşuyor. 50 yaşındaki amcaları, teyzeleri bisiklet üzerinde gören 20 yaşındaki üniversiteliler de onlara özeniyorlar diyelim ve konuyu bağlayalım. Ne şiş yansın ne kebap! 

Eskişehir'deki bisiklet toplulukları "eskisehirbisiklet.com" adlı bir internet sitesi kurmuşlar. Eskişehir'de bisiklet adına çalışan bütün grupların ortak platformu olmasının yanısıra etkinlik duyuruları da bu site üzerinden yapılıyor. Ayrıca bisiklet tamir ve kiralama noktalarını da buradan öğrenebilirsiniz. Bu siteden edindiğim bilgilere dayanarak Eskişehir'de 4 farklı bisiklet grubu var diyebilirim. Velesbid Eskişehir Bisiklet Derneği, PAB Perşembe Akşamı Bisikletçileri Eskişehir, Bisikletliler Derneği Eskişehir Temsilciliği, Esbike Eskişehir Bisiklet Topluluğu. Ortak bir platform etrafında toplanmışlar. Diğer şehirlerde amip gibi bölünerek çoğalan bisiklet topluluklarına örnek olmasını diliyorum. Farklı olmak güzeldir, birlikte hareket etmek ise güçlü kılar.

Eskişehir'de bulunduğum tarihler arasında Velesbid Bisiklet Evi etkinlikleri yapılıyordu. Şehirde bulunma amacım farklı olduğundan Velesbid Bisiklet Evi etkinliklerine katılamadım; fakat sosyal medya hesaplarından takip edebildiğim kadarıyla harika bir etkinlik olduğunu söyleyebilirim. Emeği geçenleri tebrik etmekten başka elimden bir şey gelmiyor. Etkinlik ile ilgili ayrıntılı bir yazı yazmak isterdim; ama katılmadığım etkinlik hakkında yazmak etik gelmedi bana. Umuyorum ki bu sene etkinliğe katılan bisikletçi dostlarımızdan biri uygun bir mecraya uzun uzun yazarak bisiklet camiasına bu etkinliği tanıtacaktır. Etkinliğe katılanlardan bazıları 3 günde 5 kilo aldıklarını iddia ediyorlar. Valla ben onların yalancısıyım!

Bir de Critical Mass'a denk geldim Eskişehir'de. Hiç lafı dolandırmadan durumu özetleyip geçeceğim. Size şöyle özetleyeyim: Espark'ın önünde tramvay beklerken önümden Critical Mass etkinliğine katılan bisikletçiler geçmeye başladılar. Hemen telefonu çıkarıp video çekmeye başladım. Son bisikletçi de önümden geçtiğinde video kaydı 7 dakika 20 saniyeyi gösteriyordu. Gerisini siz hesap edin işte. Umuyorum ki yazıyı okuyan arkadaşlar için "salt çoğunluk" sağlanmıştır. Eskişehir'in bir bisiklet şehri olduğuna yönelik yargımı kanıtlamak için sunacağım en önemli kanıt budur.

Eskişehir'de bisiklet konseptli bir kafe de var: Pedal Kafe! Tur öncesinde veya sonrasında kafede buluşan bisikletçiler mi dersiniz, çarşıya pazara giderken bi çay kahve içelim diyerek uğrayanlar mı dersiniz... Her çeşit bisikletçinin Eskişehir'de uğrak mekânı olmuş bir yer burası. Cafeyi işleten insanlar da bisikletten anlayan, bisiklete bir ömür adamış insanlar. (Kafeyi eski bir millî bisikletçimiz ve ailesi işletiyormuş. Sonradan öğrendim.) Her bakımdan donanımlı ve değerli insanlar olduklarına kalıbımı basarım. Ben birkaç bardak çaylarını içme ve o muhteşem sohbetlerinden yararlanma şerefine nail olabildim sadece. Kafeyi işletenler, kafede çalışanlar, kafeye takılanlar hepsi de bisiklete gönül vermiş kaliteli, duyarlı, güzel insanlar... Siz siz olun Eskişehir'e bir şekilde yolunuz düşerse Pedal Kafe'de çay kahve içmeden geri dönmeyin. Hem muhteşem bir bisikletçi muhabbeti hem de her anlamda bisiklet için tasarlanmış bir ortamda bulunma ayrıcalığı sizi bekliyor.

Bisiklet kiralamak istiyorsanız bunu sağlayan pek çok işletme var. Genellikle MTB, şehir ya da katlanır bisiklet kiralıyorlar. Yol bisikleti kiralayan yok maalesef. Eskişehir'i bisikletle gezmek istiyorsanız saati 5 liradan bisiklet kiralayabiliyorsunuz. Ayrıca Odunpazarı Belediyesi İzmir'deki Bisim uygulamasına benzer bir bisiklet paylaşım platformu yapacakmış(Esbis). Umarım başarılı olurlar. Ben de bir iki saatlik boş zamanımı değerlendirerek bisiklet kiraladım. Kiraladığım bisiklet katlanır bir bisikletti. Şunu söyleyebilirim ki katlanır bisikletle Eskişehir'e katlanmak daha kolay. Şaka yapıyorum, hemen celallenmeyin yahu!

Bamumu Heykeller Müzesi'ni gezerken Aziz Nesin'in heykelinin olduğu bölümün arkasındaki duvarda, Türkiye'de bisiklet ile ilgilen hemen herkesin tanıdığı bir ismin çizimleriyle karşılaşacaksınız. Şaşırmayın! Ben sizin adınıza şaşırdım! 😂😂😂😂😂 Ve şaşkınlığımı etraftaki diğer müze gezenlere de bulaştırdım. Ertaftaki en az 10-15 kişiye deli gibi duvarda asılı bulunan, bisiklete ters binen bir Aziz Nesin çizimini yapan Aydan Çelik'in kim olduğunu anlattım. Güvenlik görevlisi gelince tabii ki normal insan taklidi yapmaya devam ettim. Eee o kadar da değil yâni!

Eskişehir'de bisiklet takımı var mı? Ben biraz araştırdım bulamadım. Bireysel olarak yarışları katılan birkaç yol ve dağ bisikletçisi var. Bunlar da kendi imkânlarıyla yarışıyorlar diye biliyorum. Sonra biraz daha eşeleyince bir takım buldum. Eskişehir Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü bünyesinde çalışan bir bisiklet takımı varmış. Antrenör Gökay Konuk bu çalışmaları yönetiyormuş. Çalışmalarında kendilerine başarılar diliyorum. Benim ulaşamadığım başka bisiklet takımları da varsa Eskişehirli arkadaşlar bilgilendirsin, bu bölümü güncelleyeyim. 

Eskişehir her açıdan bir bisiklet şehri olmanın imkânlarına sahip. Hattâ Türkiye'nin nesnel koşullarına göre bir bisiklet şehri olmuş bile. Birkaç yıl sonra Avrupa Bisiklet Şehri yarışmasında Eskişehir birinci olursa şaşırmamak gerekiyor. Eskişehir'e bir gök taşı düşüp de buradaki uygar toplumu topyekûn yok etmediği müddetçe Eskişehir'de bisikletin gelişmesine hiçbir koşulda engel olunamaz diye düşünüyorum.

Haa bir de Espark'ın önündeki trafik tabelasına Tiagra 4700 setli bir Carraro'yu kilitleyen arkadaşın cesaretine hayran kaldığımı söylemeden geçmek istemiyorum. Yol bisikletçiliğinin Cesur Yürek'i sensin! 👏👏👏👏👏 Kanımca anladınız siz onu! 😂😂😂😂😂

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Sıkıcı bir yazı olmaması ve daha fazla insan tarafından zevkle okunması için bu yazıyı makale üslubu yerine daha şen şakrak bir üslupla yazarken sürç-ü lisan ettiysem affola! Samimiyetime verin, sevgili dostlarım!

21 Mayıs 2018 Pazartesi

DOPİNGDEN MALULEN EMEKLİ BİR SPOR: PROFESYONEL BİSİKLET! 

Uluslararası basından öğreniyoruz ki katıldığı bir televizyon programında sunucunun, yarıştığı dönemde doping yapıp yapmadığına yönelik sorusuna "Yes!" yanıtını veren Lance Armstrong, bizim gibi gariban bisikletçiler için servet değerinde olan fakat Armstrong gibi "pro cyclist"ler için çiğdem parası olarak tanımlayabileceğimiz küçük bir para cezasıyla paçayı sıyırmış. Son yıllarda, yapılan testlerle doping yaptığı tespit edilen bisikletçilere ise bir süreliğine müsabakalardan men cezası veriliyor. Dopingliler kamuoyu önünde psikolojik bir lince maruz kalıyorlar. Daha sonra temiz olarak yarışsalar bile kamuoyunun bilincinde daima "doping yapan bisikletçi" imajıyla yer alıyorlar. Sonra bu dopingci bisikletçiler düzenli aralıklarla test ediliyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, bir daha o dopingci bisikletçi damgasını silmeyi başaramıyorlar.

Doğu Bloku Ülkelerinin Doping Geçmişi

Soğuk savaşın yaşandığı yıllarda Doğu Bloku ülkelerinden gelen sporcularda yaygın bir biçimde devlet destekli doping programı uygulandığı iddia edilirdi. Birkaç bireysel somut örnek dışında bunun sistemli bir biçimde devlet politikası olarak uygulandığı hiçbir zaman kanıtlanamadı. Örgütlü ve disiplinli bir toplum yaşamı içinde yetişen sporcuların takım sporlarında hayretler verici performanslar sergilemesi gayet normaldi. Tabii, Doğu Bloku ülkelerindeki insanların yiyecek ekmek bulamayacak düzeyde aç biilaç yaşadığını düşünen ortalama zekaya sahip bir batılı için bu iddialar her zaman doğruluğunu korumuştur; fakat aklı başında hiçbir spor otoritesi somut kanıtları hiçbir zaman bulunamayan bu asparagasa inanmadı. Profesyonel sporlardaki dipingli sporcu söylentilerinin evveliyatı, işte bu soğuk savaş döneminde Doğu Bloku ülkelerinden gelen sporcuları karalama propagandasına dayanıyor. 

Pantani'nin Doping Geçmişi

Matt Rendell'in Marco Pantani'nin Ölümü adlı kitabında Modonna di Campiglio'da patlak veren doping skandalından başlayarak Pantani'ye ait bütün tıbbî verileri analiz ederek bir dönem İtalyan bisikletini ve dolayısıyla dünya bisikletini mahveden devlet destekli R-Epo programını inkâr edilemez nesnel verilerle açıkça ortaya koyuyor. Modern bisiklet çağlarının son efsanesi olarak adlandırılan Marco Pantani'nin neredeyse bütün kariyerinin R-Epo suistimali üzerine kurulduğunu kanıtlarıyla anlatıyor. Sadece Marco Pantani mi? Tabii ki hayır. Onunla aynı kuşaktan olan bir düzineden fazla bisikletçinin devlet destekli bir R-Epo programından geçirildiğini görüyoruz. Doping konusunda İtalyan otoritelerinin de pek temiz olmadığını anlıyoruz böylece.   

Sadece İtalyan bisikletçileri değil, Marco'nun yaşadığı dönemde yarışan profesyonel bisikletçilerin bir kısmı şaibeli ölümlerle hayatını kaybetti. Matt Rendell'in kitabında bunun listesi tutulmuş. Tespit edilebilmiş olanları bile 15'ten fazla, genç yaşta şaibeli ölüm vakalarının neredeyse tamamında doping izine rastlanamıyor; fakat aynı zamanda bilim bu profesyonel bisikletçi ölümlerini de açıklayamıyor. 

Mustafa Sayar Vakası

Tour Of Turkey'in Meryemana'ya tırmanılan etabında arabalara su kaynattıran o meşhur yokuşu profesyonel tırmanmacıları bile hayrete düşüren bir performansla çıkmayı başaran Mustafa Sayar hakkında pelotonda birtakım gurultular çıkmaya başladı. Teee Cezayir Turu'nda verilen numunede yapılan testler neticesinde sporcumuzda yasaklı madde olan Epo'ya ulaşıldığı iddia edildi. Sonuçta tur birinciliği elinden alındı. Uzun bir süre müsabakalardan men cezası aldı. Neden? Arkasında Froome'unki gibi bisikletçisine her koşulda sahip çıkan büyük bir takımı yoktu da ondan. Neden? Arkasında her durumda ve koşulda sporcusuna sahip çıkan, sporcusuna güvenen ve onun arkasında duran bir federasyon ya da spor bakanlığı yoktu da ondan. Bu zorlu süreçte Mustafa Sayar yalnız bırakıldı. Adlî süreçte kendisine destek sunulmadı. Hem Türk hem dünya basınında ve kamuoyu önünde linç edildi. Bu toplu linç yüzünden takım arkadaşları bile onu doğru dürüst savunamadı. Sonuç olarak Türkiye'nin en başarılı tırmanışçıları arasında gösterilen, gelecek için umut veren bir bisikletçi kaybolup gitti.

Sayar bu maddeyi neden kullandı sorusundan daha önemli olan bir soru var ki o da bu maddeye Türkiye'de nasıl ulaşabildi? Bir bisikletçinin doktor desteği olmaksızın bu maddeyi kullanması mümkün değil. Öyle tek başına alınabilecek bir şey değil. Epo kullanan sporcunun düzenli testlerle doktor kontrolünde takip edilmesi gerekiyor. Sporcu da Epo kullandığını bilerek birtakım önlemler almalı. Bilmeden kendisine bu madde verilirse gerekenleri yapmadığı için kanı aşırı derecede yoğunlaşıp kalp krizinden ölebilir. Yani bilinçli ve planlı kullanılmadığında Epo öldürücü olabiliyor.

Doping kullanımının sorumluluğu sadece bisikletçiye mi ait yoksa organize bir olay mıydı? Bisikletçiye kendi bilgisi dışında gizli bir biçimde Epo tedavisi uygulandı mı? Belli değil. Bisikletçi her beyanında ısrarla kendisinin böyle bir maddeyi kullanmadığını vurguluyor. Olaydan sonra "yalnız bırakıldığını" iddia eden ama süreç hakkında da ayrıntılı bilgi vermeyen Sayar'ın söylemlerinden bu işin sorumluluğunun sadece kendisi üzerine yıkılmasını doğru bulmadığını çıkarıyoruz. Biz de doğru bulmuyoruz. 

İngiliz-ABD Ekolündeki Profesyonel Sahtekarlar 

Geçen yılın (2017) Vuelta'sında esasen nefes açıcı bir astım ilacı olan salbutamol fıs fısını izin verilen miktarın üzerinde kullandığı tespit edilen Chris Froome hakkında soruşturma başlatıldı. Fakat bu bisikletçi müsabakalardan men cezası almadı. Sky takımının ekonomik ve politik baskı araçlarını kullanarak Froome'un men cezası almasını engellediği ortada. Yoksa bu tür durumlarda yapılması gereken belli. Bisikletçi uluslararası spor mahkemesinde kendisini temize çıkarana kadar müsabakalardan men edilir. Söz konusu bisikletçi Türk Sayar olunca ceza önce dava sonra geliyor, İngiliz Froome olunca işler pek de öyle yürümüyor anlaşılan. 

Chris Froome, Lance Armstrong ve türevleri bisiklet sporuna ihanet eden sahtekarlardır. Onlara sahtekar demek bir hakaret olarak kabul edilmemelidir; zira köpeğe köpek demek hakaret değildir. Adı o. Sahtekarlık yapana da sahtekar demek hakaret olmasa gerek. İngiliz Amerikan ekolünden gelen pek çok bisikletçi temiz değil. Armstrong olayında da olduğu gibi birtakım kimseler tarafından korunuyorlar. Yıllar sonra Froome da doping yaptığını itiraf edecek ve olayın üzeri yine birtakım gizli eller tarafından kapatılacak. Tıpkı Armstrong'un itirafından sonra gelişen süreçteki gibi olacak her şey. Birkaç milyon dolarcık tazminat verir Froome, kurtuluverir Armstrong gibi. Fakat bu sahte profesyonel bisikletçiler hak etmedikleri birincilikleri alıp dururken zaman gerçek profesyonel bisikletçilerin aleyhine işler. Aslında birinci sırada olması gereken gerçek sporcular onurlu 2.likler ile yetinmek zorunda kalırlar. Bu iğrenç kapitalist spor endüstrisi düzeni yüzünden TDF'den soğudum. Makine gibi hesaplı kitaplı çalışan bisiklet gladyatörleri hâline getirilmiş profesyonel bisikletçileri izlemek bana zevk vermiyor artık.

Müsabakaların Meşruiyetini Zedelemeden Dopinge Devam!

Show bir şekilde devam etmeli fakat senaryoya uygun rol almayanlar da havuç sopa teorisine göre biraz da olsa cezalandırılmalı. Aksi takdirde düzen meşruiyetini yitirir. Froome'un TDF'den sonra Vuelta'yı da alması biraz göze battı geçen sene. Diğer yarışçıların kan ter içinde tırmandığı yokuşları Sky takımın sporcuları türkü söyleyerek çıkınca seyircilerin ve bu işten azıcık olsun anlayan herkesin kafasında birtakım soru işaretleri belirdi. Froome olayında sistem tamamen meşruiyetini yitirmesin diye "Bakınız, hata yapanı soruşturuyoruz." imajı yaratmaya çalışıyorlar. Aksi takdirde artık kimse inanmayacak bu kurulu düzene. O yüzden Froome'un fıs fıs kullandığını saklamadılar diye düşünüyorum. Zira saklayabilirlerdi. Avrupa'da bisiklet sporu üzerine yazılar yazarak hayatını kazanan pek çok ciddi spor yazarı da bu tezi savunan yazılar kaleme aldılar. Haaa tabii ki onlar yazdı diye hakikat budur diyemeyiz ama açıklamaları akla ve mantığa gayet uygun.

Bir de şunu açıklamak isterim ki sürüş tarzı dolayısıyla kendisini sevdiğim Sagan'da da Froome gibi izin verilen miktarın üzerinde kullanılan yasaklı bir madde çıksın "sahtekar" ifadesini onun için de tereddüt etmeden kullanırım. Bu yargım diğer pro bisikletçiler için de geçerlidir. Bu arada Sagan hakkında da ciddi kuşkularım var. Dünya Şampiyonası'nı hegemeonyası altına alırken kullandığı yasal yöntemleri şeffaf bir biçimde açıklamadığı müddetçe kendisi hakkındaki bu kuşkular güçlenerek artacaktır.  

Yasal Doping-Yasadışı Doping!

Başlıkta oksimoron yapmak gibi bir derdim yok. Aksine olanı olduğu gibi veriyorum. Sanat falan yok yani. Açıklayalım: Doping, günümüzde yapılan spor dallarında hâlâ mevcut. Kim yok derse yalan söylemektedir. Eskisinden tek farkı ise yasal olan maddelerin kullanımına izin veriliyor. Bazı maddeler ise UCI ya da federasyon tarafından yasaklı madde olarak ilan ediliyor. Yasal maddeleri kullanarak doping yapan sporcular, eğer izin verilen sınırlar içinde kullanmışlarsa, haklarında herhangi bir yasal işlem yapılmıyor. Yasaklı maddeyi kullanan bisikletçi, miktarı ne olursa olsun, derhal müsabakalardan men ediliyor, maddenin kullanım düzeyine göre para cezası ya da men cezası alıyor. Yasaklı olmayan bir maddeyi izin verilen sınırın üzerinde kullanan sporcu da doping yapmış olarak kabul ediliyor. Aynı maddeyi izin verilen sınırların içinde kullanan bisikletçiye ise hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Saçmalığa bakar mısınız? Bir miktarı serbest, bir miktarı yasak! Peki neden? Bu maddeleri tamamen yasaklamış olsalardı profesyonel bisiklet sporunda günümüzde sergilenen performans düzeylerine asla ulaşılamazdı. Arabaların çıkarken hararetten su kaynattığı yokuşları, neredeyse arabanın ulaşabileceği bir ortalama hızla, hiçkimse tırmanamazdı. Şimdi denklemin eşitliğini kuralım: Performans yoksa seyirci de yoktu. Seyirci yoksa sporsorluk da yoktu. Sponsor yoksa para da yoktu. Anladınız siz onu kanımca. Show bir şekilde devam etmeliydi; fakat doping maddeleri de izin verilen dozajlarda alınmalıydı. Sonuçta aşırı yüklenme sonucunda gerçekleşen müsabaka içi ölümler organizasyonların imajını zedeler, marka değerini düşürür, emperyalist kapitalist piyasanın sözde saygın spor organizasyonuna sekte vurabilirdi.

Sonuç

Kapitalist sermayenin elinde bir kâr oyuncağı hâline getirilen profesyonel bisikletin hâl-i pürmelâli tam olarak yukarıda anlattığım gibi işte. Çoğunluğu gariban ailelerden gelen profesyonel bisikletçiler sponsorlar ve organizatörler daha fazla para kazanabilsin diye sağlıklarını tehlikeye atacak biçimde doping yapıyorlar. Profesyonel bisikletçilere milyon dolarlar veren sistemin kodamanları, onların üzerinden milyar dolarlar kazanıyorlar. Günümüzde profesyonel bisiklet sporu milyar dolarlık bir işlem hacmine ulaşmış durumda. Herkes bu pastadan daha büyük bir pay kazanabilmek için çabalayıp duruyor. Bu işi sporu geliştirmek için yapıyoruz diyenlerin tamamı yalan söylüyor. Kimse bu kadar ağır bir yükün altına babasının hayrına girmez.

Sonuç olarak günümüzdeki profesyonel bisikletçiler de geçmiştekiler gibi kazanmak için her türlü dalavereyi yapmaya hazır durumdalar. Yapıyorlar da... Onları %2 daha hızlı yapacak bir maddeyi kullanmaktan asla çekinmiyorlar. Teknik ya da biyolojik doping yaparken "Bu etik mi acaba?" diye asla sormuyorlar. Onları zafere götüren yolda yapılan her türlü usülsüzlüğü mübah kabul ediyorlar. Onlar bütün bunları bir şekilde yapıyorlar yapmasına ama bu sporu takip edenler neden hâlâ bu dopingli üçkağıtçıları izlemeye devam ediyorlar? Dopingli olduklarından yüzde yüz emin olduğu bisikletçilerin yarışını izlemekten nasıl bir zevk alıyorlar? Anlamak mümkün değil. Spor insan bedeninin sınırlarını zorlayarak etik bir çerçevede mücadele ederek yarışmak değil miydi? Biz mi yanlış biliyoruz? Spor ne zaman meşru gayr-ı meşru her türlü yolu kullanarak daha fazla para kazanmanın, kısa yoldan zengin olmanın aracı hâline geldi? Aklımda deli deli sorularla bitiriyorum bu yazımı. 

Kalın sağlıcakla...

24 Mart 2018 Cumartesi

PROFESYONEL BİSİKLET SPORCULARI YA DA YENİ ORTAÇAĞ'IN MUZDARİP GLADYATÖRLERİ

Bisiklet sporcularının büyük bir çoğunluğunun alt sınıflara mensup aileler içinden çıktığını görürüz. Neden? Zengin çocuklarından bisikletçi çıkmıyor mu? Çıkıyor tabii ama oranladığımızda dezavantajlı ailelerin çocukları bu sporda daha başarılı oluyor. Niçin? Çünkü dezavantajlı ailelerden gelen bisiklet sporcuları para ve toplumsal statü için yarış koşuyorlar. Daha fazla para kazanmak istiyorlarsa daha başarılı olmak zorundalar. Bir başka açıdan bakarsak bisiklet sporcusu olmak gladyatörlüğün 19. ve 20.  yüzyıllara güncellenmiş bir biçimidir. Bisikletçi selenin üzerinde dehşetengiz acılar çekerken onu izlemeye gelen seyirci bundan zevk alıyor, yarışı izlemek için yaptığı harcamalarla ekonomiye can veriyor. Sponsorlar reklamlarını yapıyor, markalarını tanıtıyor. Oteller yarışı izlemeye gelen turistleri ağırlıyor, para basıyor. Dehşetengiz acılar çekerek, kendi gözümüzle görmesek bir insanın yapabileceğine inananamayacağımız bir performans ile zirveye birinci olarak ulaşan bisikletçi ise büyük bir para ödülü alıyor. Show devam ettiği sürece hemen herkes bir şekilde kazanıyor. Tıpkı eski Romalıların gladyatörleri arenalarda dövüştürüp inanılmaz bir ekonomik getiri elde etmeleri gibi...

21. Yüzyılda ise bisikletçi gladyatör olmaktan çok bir köledir. Profesyonel bisikletçiler, spor endüstrisi daha fazla kâr elde etsin diye insanüstü bir gayretle form tutmaya çalışan başarının tutsağı köleler haline geldiler. Evet, belki de milyon dolar kazanıyorlar bir yılda. Ama yaşadıkları hayat, hayat değil. Yıl boyunca yediklerine içtiklerine azamî miktarda dikkat etmek zorundalar. Sosyal hayatları yok denecek kadar az, aile hayatları ise düzensiz. Yılın 9 ayı boyunca yarış kovalıyorlar. Geriye kalan 3 ayda ise yarış sezonuna hazırlanmak için acımasızca antrenman yapıyorlar. Bizim rahat bir koltukta oturarak bile tahammül edemeyeceğimiz süreleri bisiklet üzerinde geçiriyorlar. Acılar içinde kıvranarak yüzde 15 eğimli yokuşlara tırmanıyorlar. Motorlu araçların bile çıkarken su kaynattığı zirvelere en az o araç kadar hızlı tırmanıyorlar. Dört tekeri olan bir araçla bile inerken üç buçuk attığımız bol virajlı yokuşlardan aşağı, karbon kağıdından yapılmış iki tekerli bir bisikletle 80-90 km hızla iniyorlar. 

Bazen duyuyoruz. Milyon dolar kazanan bisikletçiler var. Evet, gerçekten o paraları kazanıyorlar; ama hangi şartlar altında? Yağmurlu bir günde koşulan Paris Roubaix yarışının son 20 kilometresini Youtube'dan açıp izleyin. Ve yakın çekimlerde bisikletçilerin yüz ifadelerine bir bakın. Nazi işkencehanelerindeki bir Yahudi yüzünden farksız bisikletçi yüzlerinde bu sporun ne kadar zor bir spor olduğuna dair kısa ama vurucu bir şiir okuyacaksınız. Güneşli ve sıcak bir günde Ventoux'ya, Angliru'ya ya da Monte Grappa'ya tırmanan bisikletçilerin yüz ifadelerine bir bakın. Ebû Garip ya da Guantanamo'da insanlık tarihinin görmediği işkenceleri bilfiil yaşamak zorunda kalan insanların yüz ifadeleriyle karşılaşacaksınız. Tehlikeli bir viraj dönülürken kayıp düşen ve asfaltta sürünürken kolları ve bacakları yüzülen, buna rağmen ayağa kalkıp kanlar içinde yarışa devam eden bisikletçilerin yüz ifadelerine bir bakın. Bu sporun ne kadar kolay (!) bir spor olduğunu o yüz ifadelerinden okuyacaksınız.

Bazen sırf sponsorun adı daha fazla görünsün diye kaçış grubuna girmesi istenir bisikletçiden. Sponsorun adı kamerada biraz daha fazla görünsün diye yarışın son 10 kilometresine kadar bazen tek başına bazen de bir kaçış grubunun içinde çabalar durur bisikletçi. Sponsorun beklentileri doğrultusunda kaçış grubuna girmeye memur edilen bu bisikletçinin kişisel kariyer hedeflerinin hiçbir önemi yoktur zaten. Belki de o gün kendini etap alabilecek kadar güçlü hissetmektedir; ama kimin umurunda? Show devam etmeli, takıma para yatıran sponsorlar yaptıkları yatırımın son sentine kadar reklam getirisi elde etmelidirler. Bisikletçi mi, dediniz? O küçük aşağılık köle kimin umurunda? O sadece yarışın son kilometrelerine kadar önlerde olmaya bakmalı. İşi o. O lanet olası pisliğe o yüzden para veriyoruz dostum!

Çok büyük ve ünlü bir sprinter olabilirsin; ama yine de sponsorun zoru ile yarış koşturulursun. Neden? Çünkü sponsor senin adının üzerinden reklam yapmak için o takıma milyon dolar yatırmıştır. Sen yarış koşmayacaksan neden versin milyon dolarcıklarını? Daha önceden tura katılacak takım kadrosunda adın açıklanmasa bile ne gam. Bir şekilde halledilir o iş. Sen takma kafana o işleri. Dünyada ender rastlanan bir hastalıktan muzdaripsindir, üstüne üstlük 38 derece ateşli hastasındır; değil yarış koşmak bakkala ekmek almaya gitmeye mecalin yoktur; fakat bu durumdayken bile Fransa Turu'da birkaç etap koştururlar sana. Neden? Önemli olan senin etap kazanman değil, orada görünüyor olmandır. Sprint sırasında dikkatsizliğin yüzünden diğer sporcular ile bariyer arasına sıkışıp feci bir şekilde düşer, birkaç kemiğini kırarsın, bir hafta bütün gazeteler ve televizyonlar üzerinde sponsorun adı yazan forma ile senin fotoğrafını yayınlayarak haber yaparlar. Sponsor bundan ziyadesiyle tatmin olur ki seneye de o takıma milyon dolar yatırmaya devam eder. Neden diye sormayın Allah aşkına! Reklamın iyisi kötüsü olmaz da ondan. (Anlatılan bir Cawendish hikâyesi hiç değildir(!))

Dünyaca ünlü bir sprintersin. Senin adının geçtiği bir takıma sponsorlar bala konan arıları gibi saldırıyor sponsor olmak için. Defalarca üst üste dünya şampiyonu olmuşsun. Bir yarıştaki diğer sporcuların tamamı sana göre yarış stretejisi belirliyor. Tek başına 100 km kaçıp yarış kazanacak kadar güce ve kondisyona sahipsin. Sezon başındaki anıtsal bahar klasiklerden biri olan Paris Roubaix yarışını kazanarak tarihe adını altın harflerle yazdırmak senin en büyük amacın olmuş. Ona göre antrenmanlarını düzenliyorsun. Fisktürde kolay kazanacağın pek çok yarış olmasına rağmen sırf bu yarışı kazanmayı riske atmamak için o yarışlara katılmıyorsun. Bütün bu çabaya rağmen geri zekâlı bir seyircinin yola sarkıttığı hırkaya takılıp düşüyor ve kariyerine dünya şampiyonluğundan sonra altın harflerle eklemeyi istediğin ve yıl boyunca kazanmak için ölümüne hazırlandığın o anıtsal klasik bisiklet yarışı o noktada bitiyor senin için. (Anlatılan bir Sagan hikâyesi hiç değildir(! ))

Kariyerinin başında bir genç ya da ihtiyar bir bisikletçisin. Veya ne iyi bir tırmanışçı, ne iyi bir sprinter, ne de iyi bir genel klasmancısın. Ama yine de oldukça başarılı bir bisikletçisin. Tam bir görev adamısın. Tanımlanmış bir görevi yerine getirmek için askerî bir disiplinle çalışıyorsun. Takım liderine sadakatle bağlısın. O birinci olsun diye yapamayacağın fedakârlık yok. Yerine göre enerjini veriyorsun lidere, yerine göre mataranı, bazen bisikletini bile veriyorsun. Kısacası takım lideri birinci olsun da sana ne olursa olsun, pek önemli değil. Bütün bu çabaya rağmen takım lideri birinci olduğunda tüm gazeteler sadece onun adını yazıyor, bütün kameralar ve mikrofonlar takım liderine dönüyor. Sen dehşetengiz acılar içinde kıvranırken senin sayende etabı ya da turu kazanan takım lideri zaferin tadını çıkarıyor. Domestikler, takımın ağır işçileridirler, proleterleridirler. Üretimde en pis işleri onlar yaparlar; ama asla isimleri okunmaz. Takım liderin insan evladı ise senin sayende kazandığı yarışlardan dolayı sana bir miktar dolarcık verebilir. O kadar... 
(Anlatılan "isimsiz" bir domestik hikâyesi hiç değildir(!))  

Dünyaca ünlü bir genel klasman yarışçısı olabilirsin. Talihsizlik bu ya, kariyerinin sonu gelmiştir; ama sen bu kariyeri bir Fransa Turu şampiyonluğu ile taçlandırmayı planlıyorken hesapta olmayan bir kaza sonucunda daha ilk etaplarda çok feci bir biçimde yaralanırsın. Buna rağmen yarışı bırakmaz, etabı kanlar ve acılar içinde kıvranarak tamamlarsın. Hatta kazada ayakkabın ayağından çıkmış ve kaybolmuştur. Vakit kaybetmemek için en az 5 km yalın ayakla sürersin bisikleti. Yine vakit kaybetmemek için kanayan yaralarına bisiklet üzerinde yalap şalap bir tıbbî müdahale yapılır ve sen yarış koşmaya devam edersin. O etabı tamamladıktan sonra çektiğin acılar yüzünden yarışı bırakmayı düşünürsün; fakat sonradan görme bir zenginin kendi adını verdiği takımda yarıştığın için sana baskı yaparlar. O durumda bir iki etap daha koşmaya zorlarlar seni. Çünkü sponsor denen hödük senin adın için o takıma milyon dolar yatırmıştır. O dayanılmaz acılar içinde kıvranarak birkaç etap daha koşarsın. Sonunda da çektiğin acılara dayanamayarak gözyaşları içinde yarışı bırakmak zorunda kalırsın. (Anlatılan bir Contador hikâyesi hiç değildir (!))

Ülkenin ve takımının bisiklet sporunda bir başarı hikâyesine ihtiyacı vardır. Fakat senin bunu gerçekleştirecek düzeyde bilgi, donanım ve tecrüben yok denecek kadar azdır. Sponsorlar bir taraftan, takım yönetimi bir taraftan baskı uygular üzerinde. Sürekli senden kürsü isterler, sürekli şampiyonluk beklerler; fakat bu bir türlü olmaz. Gençliğinden ve tecrübesizliğinden yararlanarak sana birtakım yasaklı maddeler vererek performansını arttırırlar. Sen de birkaç yarışta profesyonel bisikletçilere bile nal toplatan bir performans sergileyerek etap birincilikleri falan kazanırsın. Ve kısa bir süre sonra kaçınılmaz son gerçekleşir, dopingli olduğun ortaya çıkar. Dopingli olduğun ortaya çıktıktan sonra senin doping yaptığını bilen, hattâ seni buna teşvik edenler bile sana sahip çıkmaz. Mal gibi meydanda kalırsın bir başına. Kamuoyu seni ayrı linç eder, bisikletçiler ayrı linç eder. Dopingli başarılarınla adını duyurduğun takımın ise aman takımın adı kirlenmesin diye suçu sadece senin üzerine yıkar, bir köşeye çekilir. Sen de tek başına bütün bu psikolojik baskının altında akıl sağlığını korumak ve tekrar spora dönmek için didinip durursun. Dopingli bir geçmişin olduğu için kendine kolay takım bulamazsın. Bulduğun takımlarla da arada güvensizlik oluşur doping geçmişin yüzünden. Sponsorların adı görünsün diye yaptığın doping yüzünden kariyerin bitme noktasına gelir; ama hiçkimse sana sahip çıkmaz. 
(Anlatılan bir doping hikâyesi hiç değildir(!))

SONUÇ

21. Yüzyılda profesyonel bisiklet yarışçısı, çağdaş bir gladyatör ya da sözleşmeyle tutsak edilmiş bir köleden başka bir şey değildir. Profesyonel bisiklet, mevcut koşullar değiştirilmeden, kesinlikle bir spor dalı olarak kabul edilemez. Bu, kan ve gözyaşı içinde çekilen bir işkenceden başka bir şey değil. Bu, artık bir spor değil! 

Profesyonel bisiklet, tam olarak bir bisikletçi soykırımıdır.