21 Mayıs 2018 Pazartesi

DOPİNGDEN MALULEN EMEKLİ BİR SPOR: PROFESYONEL BİSİKLET! 

Uluslararası basından öğreniyoruz ki katıldığı bir televizyon programında sunucunun, yarıştığı dönemde doping yapıp yapmadığına yönelik sorusuna "Yes!" yanıtını veren Lance Armstrong, bizim gibi gariban bisikletçiler için servet değerinde olan fakat Armstrong gibi "pro cyclist"ler için çiğdem parası olarak tanımlayabileceğimiz küçük bir para cezasıyla paçayı sıyırmış. Son yıllarda, yapılan testlerle doping yaptığı tespit edilen bisikletçilere ise bir süreliğine müsabakalardan men cezası veriliyor. Dopingliler kamuoyu önünde psikolojik bir lince maruz kalıyorlar. Daha sonra temiz olarak yarışsalar bile kamuoyunun bilincinde daima "doping yapan bisikletçi" imajıyla yer alıyorlar. Sonra bu dopingci bisikletçiler düzenli aralıklarla test ediliyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, bir daha o dopingci bisikletçi damgasını silmeyi başaramıyorlar.

Doğu Bloku Ülkelerinin Doping Geçmişi

Soğuk savaşın yaşandığı yıllarda Doğu Bloku ülkelerinden gelen sporcularda yaygın bir biçimde devlet destekli doping programı uygulandığı iddia edilirdi. Birkaç bireysel somut örnek dışında bunun sistemli bir biçimde devlet politikası olarak uygulandığı hiçbir zaman kanıtlanamadı. Örgütlü ve disiplinli bir toplum yaşamı içinde yetişen sporcuların takım sporlarında hayretler verici performanslar sergilemesi gayet normaldi. Tabii, Doğu Bloku ülkelerindeki insanların yiyecek ekmek bulamayacak düzeyde aç biilaç yaşadığını düşünen ortalama zekaya sahip bir batılı için bu iddialar her zaman doğruluğunu korumuştur; fakat aklı başında hiçbir spor otoritesi somut kanıtları hiçbir zaman bulunamayan bu asparagasa inanmadı. Profesyonel sporlardaki dipingli sporcu söylentilerinin evveliyatı, işte bu soğuk savaş döneminde Doğu Bloku ülkelerinden gelen sporcuları karalama propagandasına dayanıyor. 

Pantani'nin Doping Geçmişi

Matt Rendell'in Marco Pantani'nin Ölümü adlı kitabında Modonna di Campiglio'da patlak veren doping skandalından başlayarak Pantani'ye ait bütün tıbbî verileri analiz ederek bir dönem İtalyan bisikletini ve dolayısıyla dünya bisikletini mahveden devlet destekli R-Epo programını inkâr edilemez nesnel verilerle açıkça ortaya koyuyor. Modern bisiklet çağlarının son efsanesi olarak adlandırılan Marco Pantani'nin neredeyse bütün kariyerinin R-Epo suistimali üzerine kurulduğunu kanıtlarıyla anlatıyor. Sadece Marco Pantani mi? Tabii ki hayır. Onunla aynı kuşaktan olan bir düzineden fazla bisikletçinin devlet destekli bir R-Epo programından geçirildiğini görüyoruz. Doping konusunda İtalyan otoritelerinin de pek temiz olmadığını anlıyoruz böylece.   

Sadece İtalyan bisikletçileri değil, Marco'nun yaşadığı dönemde yarışan profesyonel bisikletçilerin bir kısmı şaibeli ölümlerle hayatını kaybetti. Matt Rendell'in kitabında bunun listesi tutulmuş. Tespit edilebilmiş olanları bile 15'ten fazla, genç yaşta şaibeli ölüm vakalarının neredeyse tamamında doping izine rastlanamıyor; fakat aynı zamanda bilim bu profesyonel bisikletçi ölümlerini de açıklayamıyor. 

Mustafa Sayar Vakası

Tour Of Turkey'in Meryemana'ya tırmanılan etabında arabalara su kaynattıran o meşhur yokuşu profesyonel tırmanmacıları bile hayrete düşüren bir performansla çıkmayı başaran Mustafa Sayar hakkında pelotonda birtakım gurultular çıkmaya başladı. Teee Cezayir Turu'nda verilen numunede yapılan testler neticesinde sporcumuzda yasaklı madde olan Epo'ya ulaşıldığı iddia edildi. Sonuçta tur birinciliği elinden alındı. Uzun bir süre müsabakalardan men cezası aldı. Neden? Arkasında Froome'unki gibi bisikletçisine her koşulda sahip çıkan büyük bir takımı yoktu da ondan. Neden? Arkasında her durumda ve koşulda sporcusuna sahip çıkan, sporcusuna güvenen ve onun arkasında duran bir federasyon ya da spor bakanlığı yoktu da ondan. Bu zorlu süreçte Mustafa Sayar yalnız bırakıldı. Adlî süreçte kendisine destek sunulmadı. Hem Türk hem dünya basınında ve kamuoyu önünde linç edildi. Bu toplu linç yüzünden takım arkadaşları bile onu doğru dürüst savunamadı. Sonuç olarak Türkiye'nin en başarılı tırmanışçıları arasında gösterilen, gelecek için umut veren bir bisikletçi kaybolup gitti.

Sayar bu maddeyi neden kullandı sorusundan daha önemli olan bir soru var ki o da bu maddeye Türkiye'de nasıl ulaşabildi? Bir bisikletçinin doktor desteği olmaksızın bu maddeyi kullanması mümkün değil. Öyle tek başına alınabilecek bir şey değil. Epo kullanan sporcunun düzenli testlerle doktor kontrolünde takip edilmesi gerekiyor. Sporcu da Epo kullandığını bilerek birtakım önlemler almalı. Bilmeden kendisine bu madde verilirse gerekenleri yapmadığı için kanı aşırı derecede yoğunlaşıp kalp krizinden ölebilir. Yani bilinçli ve planlı kullanılmadığında Epo öldürücü olabiliyor.

Doping kullanımının sorumluluğu sadece bisikletçiye mi ait yoksa organize bir olay mıydı? Bisikletçiye kendi bilgisi dışında gizli bir biçimde Epo tedavisi uygulandı mı? Belli değil. Bisikletçi her beyanında ısrarla kendisinin böyle bir maddeyi kullanmadığını vurguluyor. Olaydan sonra "yalnız bırakıldığını" iddia eden ama süreç hakkında da ayrıntılı bilgi vermeyen Sayar'ın söylemlerinden bu işin sorumluluğunun sadece kendisi üzerine yıkılmasını doğru bulmadığını çıkarıyoruz. Biz de doğru bulmuyoruz. 

İngiliz-ABD Ekolündeki Profesyonel Sahtekarlar 

Geçen yılın (2017) Vuelta'sında esasen nefes açıcı bir astım ilacı olan salbutamol fıs fısını izin verilen miktarın üzerinde kullandığı tespit edilen Chris Froome hakkında soruşturma başlatıldı. Fakat bu bisikletçi müsabakalardan men cezası almadı. Sky takımının ekonomik ve politik baskı araçlarını kullanarak Froome'un men cezası almasını engellediği ortada. Yoksa bu tür durumlarda yapılması gereken belli. Bisikletçi uluslararası spor mahkemesinde kendisini temize çıkarana kadar müsabakalardan men edilir. Söz konusu bisikletçi Türk Sayar olunca ceza önce dava sonra geliyor, İngiliz Froome olunca işler pek de öyle yürümüyor anlaşılan. 

Chris Froome, Lance Armstrong ve türevleri bisiklet sporuna ihanet eden sahtekarlardır. Onlara sahtekar demek bir hakaret olarak kabul edilmemelidir; zira köpeğe köpek demek hakaret değildir. Adı o. Sahtekarlık yapana da sahtekar demek hakaret olmasa gerek. İngiliz Amerikan ekolünden gelen pek çok bisikletçi temiz değil. Armstrong olayında da olduğu gibi birtakım kimseler tarafından korunuyorlar. Yıllar sonra Froome da doping yaptığını itiraf edecek ve olayın üzeri yine birtakım gizli eller tarafından kapatılacak. Tıpkı Armstrong'un itirafından sonra gelişen süreçteki gibi olacak her şey. Birkaç milyon dolarcık tazminat verir Froome, kurtuluverir Armstrong gibi. Fakat bu sahte profesyonel bisikletçiler hak etmedikleri birincilikleri alıp dururken zaman gerçek profesyonel bisikletçilerin aleyhine işler. Aslında birinci sırada olması gereken gerçek sporcular onurlu 2.likler ile yetinmek zorunda kalırlar. Bu iğrenç kapitalist spor endüstrisi düzeni yüzünden TDF'den soğudum. Makine gibi hesaplı kitaplı çalışan bisiklet gladyatörleri hâline getirilmiş profesyonel bisikletçileri izlemek bana zevk vermiyor artık.

Müsabakaların Meşruiyetini Zedelemeden Dopinge Devam!

Show bir şekilde devam etmeli fakat senaryoya uygun rol almayanlar da havuç sopa teorisine göre biraz da olsa cezalandırılmalı. Aksi takdirde düzen meşruiyetini yitirir. Froome'un TDF'den sonra Vuelta'yı da alması biraz göze battı geçen sene. Diğer yarışçıların kan ter içinde tırmandığı yokuşları Sky takımın sporcuları türkü söyleyerek çıkınca seyircilerin ve bu işten azıcık olsun anlayan herkesin kafasında birtakım soru işaretleri belirdi. Froome olayında sistem tamamen meşruiyetini yitirmesin diye "Bakınız, hata yapanı soruşturuyoruz." imajı yaratmaya çalışıyorlar. Aksi takdirde artık kimse inanmayacak bu kurulu düzene. O yüzden Froome'un fıs fıs kullandığını saklamadılar diye düşünüyorum. Zira saklayabilirlerdi. Avrupa'da bisiklet sporu üzerine yazılar yazarak hayatını kazanan pek çok ciddi spor yazarı da bu tezi savunan yazılar kaleme aldılar. Haaa tabii ki onlar yazdı diye hakikat budur diyemeyiz ama açıklamaları akla ve mantığa gayet uygun.

Bir de şunu açıklamak isterim ki sürüş tarzı dolayısıyla kendisini sevdiğim Sagan'da da Froome gibi izin verilen miktarın üzerinde kullanılan yasaklı bir madde çıksın "sahtekar" ifadesini onun için de tereddüt etmeden kullanırım. Bu yargım diğer pro bisikletçiler için de geçerlidir. Bu arada Sagan hakkında da ciddi kuşkularım var. Dünya Şampiyonası'nı hegemeonyası altına alırken kullandığı yasal yöntemleri şeffaf bir biçimde açıklamadığı müddetçe kendisi hakkındaki bu kuşkular güçlenerek artacaktır.  

Yasal Doping-Yasadışı Doping!

Başlıkta oksimoron yapmak gibi bir derdim yok. Aksine olanı olduğu gibi veriyorum. Sanat falan yok yani. Açıklayalım: Doping, günümüzde yapılan spor dallarında hâlâ mevcut. Kim yok derse yalan söylemektedir. Eskisinden tek farkı ise yasal olan maddelerin kullanımına izin veriliyor. Bazı maddeler ise UCI ya da federasyon tarafından yasaklı madde olarak ilan ediliyor. Yasal maddeleri kullanarak doping yapan sporcular, eğer izin verilen sınırlar içinde kullanmışlarsa, haklarında herhangi bir yasal işlem yapılmıyor. Yasaklı maddeyi kullanan bisikletçi, miktarı ne olursa olsun, derhal müsabakalardan men ediliyor, maddenin kullanım düzeyine göre para cezası ya da men cezası alıyor. Yasaklı olmayan bir maddeyi izin verilen sınırın üzerinde kullanan sporcu da doping yapmış olarak kabul ediliyor. Aynı maddeyi izin verilen sınırların içinde kullanan bisikletçiye ise hiçbir yaptırım uygulanmıyor. Saçmalığa bakar mısınız? Bir miktarı serbest, bir miktarı yasak! Peki neden? Bu maddeleri tamamen yasaklamış olsalardı profesyonel bisiklet sporunda günümüzde sergilenen performans düzeylerine asla ulaşılamazdı. Arabaların çıkarken hararetten su kaynattığı yokuşları, neredeyse arabanın ulaşabileceği bir ortalama hızla, hiçkimse tırmanamazdı. Şimdi denklemin eşitliğini kuralım: Performans yoksa seyirci de yoktu. Seyirci yoksa sporsorluk da yoktu. Sponsor yoksa para da yoktu. Anladınız siz onu kanımca. Show bir şekilde devam etmeliydi; fakat doping maddeleri de izin verilen dozajlarda alınmalıydı. Sonuçta aşırı yüklenme sonucunda gerçekleşen müsabaka içi ölümler organizasyonların imajını zedeler, marka değerini düşürür, emperyalist kapitalist piyasanın sözde saygın spor organizasyonuna sekte vurabilirdi.

Sonuç

Kapitalist sermayenin elinde bir kâr oyuncağı hâline getirilen profesyonel bisikletin hâl-i pürmelâli tam olarak yukarıda anlattığım gibi işte. Çoğunluğu gariban ailelerden gelen profesyonel bisikletçiler sponsorlar ve organizatörler daha fazla para kazanabilsin diye sağlıklarını tehlikeye atacak biçimde doping yapıyorlar. Profesyonel bisikletçilere milyon dolarlar veren sistemin kodamanları, onların üzerinden milyar dolarlar kazanıyorlar. Günümüzde profesyonel bisiklet sporu milyar dolarlık bir işlem hacmine ulaşmış durumda. Herkes bu pastadan daha büyük bir pay kazanabilmek için çabalayıp duruyor. Bu işi sporu geliştirmek için yapıyoruz diyenlerin tamamı yalan söylüyor. Kimse bu kadar ağır bir yükün altına babasının hayrına girmez.

Sonuç olarak günümüzdeki profesyonel bisikletçiler de geçmiştekiler gibi kazanmak için her türlü dalavereyi yapmaya hazır durumdalar. Yapıyorlar da... Onları %2 daha hızlı yapacak bir maddeyi kullanmaktan asla çekinmiyorlar. Teknik ya da biyolojik doping yaparken "Bu etik mi acaba?" diye asla sormuyorlar. Onları zafere götüren yolda yapılan her türlü usülsüzlüğü mübah kabul ediyorlar. Onlar bütün bunları bir şekilde yapıyorlar yapmasına ama bu sporu takip edenler neden hâlâ bu dopingli üçkağıtçıları izlemeye devam ediyorlar? Dopingli olduklarından yüzde yüz emin olduğu bisikletçilerin yarışını izlemekten nasıl bir zevk alıyorlar? Anlamak mümkün değil. Spor insan bedeninin sınırlarını zorlayarak etik bir çerçevede mücadele ederek yarışmak değil miydi? Biz mi yanlış biliyoruz? Spor ne zaman meşru gayr-ı meşru her türlü yolu kullanarak daha fazla para kazanmanın, kısa yoldan zengin olmanın aracı hâline geldi? Aklımda deli deli sorularla bitiriyorum bu yazımı. 

Kalın sağlıcakla...