27 Haziran 2020 Cumartesi

LEONARD RODGERS!!! TEK BACAK, TEK VİTES, SIFIR FREN; AMA KOCAMAN BİR YÜREK!!!

Kimi bisiklete binmeye ikna etmeye çalışsak hep aynı hikâye ile karşılaşıyoruz. Ben yapamam. Neden diye soruyoruz. Çok zor diye yanıt alıyoruz. Bedeninin spor yapmaya uygun olmadığını söyleyenler de çıkıyor hep karşımıza. Bahaneler üstüne bahaneler icat ederek bisikletli bir yaşamdan uzak durmak için bin dereden su getiren bu arkadaşlarımızla uğraşmaktan bıktık. Onları bisikletli yaşama ikna etmek için ortaya koyduğumuz her argümana karşı bir antitez üretmeyi başarabildikleri için kendilerini kutluyorum. Başka bir şey gelmez elimden. Normal bisikleti bir yana bırakalım, birilerini fixed geara ikna edebilmek için çekeceğimiz sıkıntıları bir düşünün derim. İnsanları daha frenli-vitesli bir bisikleti kullanmaya ikna edememişken onları frensiz-vitessiz bir fixed geara nasıl ikna edebiliriz ki? Hayal bile değil!

Bu yazıyı onlara farklı bir bakış açısı sunmak için yazıyorum. Bedenlerini nasıl harcadıklarını, yaşamlarını nasıl tekdüzeleştirdiklerini görmeleri için onlara aykırı bir yaşamdan örnekler sunacağım. Doğanın onlara vediği, her uzvuyla parçalanamaz bir bütün oluşturan, insanı hayret içinde bırakan bir uyumla tasarlanmış insanın bedeninden söz ediyorum burada. O kusursuz uyum abidesi bedende bir parçanın yerinde olmadığını hayal edin ve bu eksik parçalı beden de sizin bedeniniz olsun. Empati kurmak o kadar da zor olmamalı ama değil mi? Ölürken son sözlerim "Empati, biraz empati!" olacak muhtemelen. Çocukluğum boyunca bana başka çocukları örnek göstererek benim başarısızlıklarımı yüzüme vuran sevgili ebeveynlerimi burada saygıyla anıyorum. Bir insanı başka bir insana örnek olarak göstermekten bu yüzden nefret ediyorum; ama bunu bu yazımda yapacağım. Affedin beni sevgili dostlarım.

Bu blogda da okuduğunuz "Bisiklete Binerken Terliyorum. Ne yapayım?" adlı yazımı aynı zamanda Bisikletforum'da da yayınladım. O yazımın altına yapılan yorumlardan birinde Berk Evren adlı bir forum kullanıcısı tarafından ilginç bir YouTube videosu paylaşıldı. O videoda hayat hikâyesi anlatılan fixieci dostumuzu ben de bu paylaşım sayesinde tanıdım. Kendisini tanımama vesile olduğu için Berk Bey'e buradan da teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Videoda tanıtılan kişi normal bir fixieci olsaydı geçip giderdim. Ama o öyle bir fixieci ki, fixed gear hakkındaki tüm önyargıları yıkabilecek güçte bir insan. Hakkında uzun uzun yazılmayı bu yüzden hak ediyor.

Leonard Rodgers, nâm-ı diğer Leo Rodgers-(Burada bir aslan vurgusu var sayın seyirciler) bir çılgın fixieci. Normal bir insanda iki adet olan bacak adlı uzuvdan kendisinde bir adet var. Kısaca tek bacakla fixiesini sürüyor. Hikâye burada bitmedi. Tek bacakla frensiz bir fixie sürüyor. Zira her çılgın fixieci gibi fixieye fren takılmayacağını biliyor. Fixiede vitesin olmadığını siz zaten biliyorsunuz. Bilmiyorsanız şimdi öğrendiniz. Tek bacakla vitessiz bir bisiklet sürüyor Leo! Şimdi denklemi toparlayalım. Bu koca yürekli insan, tek bacakla frensiz ve vitessiz bir fixed gearı kullanabiliyor. Ve hâlâ hayatta! Tek bacakla frensiz bir fixieye bindiği için ölmedi, kalbimizde değil gerçek hayatta kanlı canlı bir biçimde yaşıyor. Bitti mi? Bitmedi.

Leo Rodgers, kendisine özel olarak tasarlanmış bir fixed gear bisikletle velodromda yapılan pist bisikleti yarışlarına katılıyor. (Aynakolun sadece bir tarafı var, diğer kol ağırlıktan tasarruf etmek için çıkarılmış, siz ne sandınız? Geriye kalan parçalar normal bir fixed gear ile aynı. ) Kalabalık fixieci gruplarıyla uzun ve çılgın turlara çıkıyor. Tek bacakla sürdüğü fixiesi ile yokuş tırmanıyor. O da bir şey mi, tek bacakla kullandığı frensiz bir fixie ile yokuş iniyor. Gravel bisikleti ile dağlarda tepelerde dolaşıyor. Bir bisiklet dükkânı var. Geçimini kimseye muhtaç olmadan buradan kazandığı para ile sağlıyor. Her çeşit bisikleti burada A'dan Z'ye tamir ediyor, bakım yapıyor. Bu saydıklarımın tamamını kimseden destek almadan kendi başına yapabiliyor. Tek bacakla yürümek teknik olarak mümkün olmadığı için bisiklete binmediği zamanlarda günlük ihtiyaçlarını karşılamak için koltuk değneklerini kullanıyor.

Bisikletle ilgili her alanda sosyal sorumluluk projelerine katılıyor, destek veriyor. Dünyanın en ünlü bisiklet dergilerine kapak olacak düzeyde büyük işler yapıyor. Bisiklet dergilerinde kaçımızın yaşam öyküsü kapak oldu ya da olabilir? Bizim bisikletli yaşamlarımızın kaçı manşete taşınabilir? Binlerce takipçiye sahip sosyal medya kanalları tarafından kendisine mikrofon uzatılıyor. Çünkü yaşam öyküsü sosyal medyayı etkin kullanan gençler için saygı duyulası bir örnek! Ana akım medyada onlarca kez yaşam öyküsü ile haberlere çıkıyor. Engelli bireylerin toplumsal yaşama katılması konusundaki her çabaya yaşam öyküsü ile örnek oluyor. Milyonlarca engellisini çeşitli imkânsızlıklar dolayısıyla eve hapsetmek zorunda kalan bir ülke için de yaşam mücadelesi ile örnek olmaya devam ediyor. Oysa bir bisiklet bile herhangi bir engelli bireyin yaşamında ne kadar büyük değişiklikler yaratabilir. Bunu Leo Rodgers'in yaşam öyküsünden öğrendik. 

Başka ülkelerde insanlar yoksunluklarını aşarak bisikletli bir yaşamın kapılarını aralıyor. Biz de ülkemizdeki sapasağlam insanları bisikletli ulaşıma ikna etmek için çabalayıp duruyoruz. İşe bisikletle gidiniz diyoruz; ama terliyorum diye yanıt alıyoruz. Günlük hayatta kısa mesafeli ulaşım ihtiyaçlarınızı bisikletle karşılayın, en azından ekmek almaya giderken bisiklete binin diyoruz; yoruluyoruz diyorlar bize. Fixed gear kullanmalarını bir kenara bırakalım normal bir bisiklet sahibi olup onu günlük hayatta etkin olarak kullanmalarına bile razı olacağız. Ama yok! Şevk bitmiş. Hayata dair bir beklentisi kalmamış insanlarla muhatap oluyoruz. Toplu taşıma araçlarının içinde üst üste alt alta seyehat etmek çok konforlu bir şeymiş gibi bisikleti hor görüyorlar.

Hayat insanın önüne çok büyük engeller çıkarabilir. Bir gün önce yerinde olan kolunuz bir gün sonra yerinde olmayabilir, bir gün önce üzerinde yükseldiğiniz bacağınızı bugün yaşayacağınız bir kaza sonucu kaybedebilirsiniz. Başınıza her şey gelebilir; ama hayat her şeye rağmen devam edecek. Siz nefes almaya devam ettikçe yaşam da akıp gidecek. Büyük bir felaket sonucunda bedensel bütünlüğünüzü yitirdiğiniz zaman umudunuzu yitirmeden hayata bağlı kalmayı nasıl başarabilirsiniz? Ne kadar zor bir soru, değil mi? Bedenimizin her yerinin sapasağlam olmasına rağmen bisiklete binmemenin bahanesi olamaz. Tek bacakla harikalar yaratan bir insan varsa, bisikletli bir yaşam tek bacakla yapılabiliyorsa iki bacakla daha kolay yapılabilir. Bacaklarınız henüz yerli yerindeyken onları onurlandırın. Bisiklet kullanın, belki ileride kullanamayacaksınız. Nereden bilebilirsiniz ki?

Yürüyebiliyorken yürüyün, koşabiliyorken koşun, bisiklete binebiliyorken binin! Hayatta başınıza ne gelirse gelsin, bisikletten asla vazgeçmeyin! Leonard Rodgers, asla vazgeçmedi, umutsuzluğa kapılmadı, kendi bedeninin sınırlarını bilerek kendi hayatına renk katan akılcı ve bilimsel bir bisikletli yaşam inşa etmeyi başarabildi. Kendisini ayakta alkışlamak dışında elimizden bir şey gelmiyor. Leo Rodgers adını zihninizin bir köşesine altın harflerle yazın. Kim size bisiklet süremeyeceğini söylerse onun hayat hikâyesini örnek gösterin.

Kaynaklar 

1. https://youtu.be/GtpsevprnoA
2.https://www.bicycling.com/culture/a32346213/leo-rodgers-amputee-cyclist/
3. https://tampamagazines.com/tampa-confidential-leo-rodgers/

17 Haziran 2020 Çarşamba

BİSİKLET YOLLARI ÜZERİNE... VOL 1

İNSANLAR BİSİKLETE BİNDİĞİ İÇİN Mİ BİSİKLET YOLU YAPILIR; YOKSA BİSİKLET YOLU YAPILDIĞI İÇİN Mİ İNSANLAR BİSİKLETE BİNER?

Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan paradoksunun bundan daha karmaşık olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu "insanlar bisiklete bindiği için mi bisiklet yolu yapılır; yoksa bisiklet yolu yapıldığı için mi insanlar bisiklete biner" paradoksu bisikletçiler arasında ciddi bir tartışma konusudur. Bisikletle uzaktan yakından alakası olmayan insanların çok da salladığı bir paradoks değil; fakat bisikletçilerin üye olduğu forumlarda ve sosyal medya gruplarında bu konu hakkında saç baş yolduracak kadar şiddetli tartışmalar yapılıyor. Bir grup, bisiklet yolları yapılırsa şehirlerde bisiklet kullanan insanların sayısının doğal olarak artacağını savunuyor. Bir şehirde bağlantı noktaları güvenli bir biçimde tasarlanmış, toplu taşımaya entegre bisiklet yolları yapılırsa o şehirde bisiklet kullanan insan sayısının artacağı tezini savunuyorlar. İnsanlar trafikte bisiklet sürerken kendilerini güvende hissetmiyor, bu yüzden de trafikte bisiklet kullanmıyor, bölünmüş güvenli bisiklet yolları yapılırsa daha fazla insan ulaşım için bisiklet sürmeye başlar diyorlar. İnsanlar kendilerini bisiklet yollarında güvende hissederse onları gören daha fazla insan bisiklet kullanmaya başlayacaktır ön kabulünden hareketle tezlerini geliştiriyorlar.

Diğer grup ise insanlar yoğun bir biçimde bisiklet kullanmaya başlarsa bisiklet yollarının kendiliğinden yapılacağını savunuyor. Ne kadar çok insanı bisikletli bir yaşam konusunda ikna edip saflarımıza kazanırsak o kadar güçlü oluruz. Bisiklet yolları olmadan bisiklet kullanmaya ikna ettiğimiz kitlelerle politik bir baskı mekanizması oluşturabiliriz. Böylece yerel yönetimlerden başlayarak merkezi idareye politik baskı uygulayacak bir kitlesel çoğunluk elde edebiliriz. Bu çoğunluğa ulaştıktan sonra yerel ya da merkezi iktidarlara baskı uygulama gereği duymadan dahi bisiklet yollarını kazanabiliriz. Ülkemizin her neresinde olursa olsun, her sabah binlerce insanın işe bisikletle gittiği bir şehirde, o şehrin yönetiminden sorumlu olanlar doğal olarak bisiklet yolları yapmak zorunda kalacaklardır. Zira modern insanın icat ettiği saçmalıklardan biri olarak liberal demokratik düzen bunu gerektiriyor. Binlerce bisiklet kullanıcısı aynı zamanda da seçmendir. Onların oyunu almak istiyorsan onlara hizmet götürmek zorundasın. Politik bilinç sahibi her seçmen kendi kişisel çıkarlarına hizmet eden politik öznelere destek verir. Yerel politikadaki politik tercihler ile ulusal politikadaki tercihler farklı olabilir. Yerel politikada bisikletli yaşamı inşa edecek kapasite ve kalitede bir adaya kendi görüşünüze uygun bir partiden olmasa bile oy verebilirsiniz. Modern insan, kişisel çıkarlarıyla en çok örtüşen adaya oy verir. Modern insanın ekonomik tercihleri politik tercihlerini belirler. İnsanlar bisiklet kullandığı için bisiklet yolları yapılır tezinin temel dayanak noktası kentsel yatırımların bir ihtiyaçtan kaynaklanması gerektiği ön kabulüdür. Bisiklet yollarını bir ihtiyaç haline getirecek oranda çok sayıda insan şehirlerde bisiklet kullanmaya başlarsa doğal olarak bu ihtiyacı karşılamak için bisiklet yolları yapılacaktır.

İki gurubun da haklı gerekçeleri olduğunu kabul etmek gerekiyor. Fakat bu noktada ülkemizdeki bisiklet yolu pratiklerinden öğrendiğimiz şeylerden hareketle bir teori inşa etmek zorundayız. Bisiklet yolları şu aralar yapılan "pop up bisiklet yolları" ile gündem olmasına rağmen ülkemizde bisiklet yolu yapma pratiğinin ilk örnekleri bunlar değil. Önceki örneklerden uygulaması yapılan ve başarı elde eden yol örnekleri var. Yahut yapıldıktan sonra ortadan kaldırılan bisiklet yolu örnekleri de var. Hepsini incelediğimizde şunu görüyoruz ki bir ihtiyaç dolayısıyla yapılan bisiklet yolları kalıcılığı yakalıyor. Bir ihtiyaçtan doğmayan, çeşitli sivil toplum örgütlerinin baskılarıyla yapılan bisiklet yollarının ömrü kısa oluyor, yapıldıkları hızla yok olup gidiyorlar. Tasarlamak kolaydır; ama yapılan tasarımın gerçekleştirilebilir olması daha önemlidir. Ben de şehir haritasını önüme alıp şuraya buraya bisiklet yolu tasarlarım; ancak bu yollar insanların ihtiyaçlarına yanıt vermezse, yani teori gerçek hayatın nesnel gerçekliğinde sınanarak onanmazsa bunlar soyut hayaller, kişisel fanteziler olarak kalacaktır. Gerçek hayat bizim kişisel fantezilerimize göre şekillenmez. Gerçek hayat zorunluluklar üzerine kuruludur. 5 milyon insanın yaşadığı bir şehirde 250 kişi bisiklet kullanıyor diye bisiklet yolu yapılamaz. Yapılırsa bu yol süreklilik kazanamaz, kalıcı olamaz. Aynı şehirde 1 milyon insan ulaşımını bisikletle yapmaya başlarsa bisiklet yolları bir zorunluluk haline gelecektir. Yerel ve merkezi iktidar bu kadar büyük bir kitlenin ihtiyacını görmezden gelemeyecektir.

Sahil kenarına yapılan bisiklet yollarında kalıcılığın sağlandığını görüyoruz. Şehir içinde çıkar çatışması yaşanan alanların çok olduğu (semt sakinleri, esnaf) noktalarda yapılan bisiklet yollarının ise kalıcı olamadığını görüyoruz. Çünkü insanlar hafta sonlarında -hatta hafta içinde bile- sahillerdeki bisiklet yollarını etkin biçimde kullanıyorlar. Şehir içindeki yolları ise kullanmıyorlar. Deniz kenarında trafik gürültüsünden uzak bir ortamda bisiklet sürerek spor yapmaktan zevk alıyorlar, zevkli geldiği için de sık sık kullanıyorlar. Aklı başında her insan doğal bir ortamda spor yapmak ister. Ben şehir içi rotalarımda bile trafiğin az ağacın bol olduğu rotaları tercih ediyorum, yolumu uzatmak zorunda kalsam bile... Deniz kenarındaki bisiklet yollarını kullanan insanlarımız da tam olarak bu yüzden o yolları tercih ediyorlar. O yolda bisikletlerini sürüp spor yapıyorlar, turdan sonra bir kafeye oturup yiyip içiyorlar (esnaf bisikletçiden para kazanıyor), doya doya denizi seyredip ferahlıyorlar. Bütün bu nedenler de oradaki bisiklet yolunu insanlar için cazip kılıyor. Bu cazibe merkezi de bisiklet yolunun kullanım oranını arttırıyor. Bu bisiklet yolu kullanıcıları, çoğunlukla bisikleti spor amaçlı bir hafta sonu etkinliği olarak kullanan insanlar. Aralarında ulaşım amaçlı bisiklet yolu kullanan kimseler de var tabii. Fakat bir şehirde kaç kişinin işi sahildeki bu bisiklet yollarının üzerinde olabilir ki? Doğal olarak çok az. Peki, ulaşım amaçlı olarak bisiklet kullanacak bireyler için ne yapabiliriz. Onları bisikletli yaşama nasıl kazanabiliriz? Asıl yanıt aranması gereken soruların bunlar olduğuna inanıyorum.

Şehir içinde ulaşımı sağlamak amacıyla sivil toplum kuruluşlarının baskısı ile yapılan bisiklet yolları var. Bu yollar yukarıda açıkladığımız birinci teze göre yapılıyor. Yani bir bölgede güvenli bisiklet yolu olursa bisiklet kullanımı da artar tezine göre hareket eden bisiklet sivil toplum kuruluşları belediyelere baskı yapıyor ve bu bölgelerde bisiklet yollarının yapılmasını sağlıyor. Yapılan yollar geniş halk kitleleri tarafından desteklenmeyen sivil toplum kuruluşları veya derneklerin arzusuyla inşa edildiği ve toplumsal bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığı için de kullanılmıyor. İnsanlar bu yolları ulaşım amaçlı olarak kullanmıyorlar. Bomboş bisiklet yolları da bölge halkında tepki uyandırıyor. Bisiklet sivil toplum kuruluşları geniş halk kitlelerini örgütleyebilen bir yapıda olsalar, sözgelimi yapılan yolu her gün binlerce bisikletlinin kullanmasını sağlayacak kadar geniş bir halk tabanına dayansalar bu yollar kalıcılığı yakalayacak; ancak bisiklet sivil toplum kuruluşları böyle geniş bir halk tabanına sahip değiller. Bir sonraki dönem belediyeyi devralan siyasi irade tarafından bu yolların kolayca yok edildiğini görüyoruz. Bu yollar bir türlü kalıcı olamıyor; çünkü yapılan yollar geniş halk kitleleri tarafından kullanılmıyor. Bölgedeki semt sakinlerinin ve esnafın baskısı ile yok ediliyorlar. İşin ilginç kısmı şurası ki semt sakinlerinin ya da esnafın baskısı ile yok edilen sahil bisiklet yolu neredeyse yok gibi. Çünkü bu yollar etkin bir biçimde insanlar tarafından kullanılıyor. Oraya ayrı bir bisiklet yolu yapmasanız bile insanlar o bölgedeki kaldırımda bisiklet süreceklerdir. Şöyle bir anagram yapalım: Bir gece İzmir-Kordon'daki bisiklet yolu belediye tarafından yok edilse ve yerine kilit taşı döşeli bir kaldırım tarzında yürüyüş yolu yapılsa bile insanlar orada bisiklet kullanmaya devam edecektir. O bölgedeki bisiklet yolunu kaldırarak insanların orada bisiklet kullanmasını engelleyemezsiniz. Ciddi para cezaları içeren caydırıcı yasaklar getireceksiniz ki insanlar orada bisiklet kullanmaktan vazgeçsin.

Bir yerde bisiklet kullanmak kitlesel bir ihtiyaç haline gelmişse, iktidar sahipleri hangi yasağı koyarsa koysun, orada insanların bisiklet kullanmasına engel olamayacaklardır. Bisikleti insanlar için bir ihtiyaç haline getirecek kitlesel propaganda araçlarını etkin bir biçimde kullanmak zorundasınız. Kitleleri bisikletli yaşama kazanmayı başarabilirseniz, o kitlelerin oyunu almak isteyen politikacılar da bu realiteye duyarsız kalamayacaktır. Bir yere bisiklet yolu yaptırmak kadar kolay bir şey yok. Onu anladık. Birkaç dernek, kalabalık üye sayısına sahip birkaç sosyal medya grubu buna yetebiliyor. Asıl sorun yapılan bisiklet yolunu bisiklet süren insanlarla doldurmayı başarabilmektir. Onu başarabildiğimiz zaman bisiklet yolları kalıcılığı yakalayacak ve kent kültürünün bir parçası haline gelebilecektir. Politik bir eylemde başarının altın anahtarı kitleselleşmedir, bisikletli bir yaşama yönelik kentsel dönüşünü sağlamak da devrimci bir politik eylemdir, o halde geniş halk kitlelerini bisikletli yaşamın saflarına kazanmak zorundayız. Bisiklet şehri olma talebi geniş halk kitleleri tarafından dillendirilmeye başladığı zaman dönüşümün vakti gelmiş demektir. Bir şehirde yaşayan insanların ezici çoğunluğu bisikletli ulaşımın saflarında örgütlenmişse onların haklı taleplerinin önünde hiçbir lobi duramaz.

Sonuç olarak yazının başında sizlere sunduğum paradoksa benim verebileceğim yanıt şu olacak: İnsanlar bisiklete bindiği için bisiklet yolları yapılır; bisiklet yolu yapıldığı için insanlar bisiklete binmeye başlamaz!

14 Haziran 2020 Pazar

BİSİKLETE BİNERKEN TERLİYORUM!!! NE YAPAYIM?

Günlük ulaşım ihtiyacını bisikletle karşılamak isteyen insanları düşündüren en önemli sorun terlemedir. Herkes işe bisikletle gitmek ister ancak hiç kimse terli bir biçimde de akşama kadar çalışmak istemez. Şehirlerimizde bisikletli ulaşımın gelişmemesinin en önemli sebeplerinden biri terlemedir. Şehirlerimizde yeterli miktarda bisiklet yollarının olmaması ya da trafikte karşımıza çıkması muhtemel tehlikeler bisikletli ulaşımın gelişmesine terleme sorunu kadar engel teşkil etmiyor.

İşe bisikletle gidip gelmelerini tavsiye ettiğim normal insanların tamamının terleme konusunda büyük endişeler taşıdığını görüyorum. İşe bisikletle gidip gelen anormal bir insan olan bana ilk sordukları soru "Terlemiyor musun?" oluyor. İşe bisikletle gitmeme konusunda ortaya attıkları ilk bahane de yine "terleme" oluyor. Konuştuğum herkes bir şekilde işe bisikletle gitmek istiyor; ancak hiç kimse terlemek istemiyor. Anlayamadığım bir nokta var burada: İnsanların hayvan gibi otobüslere-metrolara doldurulduğu toplu taşıma araçlarında da terliyorlar ama bunu hiç dert etmiyorlar. Fazla benzin yakmasın diye klimasını açmadan kullandıkları otomobillerinde bir türlü açılıp da akmayan trafiğe karşı sinir krizleri geçirip ağız dolusu söverek işe gidip gelirken de terliyorlar; ama bunu da hiç dert etmiyorlar.

Yaklaşık olarak 5 yıldır işe bisikletle gidip geliyorum. Her gün terliyorum. Ama hiç kokmuyorum. Peki, bunu nasıl başarıyorum. Yıllardır işe bisikletle gidip gelen biri olarak bu konuda kendi yaşamsal pratiğimden elde ettiğim çözüm yollarını size sunmak istiyorum. Bu çözüm yollarını uygulayıp uygulamamanızı ise pek önemsemiyorum. Zira ben hâlimden memnunum. Bu yöntemler beni temiz tutmaya yetiyor. Sizi de temiz tutmaya yetebilir diye düşünüyorum. Benden önermesi. Uygulayıp uygulamamak size kalmış. Hatta sizlerin de terlememe konusunda yahut terledikten sonra kokmama konusunda birtakım pratik yöntemleriniz vardır mutlaka. Benim önerilerimden farklı yöntemleriniz varsa siz de yorumlarda bunlardan söz edebilirsiniz. Ben de sizin yaşamsal pratiğinizden farklı bir şeyler öğrenebilirim diye düşünüyorum.

Öncelikle terleme nedir, insan neden terler oradan başlayalım. Vücut ısımızı sabitlemek için ter bezlerinin sıvı üretmesi olayına terleme diyoruz. Bu açıdan bakarsak, vücudun soğutma sistemi terlemedir. Otomobillerde radyatörün yaptığı işi vücudumuz açısından terleme yerine getiriyor. Artan vücut ısısını düşürmek ve sabitlemek için ter bezleri sıvı üretir ve bu sıvıyı deri aracılığıyla dışarı atar. Bu sıvı kirli bir sıvı değildir. Bilinenin aksine ter kokmaz. Terin kendi kokusu yoktur. Koku, terli bölgenin ıslak kalması sonucunda o bölgede üreyen mikroorganizmaların ürünüdür. Yani kokan şey sizin teriniz değildir, terledikten sonra kurulanmayan vücutta türeyen bakterilerdir.

Herhangi bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkmıyor ise terleme gayet sağlıklı ve doğal bir süreç. Bir vücudun ısınınca terlemesi gayet doğal ve sağlıklı bir durum. Sözgelimi koşunca terlerseniz bunu pek dert etmeyin, terlemiyorsanız işte o zaman sorun büyük. Terlediğiniz için suçluluk duymayın, bu çok saçma bir şey. Yemek yemeye ihtiyaç duyduğunuz için suçluluk duyuyor musunuz? Yahut tuvalete gittiğiniz için? Peki, gaz çıkardığınız için? Ya da sevdiğiniz biriyle seviştiğiniz için suçluluk duyuyor musunuz siz?

Bunların tamamı bedeninizin temel işleyiş mekanizmasının yâni doğasının bir ürünü. Bunları yaptığımız için utanç duyamayız. Ancak bunları yapmanın belli toplumsal kuralları var. Ortalık yere dışkılamaya çalışamazsınız, toplum içinde gaz çıkaramazsınız, açık alanlarda sevişemezsiniz, yemek yemeye ayrılmış mekânlar dışında yemek yiyemezsiniz. Bunlar çok büyük kabalık, değil mi? Terlemek de vücudumuzun doğal bir sürecidir; ama terledikten sonra temizlenmediğimiz için ortaya çıkan kokuya çevremizdeki insanları katlanmak zorunda bırakmak çok büyük bir kabalıktır.

Terledikten sonra kokmak istemiyorsanız terledikten sonra yıkanmalı yahut bir şekilde vücudunuzu kurulamalısınız. Koku yaratan bakterilerin üremesine imkân sağlayan ıslaklığı yok ederek kokuya engel olabilirsiniz. Ben işe bisikletle gidip terledikten sonra kokmamak için şu yöntemleri kullanıyorum. Belki sizin de işinize yarar.

1. Her gün sabah bir, akşam bir yıkanırım. Yaz kış bu düzende bir değişiklik olmaz. Gün içinde bisiklet sürüp terlesem de kokunun oluşumuna imkân vermeden yıkanmış olurum.

2. Bir gün giydiğim iç çamaşırını asla ama asla ertesi gün giymem. Her gün düzenli olarak iç çamaşırlarımı değiştiriyorum. Gün içinde terlemeyle ıslanmış olsalar da ertesi gün aynı çamaşırları kullanmadığım için koku üretemiyorlar. 

3. Sabah iş yerine gittiğimde değiştirmek üzere bir adet iç çamaşırı takımını bisiklet çantama akşamdan yerleştiriyorum. Çantam su geçirmez olmasına rağmen yine de çamaşırları iyice katlayıp kilitli buz dolabı poşetinin içine yerleştiriyorum.

4. Başka bir poşete de küçük bir havlu koyup akşamdan çantama yerleştiriyorum. Ertesi gün iş yerine gittiğimde çok terlemişsem iş yerimin tuvaletinde havlu ile vücudumu iyice kuruladıktan sonra iç çamaşırlarımı değiştiriyorum.

5. Böylece duş almadığım hâlde iş yerimde kuru ve temiz kalmayı başarabiliyorum. Sabah iş yerime bisikletle giderken terlemiş olmama rağmen kendimi kuruladıktan sonra iç çamaşırlarımı değiştirdiğim için akşama kadar kuru bir şekilde işimi yapabiliyorum. Kimsenin ruhu duymuyor. Tuvalete çantayla girip çantayla çıkmam dışında dikkat çekecek bir davranış yok. 007 Bisikletçi James Bond iş başında!

6. Akşam işten çıkıp eve bisikletle dönüyorum. Genelde yolu uzatarak eve dönüyorum ve doğal olarak daha çok terliyorum. Eve girer girmez ilk işim banyoya gidip yıkanmak oluyor. Tabiî ki yıkadıktan sonra temiz çamaşırlar giyiyorum. Terli çamaşırları makineye atıyorum.

Gördüğünüz gibi herkesin bildiği temel temizlik kuralları dışında mucizevi şeyler yaparak terleme ve onun sonucu olan kokudan kurtulmuyorum. Kişisel bakım ve temizliğime dikkat etmenin dışında yaptığım tek şey iş yerime her gün bir takım iç çamaşırı götürmek ve onu iş yerimde buna müsait bir alanda değiştirmek oluyor. Öyle kimsenin bilmediği bir numarası yok yâni. Atomu parçalamaktan kolay! Ter kokusunu perdelemek için parfüm yahut terlemeyi engellemek için deodorant gibi doğal olmayan kimyasal maddeleri kesinlikle vücuduma sürmüyorum. Çünkü benim vücudum kâr amaçlı kimya şirketlerinin pazar alanı falan değil. Benim vücudum benim kararım!!!

Günlük rutin hâline getirilen birtakım yaşamsal ilkeler sayesinde bisiklet sürerken de temiz ve kuru kalabiliyorsunuz. Bahaneler icat etmeden, bizi esir alan ve işlevsel olmayan yanlış günlük rutinlerimizden kurtularak terlemeye çözüm bulabiliyoruz. Basit birtakım ilkesel değişiklikler ile işe bisikletle gidip gelirken bile ter kokmuyor, temiz ve kuru kalmayı başarabiliyoruz. İşin tek olumsuz yanı evdeki çamaşır makinenizi birazcık yoruyorsunuz. Ama işe bisikletle gidip gelerek elde ettiğiniz kazanımların yanında makinenin fazla çalışmasının lafı mı olur allasen?

Bu önerilere bile "İş yerimde çamaşır değiştirebileceğim bir yer yok!" bahanesini ileri sürerek kendi uyuşukluğuna kılıf ayarlamaya çalışanlara söylenecek bir sözümüz yok. Onların hayatta karşılaştıkları her soruna uygun birer bahaneleri vardır zaten. Uyuşukluk karakterleri olmuş. Onlara ne deseniz kâr etmez. Onları bisikletli bir yaşama ikna etmenin imkânı kalmamıştır. İğrenç toplu taşıma araçlarında kan ter içinde işe gidip gelmek onların hak ettikleri bir yaşam tarzı. Ellemeyin. Çeksinler.

(Burada sağlık sorunları yüzünden bisiklet binemeyecek durumda olan insanlar için bir parantez açmak istiyorum. Onlar tabii ki toplu taşıma araçlarını kullanacaklar; çünkü kullanmak zorundalar. Umuyorum ki en kısa zamanda bisiklet sürebilecek kadar sağlıklı olurlar ve onları da bisikletli yaşamda aramızda görebiliriz. Ekonomik durumu yüzünden bir bisiklet sahibi olamayanları da bu konuda ayırıyorum. Onlar da toplu taşımaya mecbur edilen insanlarımız. Yiğidin töresinde mazluma vurulmaz!) 

Hiçbir geçerli bahanesi olmadan toplu taşıma araçlarında yahut akmayan metropol trafiğinde ömür tüketenlere ne söylenebilir ki zaten? Onlar toplu taşıma araçlarında el âlemin ağız kokusunu çekerek, sıkış tepiş bir ortamda sicim sicim terleyerek işe gidip gelsinler; biz bisikletlerimiz üzerinde sadece kendi ter kokumuzu çekerek püfür püfür işe gidip gelmeye devam edeceğiz. 

Anlayana kıssadır vesselâm!

EK 1: Son kısım bazı arkadaşlar için biraz ağır ve kırıcı olmuş galiba. Kendilerine kesinlikle katılmadığımı belirterek onlara birkaç soru yöneltmek istiyorum. Ve yanıt bekliyorum. Benim toplu taşıma araçlarını kullananlar hakkındaki bazı ifadelerimi eleştirenlere soruyorum: Yani siz toplu taşıma araçlarına insanların hayvanlar gibi doluşturulmadığına mı inanıyorsunuz? Yani siz toplu taşıma araçlarında başkalarının ağız kokusunu çekmeden yolculuk yaptığınıza mı inanıyorsunuz? Yani siz yaz sıcağında klimasız araçlarda sicim sicim terlemediğınizi mi iddia ediyorsunuz? İlginç. Sizlerin aşağılama dediğiniz şeylerin tamamı nesnel gerçekliktir. Bir otobüse 120 insan kapasitesi vardır yazmak ve 120 insanı o otobüse binmeyin mecbur kılmanın kendisi aşağılamadır. Bizleri insanlık dışı toplu taşımaya mecbur ve muhtaç eden zihniyete tek kelime söylemeden o zihniyetin yarattığı ortamın sonuçlarını nesnel bir şekilde tahlil eden bir yazarı, insanları aşağılamakla suçluyorsunuz. Acaba bir kere bile kendinize sordunuz mu? Biz neden bu otobüslere-metrolara sıkış tepiş binmek zorunda bırakılıyoruz? Neden biz böyle bir toplu taşıma düzenine karşı başkaldırmıyoruz? Asıl sormanız gereken sorular bunlar. Önce bir bunu sorgulayın. Sonrasına bakacağız artık!