Bisikletle 80 gün içinde 81 il merkezine gitmek mümkün müdür? Motosikletle olsa belki ama bisikletle asla mümkün değil diye cevap vereceğinize eminim. Evden çıkıp ekmek almaya gitmeye üşenen gençlerimizin olduğunu düşünürsek 80 günde Türkiye turu yapan bir gence tesadüf ettiğinizde soyu tükenmiş Anadolu parsına bakar gibi bakmanız gayet normal. Sizi kınamıyorum. Zira ekmek almaya arabayla giden öğretmen arkadaşlarım var benim. Ülkemizin normalleri böyle. Bisikletle 80 günde Türkiye turu yapmak, içinde yaşamak zorunda kaldığımız ülkenin sosyolojik gerçeklerine göre tam bir çılgınlık! Bana ve benim gibi düşünen insanlara göre hiç de çılgınca bir şey olmasa da kahir ekseriyetin gözünde bisikletle böyle bir tur yapmak akıl ve mantık dışı bir çaba.
10 bin küsür kilometre boyunca bir mililitre bile benzin yakmadan, bir gr karbon salınımına sebep olmadan, tek bir canlıyı hayattan koparmadan, bir insan evladının bile kalbini kırmadan ülkeyi baştan başa turlamanın önemini anlayamayacak zihinlere bunu anlatmaya çabalamanın ne kadar beyhûde olduğunu artık çok iyi biliyorum. Eskiden olsaydı mutlaka bir gün beni anlayacaklar diyerek anlatma çabama devam ederdim. Şimdi ise böyle bir şeyin bisikletle yapılabilir olduğunu sağır kulaklara anlatmanın ne kadar gereksiz olduğunu düşünüyorum. Ama yine de son bir kez anlatmayı deneyeceğim.
Öncelikle Ahmet SÜĞLÜN'ün projesini kısaca özetlemek istiyorum. 80 gün içinde 81 ilin merkezine bisikletle ulaşmaya çalıştı Ahmet. Hiçbir motorlu araçtan yardım almadan sadece bisikletle bunu başardı. İzmir'den yola çıktı ve tekrar İzmir'e ulaşacak bir biçimde Türkiye'yi baştan başa turladı. Bunu kanıtlamak için de bütün turu baştan sona Strava'ya kaydetti. 81 il tabelası önünde çekilmiş fotoğrafları var. İleride çocuklarına gösterebilecek. Birkaç günü geçmeyecek kısa molalar verdi. Onun haricinde neredeyse her gün ortalama 150 kilometre yol yaptı. Bir gün bir şehirden çıkarken aynı günün akşamında başka bir şehre giriş yaptı. Bazen daha kısa bazen daha uzun meseleler geçti. Yol şartları yüzünden bazen aynı gün ulaşmak istediği şehre ulaşamadı; ama ertesi gün daha fazla yol yaparak eksiğini tamamladı. Sonunda sağ salim İzmir'e ulaştı. Tur içinde neler oldu, ne maceralar yaşandı, bunları öğrenmek isteyenler için spoiler vermiyorum, merak eden varsa kitabı okusun gari!
Bu turu yapabilmek için birçok firma ile sponsorluk görüşmeleri yapmış Ahmet; fakat hiçbiri ciddi anlamda bir destek sunmamış. Bisiklet üzerinden bir servet edinen firmaların bisiklet sporcularına ve Ahmet SÜĞLÜN gibi tematik turculara destek olmaktan uzak durması oldukça manidar. Birkaç firma hariç diğer firmalar bu konuda hiçbir destek sunmuyorlar. Biz bisikletçiler ise kimlerden alışveriş yapmamız gerektiğini böylece öğreniyoruz. Bisikletten kazandığı paranın bir miktarını bisiklete yatırmayan firmalardan mal almıyoruz. Ben öyle yapıyorum. Ahmet'e destek olan firmalardan birinden forma aldım. (Sora Tekstil) İzmir'de bisiklet tamircisi sorana Ahmet'e destek olan Kadans Bisiklet'i adres olarak gösteriyorum. Buradan firmalara da seslenmek istiyorum. Yeni nesil bisikletçiler, markaya tapan eski nesil bisikletçilere hiç benzemiyor bilesiniz. Marka putçuluğu yıkılıyor, gönül bağı yükselen değer! Haberiniz olsun.
Peki, bu kadar uzun tura kim destek oldu? Bu adam 80 küsür gün boyunca ne yedi, ne içti, nerede konakladı? "Nereden geliyor bu değirmenin suyu?" Tabiî ki Anadolu halkından geliyor. Hemen hemen gittiği her şehirde konaklama ve yemek konusunda kendisine destek olan bisikletçiler ve bisiklet dostları sayesinde turun başından sonuna kadar bir maaşlık bir harcama yaparak turunu tamamlıyor Ahmet! Öyle gözlerinizi kocaman kocaman açıp hayretler içinde bakmayın bana! Anadolu bu, ne sandınız? Taşradaki bisikletçi dostlarımızın bisikletçi dayanışması konusundaki hassasiyetleri bizi hayrete düşürüyor. Her gittiği yerde güzel ülkemizin güzel insanları Ahmet'i kucaklarına basıyorlar. Herkes elinden geldiğince destek oluyor. Kimi evini açıyor kimi sofrasını açıyor. Böylece büyük bir sponsor desteği olmadan turu sağ salim tamamlıyor Ahmet. Kendi yatağını Ahmet'e verip (evdeki tek yatak o çünkü) sabaha kadar çeviri yapan güzel abimizle ilgili bölümde göz yaşlarıma hâkim olamadım ben. Daha neler var neler, Ahmet 200 küsür sayfada anlat anlat bitiremiyor zaten.
Kitabı okurken gittiği her şehirde yeni arkadaşlarla tanışarak insana temas eden Ahmet'e özeniyoruz. Her geçen gün insanlardan uzaklaştığımız şu günlerde her gün başka bir şehirde başka insanlarla paylaşımda bulunan bir turcuya özenmemek elde mi? Her gün farklı bir yolda, farklı bir doğada turlayan Ahmet SÜĞLÜN'le pedal basıyoruz. Güzel ülkemizin bir ucundan başlayan turun ülkemizin bir başka ucuna uzanmasını ilgiyle ve hayretle takip ediyoruz. İnsanın insana yabancılaştığı bir dünyada insana dokunmanın, insan ruhuna temas etmenin değerini anlıyorsunuz.
Ahmet'in turu hep güle oynaya geçmiyor tabiî ki. Bazen tükendiğini hissediyor, bazen çok yoruluyor, bazen kendini çok güçlü hissediyor. Bazen umudunu yitirecek kadar zorlanıyor, bazen bu hızla dünya turuna çıkacak kadar güç hissediyor kendinde. Bazen yaşadığı kötü olaylar moralini bozarken bazen üst üste yaşanan mutluluklar motivasyonunu yükseltiyor. Ahmet SÜĞLÜN'ün 80 Günde Türkiye Turu da hayatımız gibi... Acı da var mutluluk da... Hüzün de var, sevinç de... Ama her şeye rağmen temiz kalpli güzel insanların omuzları üzerinde yükselen bir ülke hayali var. Turun en güzel bölümlerinin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde geçmiş olması çoğu kişinin bölgeye yönelik önyargılı tutumunu kıracak mahiyette. Hani Anadolu için medeniyetler beşiği derler ya, hah işte ben ona katılmıyorum. Anadolu dünya medeniyetinin ana rahmidir. Anadolu'nun doğurduğu medeniyet bebesinin beşiği de Mezopotamya'dır sevgili kardeşlerim. Tarihçiler seri üzgün!!!
Son yıllarda bikepacking modasının ortaya çıkmasıyla birlikte yol bisikletiyle yükünü alıp uzun mesafe turları yapmaya niyetlenen bisikletçi sayısında öngörülemez bir enflasyon yaşanıyor. Herkes yol bisikletine afili görünümlü çantalar takıp dört haneli rakamlara ulaşan turlar yapmayı hayal ediyor. Modalara pek prim vermem; fakat hayallere her zaman saygı duymuşumdur. Aynı uzun mesafe hayallerini ben de kuruyorum, yalan yok! Ama hepimiz çok iyi biliyoruz ki hayal kurmak uzun mesafe turları yapmaya yetmiyor maalesef. Bu konu hakkında bilgi ve deneyim sıfır. İşte o bilgi ve deneyimi edinmek için Ahmet SÜĞLÜN'ün 80 Günde Türkiye Turu kitabını okumalısınız. Ahmet bu kitabında hem turunu anlatıyor hem de laf arasında uzun mesafe dayanıklılık turlarında hayat kurtaracak nitelikte pratik bilgiler veriyor.
Ahmet SÜĞLÜN, 80 Günde Türkiye Turu'nu kitaplaştırdı. Turun hazırlık aşamasından başlayarak sonuna kadar geçen sürede neler yaşadığını günü gününe bize aktardı. Kitabına Google Kitaplar üzerinden ulaşabilirsiniz. Kitabını okuyarak uzun mesafe dayanıklılık turlarında karşınıza çıkması muhtemel sürprizlerden önceden haberdar olabilirsiniz. Kitabını satın alarak Ahmet'in bir sonraki projesine maddi olarak destek olabilirsiniz. Milyon dolarlık sponsorluk anlaşması imzalayın demiyorum, sizleri karınca kararınca destek olmaya davet ediyorum. Ama "Yok efendim, ben illa ki milyon dolarlık sponsorluk anlaşması yapacam! Bisiklet camiasında şanım yürüsün! Aganın eli tutulmaz!" falan diyorsanız Ahmet'e nasıl ulaşacağınızı biliyorsunuz. Facebook ve İnstagram'da Bisikletname sayfası üzerinden kendisiyle iletişime geçebilirsiniz. Kitabı edinmek isteyen bisikletçi dostlarımız için aşağıya bir bağlantı bırakıyorum.
İyi okumalar diliyorum.
Bisikletname, AHMET SÜĞLÜN.
https://play.google.com/store/books/details?id=1EraDwAAQBAJ
18 Nisan 2020 Cumartesi
20 Ağustos 2019 Salı
TÜRK BİSİKLET ENDÜSTRİSİNİN ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI
Ticaret savaşları ile dünya ticaretinde yeni bir düzen kuruluyor. Gümrük vergileri arttırılıyor, ülkelerin stratejik üstünlüğe sahip olduğu üretim alanlarına yönelik taktik müdahaleler artıyor. Küreselleşme dönemi biteli çok oldu. Artık serbest piyasa eğilimlerini tüm dünyaya egemen kılmaya çalışan neoliberal teorinin çöktüğü bir dönemde yaşıyoruz ve piyasada korunmacı eğilimler revaçta. Gümrükler arttırılıyor, Çin mallarının iç piyasaları talan etmemesine yönelik yapısal önlemler alınıyor. Ülkelerin zenginliğinin ülke içinde kalması için yapılması gereken ekonomik reformlar hızla devreye sokuluyor, bu amaca hizmet etmeyen yapısal sorunlar hızla çözülüyor ve dünya ekonomisi ticaret savaşlarına hazırlanıyor.
Piyasalarda ucuz ve bol dolar, düşük maliyetli kredi döneminin sonuna gelindi. Paranın bol olduğu dönemde aldıkları kredileri zor dönemleri düşünerek üretime yatıran ekonomiler ile betona gömen ekonomilerin arasındaki risk primi farkı kapatılamayacak boyutlara ulaşmak üzere. Jeopolitik risklerin yarattığı ekonomik maliyetler ile baş edebilme gücüne sahip güçlü ekonomiler için bile sıkıntılı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu dönemi üretim ekonomisine geçmek için bir fırsat olarak kullanmayı başaramayan ve öz kaynaklarla yüksek kaliteli üretimi gerçekleştiremeyen ülkelerin çok zor durumlarda kaldığını göreceğiz. Düşük teknolojili ürünlerle dünya piyasalarında var olma ihtimaliniz artık yok. Hızla yükselen maliyetlerin yarattığı baskıya karşı planlama ve devlet desteği olmadan özel sektörün tek başına direnebilmesi imkânsız. Bizim gibi düşük teknolojili üretim yapan ülkeler için çanlar çalıyor. Korunmacılık, yüksek gümrükler, ithal ikamesi dünya ekonomisinin gündeminde. Neoliberal cennet çöktü, devletlerin ekonomilere müdahale ettiği planlı ekonomik düzen geri döndü.
Genel çerçeveyi kısaca özetledikten sonra ülkemizdeki bisiklet endüstrisinin gelecekte yapması gerekenleri ve mevcut ekonomik düzenin yarattığı fırsatları irdelemeliyiz. Dünyada korunmacı eğilimlerin etkin olduğu bir dönemde dünya ekonomisine eklemlenmiş bir yerel ekonomi olan Türk ekonomisinin de korunmacı eğilimlerden uzak kalması mümkün değil. Bizim de gümrük vergilerimiz artacak, ki artıyor. Gümrük vergilerini arttıran ülkeler arasında liderliği ABD alırken bizim de sıralamadaki yerimiz gayet iyi. Siz bu gümrük vergisi arttırımlarını Aliexpress'ten aldığınız ürünlerde açık biçimde görebiliyorsunuz. Bu diğer kalemlerde de aynı.
Gelecekte 2500 liraya karbon bisiklet kadrosu getiremeyeceksiniz. Artan vergiler yüzünden bu iş çok maliyetli olacak. Dolayısıyla dışarıdan aldığınız her şeyi ülke içinde üretmenize yönelik inanılmaz bir fırsat yakalayacaksınız. Rekabet edemediğiniz Çinli üreticilerin malları gümrük vergileri yüzünden yerli alıcılar için daha az cazip olacaklar. Ya da Çin'den almaya değecek bir fark kalmayacak arada. Bu koşullarda yerli üretim yapacak firmaların pazarda Çinli tedarikçiler ile rekabet edebileceği bir döneme giriyoruz. Eskiden bu mümkün değildi. Eskiden devlet destekli firmalara dayanan Çin ekonomisindeki bir üretici-tedarikçi ile devlet desteği olmadan serbest piyasa ekonomisi koşullarında rekabet etmek teorik olarak bile mümkün değildi. Artık mümkün. Çin devleti de bunun farkında olmalı ki Bir Kuşak Bir Yol Girişimi ile mallarını dünya pazarlarına daha az maliyetle sunabilmenin yollarını arıyor.
Bisiklet firmalarımız bu küresel ekonomik koşulları bir fırsat olarak kullanıp yerli üretim seçeneğini devreye sokarak öncelikle iç pazarda ithal malların hakimiyetini yıkıp yerli üretim malların hâkim olduğu bir bisiklet piyasası yaratabilirler. Ticaret Savaşları'nın yarattığı küresel konjonktürde yüksek gümrük vergilerini yüksek maliyetli yerli üretimi dengelemek için bir fırsat olarak kullanabilirler. Ancak bunun için sektörel bazda devlet desteğine ve planlamaya ihtiyaç vardır. Aşağıda yapılması gerekenlere yönelik fikirlerimizi ve önerilerimizi sıralayacağız ve "Türk Bisiklet Endüstrisinin Ulusal Kurtuluş Savaşı" konu başlığını tartımaya açacağız. Aşağıda ortaya koyacağımız fikirler değiştirilemez, müzakere edilemez fikirler değildir. Bir sorunu çözmek için yapılacak tartışmayı başlatmak için öncelikle üzerinde tartışılabilir bir çözüm önerisi ortaya koymalısınız. Aşağıdaki çözüm önerilerini bu amaçla sıralıyoruz.
1. Üretimlerini Çin'de yapan yahut Çinli firmalara yaptıran bisiklet firmaları 5 yıl içinde buna son vermek için planlama yapmalıdır. 5 yıl içinde kademe kademe ithalata son verilmeli, yerli üretim oranı da kademeli olarak arttırılmalıdır.
2. Çelik, alüminyum, karbon, titanyum malzemelerin tamamından her bisiklet türüne uygun rekabetçi fiyatlarla yerli kadro üretimini sağlamak için gereken Arge çalışmaları yürütülmeli, bunların yerli üretimi konusunda yatırım yapan firmalara kamu desteği sağlanmalıdır.
3. Yerli bir vites setinin üretilebilmesi için planlama yapılmalı, bunu gerçekleştirmek için üniversitelerin teknik desteği sağlanmalı, ağırlık-sağlamlık-performans ölçütlerinde yabancı vites setleri ile kafa kafaya rekabet edebilecek yerli vites sistemlerinin üretim alt yapısı oluşturulmalıdır.
4. Yerli jant setlerinin üretimi için planlama yapılmalı, akıcı jant göbeklerine sahip hafif ve sağlam jant seti üretimini gerçekleştirmek için gereken imkânlar araştırılmalı ve bir an önce seferber edilmelidir. Otomobiller için yerli lastik üreten firmalar her kaliteden her bütçeye uygun bisiklet lastiği üretmeleri konusunda teşvik edilmelidir.
5. Karbon ve hafif alüminyum malzemeden gidon, gidon boğazı, sele, sele borusu gibi bisikleti tamamlayan parçalarının yerli imkânlarla üretilmesini sağlayacak yatırımlar için gereken imkânlar araştırılmalıdır. Bu parçaların tamamı yerli hammadde ile yurt içindeki fabrikalarda üretilmeli ve pazara sunulmalıdır. Kilitli pedal ve bisiklet ayakkabısı üretimi yapacak firmalar da özendirilmelidir. Bisiklet ayakkabısı konusunda kişiye özel üretim seçeneği değerlendirilmelidir.
6. Yurt içindeki bisiklet mağazalarında yerli üretim bisiklet ve yedek parça satılmasını özendirecek politikalar üretilmelidir. Yerli üretim bisikletler satan bisiklet mağazalarına vergi indirimi kolaylığı sağlanmalıdır. İç pazarda yerli ürün kullanım oranı %75'e çıkarılana kadar bu vergi indirimi politikasına devam edilmelidir. Yerli üretim bisikletler satan mağazalardan daha az vergi alma, prim ödeme kolaylığı, daha uygun fiyatlı enerji kullanımı dâhil her türlü ekonomik araç devreye sokulmalıdır.
7. Yurt dışından gelen bisiklet ürünlerine getirilen vergiler kademeli olarak artırılmalıdır. Yurt dışından çok sık bir biçimde ithal edilen bisiklet yedek parçalarının muadillerini yerli imkânlarla ürettikten sonra yurt dışından gelen yedek parçalara gümrük vergileri kademeli olarak arttırılmalıdır. Yurt içinde muadili üretilen bir bisiklet ya da bisiklet yedek parçasının ithal edilmesine engel olmak için gümrük vergileri oldukça yüksek tutulmalı, alıcılar için yerli ürün daha cazip ve ucuz hale getirilmelidir.
8. Yerli üretim bisikletleri sadece yurt içindeki pazarlara değil yurt dışındaki pazarlara da sunmalıyız. Kalite ve maliyet bakımından yurt dışındaki bisikletler ile serbest piyasada rekabet edebilecek ürünler üretilmelidir. Bu noktada kalite çok önemlidir. Kaliteli mal yabancı piyasalarda en iyi reklam aracı olacaktır.
9. Yurt dışı pazarlarda hedef ülkeler olarak Almanya ve Hollanda merceğe alınmalıdır. Hollanda ve Almanya pazarına hitap eden göbekten vitesli şehir bisikletleri alanında uzmanlaşılmalıdır. Bu pazarlarda en kötü ihtimalle %10 pazar payı hedefi ile işe başlanmalıdır. Kaliteli ve sağlam mazemeden üretilen mallarla pazara girilmeli, Türk bisikleti efsanesi yaratılarak diğer firmalar dünyanın en büyük bisiklet pazarı olan bu ülkelerde zor durumda bırakılmalıdır. Bu efsaneyi yaratmak ve dış pazarlarda tekelleşmek için her türlü kapitalist pazarlama yöntemi acımasızca kullanılmalıdır.
10. Yerli üretim yapan bisiklet fabrikalarının maliyetlerini düşürmek için vergiler, enerji maliyetleri, sosyal sigorta primleri konusunda indirimler sağlanmalı, fabrikaların ihracattaki payı arttıkça vergi düşürülmeli ve ticaret bakanlığı tarafından firmaya tanımlanan ihracat hedefi aşıldığında tüm vergiler sıfırlanmalıdır. Dış piyasaların birinde ya da birkaçında tekelleşme başarısına ulaşma ihtimali olan firmalar devlet bankalarının ortak mülkiyetine alınmalı, düşük kredilerle dış piyasadaki rekabet savaşında güçlü kılınmalıdır.
11. Bisiklet endüstrisinde kullanılan hammaddelerdeki yerlilik oranı planlı olarak kademeli bir biçimde arttırılmalı, 5 yıl içinde yüzde yüz yerli hammadde kullanarak üretime geçmenin imkânları araştırılıp bu hedefe yönelik planlamalar yapılmalıdır. Hammaddesini yurt dışından temin eden bir sektörün mevcut ekonomik koşullarda dış piyasayı bir kenara bırakalım iç piyasada dahi rekabetçi olabilmesi mümkün değildir.
12. Yerli üretim yapan bisiklet firmalarının kalifiye eleman ihtiyacını karşılamak için meslek liselerinde bisiklet üretecek ustabaşılar yetiştirmek için yeni programlar açılmalıdır. Bisiklet üreten fabrikalar belli bir noktada toplanabilirse o illerde "bisiklet meslek liseleri" açılmalıdır. Kadro, jant, vites seti üretimi ve tamiri konusunda uzmanlaşmış teknik eleman yetiştirilmeli, yerli üretim yapan bisiklet fabrikalarının nitelikli iş gücü ihtiyacı karşılanmalıdır.
13. Kişiye özel çelik ve karbon kadro üretimi alanında dünya pazarını domine edebilecek ustaların yetiştirilmesi için üniversitelerde ileri seviyede bisiklet kadro üretimi dersleri verecek bir "bisiklet üretim araştırmaları merkezi" kurulmalıdır. Dünyadaki kişiye özel bisiklet üretim piyasasında da etkin yer alabilecek efsane bisiklet ustaları yetiştirilmelidir.
14. Üniversitelerimizin teknoloji tasarım bölümlerinde bisiklet tasarımına yönelik dersler konulmalı, bisiklet üretimi yapan firmaların bisiklet tasarımı alanında uzmanlaşmış tasarımcı ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir planlamayla öğretim planları düzenlenmelidir.
15. Yerli üretim yapan her bisiklet firmasının bisiklet takımı kurması zorunlu tutulmalıdır. Kıta takımı düzeyinde bir bisiklet takımı kurmayan firmalara devlet desteği verilmemeli, takımı kapatan firmadan devlet desteği geri çekilmelidir. Firmaların ürettiği prototip bisikletler takım sporcuları tarafından her yol şartında kullanılarak sınanmalı ve takımdan sağlanan geri dönüşler ile bisikletlerde gerekli iyileştirmeler yapılmalıdır.
16. Yerli üretim bisikletleri kullanan bir procontinental bisiklet takımı kurulmalı, bu takımla uluslararası prestijli yarışlara katılım sağlanmalıdır. Sözgelimi yerli üretim bir Türk bisikleti ile Paris-Roubaix'nin pavelerine mukavemet ederek ilk onun içine birkaç bisikletçi ile girebilen bir procontinental takım yaratılmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın denetiminde Türkiye Bisiklet Federasyonu'nun yürütücülüğünde 25 yıllık bir Bisiklet Sporu Strateji Belgesi Planı yapılmalıdır. (Hayal bile değil! Resmen sabuklama!)
17. Bütün bunları devlet kontrolü altına almak için ilgili bakanlıkların denetimi ve gözetimi altında "Bisiklet Endüstrisi Acil Eylem Planı" yapılmalı, tüm hedefler kısa, uzun, orta vadelerde planlanmalı, yapılan planda belirlenen hedeflere en az maliyetle en kısa zamanda ulaşabilmek için sektörün tüm bileşenleri seferber edilmelidir.
18. Ülke içinde bisiklet kullanımını özendirecek sonuç alıcı politikalar geliştirilmeli ve vakit kaybetmeden uygulanmalıdır. 5 yıl içinde şehir içinde bisikletli ulaşımın payını %25'e çıkaracak düzenlemeler yerel yönetimler tarafından yapılmalıdır. "Bisikletli Yaşam"ın inşa edilebilmesi için devlet va halkın bütünleşmesini sağlayacak bir "Bisikletli Yaşam Seferberliği" ilan edilmelidir.
Yukarıda sıraladığım maddeleri sadece bisiklet endüstrisi için geçerli kurallar olarak düşünmeyin. Bisiklet yazan her yere sözgelimi "yerli üretim uzay mekiği" yazın, durum değişmez. Yerli bir üretim istenen her türlü üretim alanında yapılması gerekenler, üç aşağı beş yukarı, yukarıda özetlediğim gibi olmalıdır. Belki birkaç maddesi yerli üretim yapılacak malın niteliğine göre güncellenebilir ama yazının temel mantığı değişmez. Bu yazımla yerli üretim bisiklet tartışmasını başlatıyorum. Umuyorum ki bu tartışma süreci nesnel doğrulara hızlı bir biçimde ulaşmamıza ve gerekli önlemleri ivedilikle almamıza vesile olur.
Nasıl ki Mustafa Kemâl çağdaş Türkiye'yi kurmak ve yüceltmek için ise Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatarak işe başlamışsa başka bir önder de çıkıp Türk Bisiklet Endüstrisinin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı tez vakitte başlatmalıdır.
Piyasalarda ucuz ve bol dolar, düşük maliyetli kredi döneminin sonuna gelindi. Paranın bol olduğu dönemde aldıkları kredileri zor dönemleri düşünerek üretime yatıran ekonomiler ile betona gömen ekonomilerin arasındaki risk primi farkı kapatılamayacak boyutlara ulaşmak üzere. Jeopolitik risklerin yarattığı ekonomik maliyetler ile baş edebilme gücüne sahip güçlü ekonomiler için bile sıkıntılı bir döneme girmiş bulunuyoruz. Bu dönemi üretim ekonomisine geçmek için bir fırsat olarak kullanmayı başaramayan ve öz kaynaklarla yüksek kaliteli üretimi gerçekleştiremeyen ülkelerin çok zor durumlarda kaldığını göreceğiz. Düşük teknolojili ürünlerle dünya piyasalarında var olma ihtimaliniz artık yok. Hızla yükselen maliyetlerin yarattığı baskıya karşı planlama ve devlet desteği olmadan özel sektörün tek başına direnebilmesi imkânsız. Bizim gibi düşük teknolojili üretim yapan ülkeler için çanlar çalıyor. Korunmacılık, yüksek gümrükler, ithal ikamesi dünya ekonomisinin gündeminde. Neoliberal cennet çöktü, devletlerin ekonomilere müdahale ettiği planlı ekonomik düzen geri döndü.
Genel çerçeveyi kısaca özetledikten sonra ülkemizdeki bisiklet endüstrisinin gelecekte yapması gerekenleri ve mevcut ekonomik düzenin yarattığı fırsatları irdelemeliyiz. Dünyada korunmacı eğilimlerin etkin olduğu bir dönemde dünya ekonomisine eklemlenmiş bir yerel ekonomi olan Türk ekonomisinin de korunmacı eğilimlerden uzak kalması mümkün değil. Bizim de gümrük vergilerimiz artacak, ki artıyor. Gümrük vergilerini arttıran ülkeler arasında liderliği ABD alırken bizim de sıralamadaki yerimiz gayet iyi. Siz bu gümrük vergisi arttırımlarını Aliexpress'ten aldığınız ürünlerde açık biçimde görebiliyorsunuz. Bu diğer kalemlerde de aynı.
Gelecekte 2500 liraya karbon bisiklet kadrosu getiremeyeceksiniz. Artan vergiler yüzünden bu iş çok maliyetli olacak. Dolayısıyla dışarıdan aldığınız her şeyi ülke içinde üretmenize yönelik inanılmaz bir fırsat yakalayacaksınız. Rekabet edemediğiniz Çinli üreticilerin malları gümrük vergileri yüzünden yerli alıcılar için daha az cazip olacaklar. Ya da Çin'den almaya değecek bir fark kalmayacak arada. Bu koşullarda yerli üretim yapacak firmaların pazarda Çinli tedarikçiler ile rekabet edebileceği bir döneme giriyoruz. Eskiden bu mümkün değildi. Eskiden devlet destekli firmalara dayanan Çin ekonomisindeki bir üretici-tedarikçi ile devlet desteği olmadan serbest piyasa ekonomisi koşullarında rekabet etmek teorik olarak bile mümkün değildi. Artık mümkün. Çin devleti de bunun farkında olmalı ki Bir Kuşak Bir Yol Girişimi ile mallarını dünya pazarlarına daha az maliyetle sunabilmenin yollarını arıyor.
Bisiklet firmalarımız bu küresel ekonomik koşulları bir fırsat olarak kullanıp yerli üretim seçeneğini devreye sokarak öncelikle iç pazarda ithal malların hakimiyetini yıkıp yerli üretim malların hâkim olduğu bir bisiklet piyasası yaratabilirler. Ticaret Savaşları'nın yarattığı küresel konjonktürde yüksek gümrük vergilerini yüksek maliyetli yerli üretimi dengelemek için bir fırsat olarak kullanabilirler. Ancak bunun için sektörel bazda devlet desteğine ve planlamaya ihtiyaç vardır. Aşağıda yapılması gerekenlere yönelik fikirlerimizi ve önerilerimizi sıralayacağız ve "Türk Bisiklet Endüstrisinin Ulusal Kurtuluş Savaşı" konu başlığını tartımaya açacağız. Aşağıda ortaya koyacağımız fikirler değiştirilemez, müzakere edilemez fikirler değildir. Bir sorunu çözmek için yapılacak tartışmayı başlatmak için öncelikle üzerinde tartışılabilir bir çözüm önerisi ortaya koymalısınız. Aşağıdaki çözüm önerilerini bu amaçla sıralıyoruz.
1. Üretimlerini Çin'de yapan yahut Çinli firmalara yaptıran bisiklet firmaları 5 yıl içinde buna son vermek için planlama yapmalıdır. 5 yıl içinde kademe kademe ithalata son verilmeli, yerli üretim oranı da kademeli olarak arttırılmalıdır.
2. Çelik, alüminyum, karbon, titanyum malzemelerin tamamından her bisiklet türüne uygun rekabetçi fiyatlarla yerli kadro üretimini sağlamak için gereken Arge çalışmaları yürütülmeli, bunların yerli üretimi konusunda yatırım yapan firmalara kamu desteği sağlanmalıdır.
3. Yerli bir vites setinin üretilebilmesi için planlama yapılmalı, bunu gerçekleştirmek için üniversitelerin teknik desteği sağlanmalı, ağırlık-sağlamlık-performans ölçütlerinde yabancı vites setleri ile kafa kafaya rekabet edebilecek yerli vites sistemlerinin üretim alt yapısı oluşturulmalıdır.
4. Yerli jant setlerinin üretimi için planlama yapılmalı, akıcı jant göbeklerine sahip hafif ve sağlam jant seti üretimini gerçekleştirmek için gereken imkânlar araştırılmalı ve bir an önce seferber edilmelidir. Otomobiller için yerli lastik üreten firmalar her kaliteden her bütçeye uygun bisiklet lastiği üretmeleri konusunda teşvik edilmelidir.
5. Karbon ve hafif alüminyum malzemeden gidon, gidon boğazı, sele, sele borusu gibi bisikleti tamamlayan parçalarının yerli imkânlarla üretilmesini sağlayacak yatırımlar için gereken imkânlar araştırılmalıdır. Bu parçaların tamamı yerli hammadde ile yurt içindeki fabrikalarda üretilmeli ve pazara sunulmalıdır. Kilitli pedal ve bisiklet ayakkabısı üretimi yapacak firmalar da özendirilmelidir. Bisiklet ayakkabısı konusunda kişiye özel üretim seçeneği değerlendirilmelidir.
6. Yurt içindeki bisiklet mağazalarında yerli üretim bisiklet ve yedek parça satılmasını özendirecek politikalar üretilmelidir. Yerli üretim bisikletler satan bisiklet mağazalarına vergi indirimi kolaylığı sağlanmalıdır. İç pazarda yerli ürün kullanım oranı %75'e çıkarılana kadar bu vergi indirimi politikasına devam edilmelidir. Yerli üretim bisikletler satan mağazalardan daha az vergi alma, prim ödeme kolaylığı, daha uygun fiyatlı enerji kullanımı dâhil her türlü ekonomik araç devreye sokulmalıdır.
7. Yurt dışından gelen bisiklet ürünlerine getirilen vergiler kademeli olarak artırılmalıdır. Yurt dışından çok sık bir biçimde ithal edilen bisiklet yedek parçalarının muadillerini yerli imkânlarla ürettikten sonra yurt dışından gelen yedek parçalara gümrük vergileri kademeli olarak arttırılmalıdır. Yurt içinde muadili üretilen bir bisiklet ya da bisiklet yedek parçasının ithal edilmesine engel olmak için gümrük vergileri oldukça yüksek tutulmalı, alıcılar için yerli ürün daha cazip ve ucuz hale getirilmelidir.
8. Yerli üretim bisikletleri sadece yurt içindeki pazarlara değil yurt dışındaki pazarlara da sunmalıyız. Kalite ve maliyet bakımından yurt dışındaki bisikletler ile serbest piyasada rekabet edebilecek ürünler üretilmelidir. Bu noktada kalite çok önemlidir. Kaliteli mal yabancı piyasalarda en iyi reklam aracı olacaktır.
9. Yurt dışı pazarlarda hedef ülkeler olarak Almanya ve Hollanda merceğe alınmalıdır. Hollanda ve Almanya pazarına hitap eden göbekten vitesli şehir bisikletleri alanında uzmanlaşılmalıdır. Bu pazarlarda en kötü ihtimalle %10 pazar payı hedefi ile işe başlanmalıdır. Kaliteli ve sağlam mazemeden üretilen mallarla pazara girilmeli, Türk bisikleti efsanesi yaratılarak diğer firmalar dünyanın en büyük bisiklet pazarı olan bu ülkelerde zor durumda bırakılmalıdır. Bu efsaneyi yaratmak ve dış pazarlarda tekelleşmek için her türlü kapitalist pazarlama yöntemi acımasızca kullanılmalıdır.
10. Yerli üretim yapan bisiklet fabrikalarının maliyetlerini düşürmek için vergiler, enerji maliyetleri, sosyal sigorta primleri konusunda indirimler sağlanmalı, fabrikaların ihracattaki payı arttıkça vergi düşürülmeli ve ticaret bakanlığı tarafından firmaya tanımlanan ihracat hedefi aşıldığında tüm vergiler sıfırlanmalıdır. Dış piyasaların birinde ya da birkaçında tekelleşme başarısına ulaşma ihtimali olan firmalar devlet bankalarının ortak mülkiyetine alınmalı, düşük kredilerle dış piyasadaki rekabet savaşında güçlü kılınmalıdır.
11. Bisiklet endüstrisinde kullanılan hammaddelerdeki yerlilik oranı planlı olarak kademeli bir biçimde arttırılmalı, 5 yıl içinde yüzde yüz yerli hammadde kullanarak üretime geçmenin imkânları araştırılıp bu hedefe yönelik planlamalar yapılmalıdır. Hammaddesini yurt dışından temin eden bir sektörün mevcut ekonomik koşullarda dış piyasayı bir kenara bırakalım iç piyasada dahi rekabetçi olabilmesi mümkün değildir.
12. Yerli üretim yapan bisiklet firmalarının kalifiye eleman ihtiyacını karşılamak için meslek liselerinde bisiklet üretecek ustabaşılar yetiştirmek için yeni programlar açılmalıdır. Bisiklet üreten fabrikalar belli bir noktada toplanabilirse o illerde "bisiklet meslek liseleri" açılmalıdır. Kadro, jant, vites seti üretimi ve tamiri konusunda uzmanlaşmış teknik eleman yetiştirilmeli, yerli üretim yapan bisiklet fabrikalarının nitelikli iş gücü ihtiyacı karşılanmalıdır.
13. Kişiye özel çelik ve karbon kadro üretimi alanında dünya pazarını domine edebilecek ustaların yetiştirilmesi için üniversitelerde ileri seviyede bisiklet kadro üretimi dersleri verecek bir "bisiklet üretim araştırmaları merkezi" kurulmalıdır. Dünyadaki kişiye özel bisiklet üretim piyasasında da etkin yer alabilecek efsane bisiklet ustaları yetiştirilmelidir.
14. Üniversitelerimizin teknoloji tasarım bölümlerinde bisiklet tasarımına yönelik dersler konulmalı, bisiklet üretimi yapan firmaların bisiklet tasarımı alanında uzmanlaşmış tasarımcı ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir planlamayla öğretim planları düzenlenmelidir.
15. Yerli üretim yapan her bisiklet firmasının bisiklet takımı kurması zorunlu tutulmalıdır. Kıta takımı düzeyinde bir bisiklet takımı kurmayan firmalara devlet desteği verilmemeli, takımı kapatan firmadan devlet desteği geri çekilmelidir. Firmaların ürettiği prototip bisikletler takım sporcuları tarafından her yol şartında kullanılarak sınanmalı ve takımdan sağlanan geri dönüşler ile bisikletlerde gerekli iyileştirmeler yapılmalıdır.
16. Yerli üretim bisikletleri kullanan bir procontinental bisiklet takımı kurulmalı, bu takımla uluslararası prestijli yarışlara katılım sağlanmalıdır. Sözgelimi yerli üretim bir Türk bisikleti ile Paris-Roubaix'nin pavelerine mukavemet ederek ilk onun içine birkaç bisikletçi ile girebilen bir procontinental takım yaratılmalıdır. Bunu gerçekleştirmek için Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın denetiminde Türkiye Bisiklet Federasyonu'nun yürütücülüğünde 25 yıllık bir Bisiklet Sporu Strateji Belgesi Planı yapılmalıdır. (Hayal bile değil! Resmen sabuklama!)
17. Bütün bunları devlet kontrolü altına almak için ilgili bakanlıkların denetimi ve gözetimi altında "Bisiklet Endüstrisi Acil Eylem Planı" yapılmalı, tüm hedefler kısa, uzun, orta vadelerde planlanmalı, yapılan planda belirlenen hedeflere en az maliyetle en kısa zamanda ulaşabilmek için sektörün tüm bileşenleri seferber edilmelidir.
18. Ülke içinde bisiklet kullanımını özendirecek sonuç alıcı politikalar geliştirilmeli ve vakit kaybetmeden uygulanmalıdır. 5 yıl içinde şehir içinde bisikletli ulaşımın payını %25'e çıkaracak düzenlemeler yerel yönetimler tarafından yapılmalıdır. "Bisikletli Yaşam"ın inşa edilebilmesi için devlet va halkın bütünleşmesini sağlayacak bir "Bisikletli Yaşam Seferberliği" ilan edilmelidir.
Yukarıda sıraladığım maddeleri sadece bisiklet endüstrisi için geçerli kurallar olarak düşünmeyin. Bisiklet yazan her yere sözgelimi "yerli üretim uzay mekiği" yazın, durum değişmez. Yerli bir üretim istenen her türlü üretim alanında yapılması gerekenler, üç aşağı beş yukarı, yukarıda özetlediğim gibi olmalıdır. Belki birkaç maddesi yerli üretim yapılacak malın niteliğine göre güncellenebilir ama yazının temel mantığı değişmez. Bu yazımla yerli üretim bisiklet tartışmasını başlatıyorum. Umuyorum ki bu tartışma süreci nesnel doğrulara hızlı bir biçimde ulaşmamıza ve gerekli önlemleri ivedilikle almamıza vesile olur.
Nasıl ki Mustafa Kemâl çağdaş Türkiye'yi kurmak ve yüceltmek için ise Ulusal Kurtuluş Savaşını başlatarak işe başlamışsa başka bir önder de çıkıp Türk Bisiklet Endüstrisinin Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı tez vakitte başlatmalıdır.
8 Ağustos 2019 Perşembe
ŞEHİRLERARASI OTOBÜSTE BİSİKLET NASIL TAŞINIR?
Bu konu bisiklet forumlarında en sık tartışılan konulardan biri. Yorumlara baktığımda bisiklet kullanan hemen herkesin başına şehirlerarası otobüslerde bisiklet taşıma konusunda bir şeyler gelmiş. Şehirlerarası otobüslerle bisiklet taşırken daha az sorun yaşamanız için kendi pratiklerimden öğrendiğim birkaç tüyoyu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hemen hemen bütün büyük firmalarla bisiklet taşıdım. Bir kere bile bisikleti almamazlık konusunda tartışma olmadı. Mırın kırın eden oldu tabii. Ama her zaman sorunları önceden aldığım birkaç akılcı önlem ile kolayca çözdüm ve bisikletim ile seyahat ettim. Küçük firmalarda da herhangi bir sorun yaşamadım. Aşağıda size vereceğim tüyoları kullanırsanız siz de herhangi bir sorun yaşamazsınız.
Öncelikle muavin çocukları anlayın, onları anlamak için de empati yapın. Bu muavin çocukların çoğu üç kuruş paraya cep harçlığı çıkarmaya çalışan üniversite öğrencilerinden oluşuyor. Hemen hemen hepsi 3 saat uyku ile tekrar 15 saatlik yollara çıkıyorlar. Ne kadar çok sefer yaparlarsa sefer başına aldıkları para da artıyor. Otobüs taşımacılığında emek sömürüsü had safhada. Bütün muavinler gece sürüşlerinde yolcuların tamamı uyuduktan sonra ön koltukta birkaç saat uyuyabiliyor. Ona da şoför izin verirse tabii. İzin vermezse o uyku da yatar. O kafayla otobüse muavinlik yapan çocuklar doğal olarak sizi bisikletle görünce delleniyor. Ben olsam ben de dellenirim. İki saat uyku ile ertesi gün tekrar 15 saatlik yola gidecek olsam dellenirim tabii. Biraz empati yapalım ki karşımızdaki insanları da anlayalım.
Şehirlerarası otobüste bagaja bisiklet atmanın ve bagajda bisikletin güvenliğini sağlamanın yolu muavin ile iyi bir iletişim kurmaktan geçer. Öncelikle muavini kafalamalısınız. Bu konuda tüyo veremem. Her insan evladının huyu suyu farklı, eşref saati farklı. O sizin insanlarla iletişim kurma becerilenize kalmış bir şey artık. Ne diyeyim? Muavin ile iyi bir iletişim kurarsanız valizlerin bisikletinizin üzerine atılmaz, bisikletiniz yerleştirilirken sağa sola atılmaz vs.
Peki nasıl sorun yaşamazsınız? Bu konudaki tüyolarımız nelerdir? Kısaca gerekçeleri ile birlikte şöyle özetleyebiliriz.
1. Transit araçlar yerine ilk kalkışı (ana kalkış) sizin bineceğiniz otogardan yapan araçları tercih edin. Transit araçlar daha önceki duraklarında bagajlarını doldurarak sizin bineceğiniz otogara gelirler. Orada biraz bagaj boşalır tabii; ama tamamı boşalmaz. Siz kalan boşluğa bisikletinizi koymak zorunda kalırsınız. Muavin arkadaş da sizin bisikleti o kadar bagaj arasında bir yere koyabilmek için valizlerin bir kısmını çıkarıp tekrar yerine koymak zorunda kalır. Bu yüzden de birazcık sinirlenir. Normaldir. Benim gibi bu durumla karşılaşmak istemeyenlerdenseniz internetten bileti alırken otobüsün güzergah bilgilerini kontrol ediniz. Ana kalkışını sizin otogarınızdan yapan otobüsten biletinizi alınız. Tabii bununla iş bitmez. Olayın bir de ikinci aşaması var.
2. Aracın kalkış saatinden yarım saat önce peronda olun. Çünkü ilk kalkış yeri (ana kalkış) sizin otogar olan otobüs, hareket saatinden yarım saat önce perondaki yerini alır. Bizim milletimiz ekseriyetle otobüse son dakikada binen tiplerden oluştuğu için bu durum size diğer yolcular gelmeden bisikletinizi bagaja yerleştirebilmeniz için 15 dakika sağlar. Ön teker sökülmüş bir biçimde otobüsü bekleyin. Böylece otobüs geldikten sonra tekeri sökmek için vakit kaybetmezsiniz. Tabii ki en makbul olanı bisiklet taşıma çantasına yerleştirilmiş bir bisiklettir; fakat herkeste böyle bir imkân yok doğal olarak. Ön tekeri sökülünce de bisiklet bagaja sığıyor.
3. Bagajlar alınırken ilk sırada siz olun. İlk sizin bisiklet bagaja yerleşsin. Geç kalırsanız diğer yolcuların valizleri bagajı doldurur ve sizin bisikletinize yer kalmaz. Muavin sizin bisikletinizi bagaja yerleştirmek için valizlerin bir kısmını indirip tekrar yerleştirmek zorunda kalır ve bu sürecin sonunda aynı işi iki defa yapmak zorunda kalan beyin sahibi her insan gibi birazcık dellenir. Bu durumu öncelikle çalışan emekçi insanlara sonra da kendinize yaşatmak istemiyorsanız otobüsün kalkış saatinden yarım saat önce peronda olun ve bagaja ilk yerleştirilen nesne sizin bisikletiniz olsun.
4. Bisikleti bagaja siz yerleştirin. En az yer kaplayacağı yere siz koyun. Kendi elinizle koyarsanız bisikletiniz daha az darbe alarak bagaja yerleşir. Ayrıca kendi işinizi kendiniz görerek muavine ek bir iş yaptırmadığınız için muavin de dellenmez. Bir taşla iki kuş! Herkes memnun olur. Yolda inecekseniz bisikletinizi sağ taraftaki bagaja, son durakta inecekseniz sol taraftaki bagaja yerleştirin. Ara durakların birinde inecekseniz muavine kibarca otobüsün o otogara girip girmeyeceğini sorun. Otogara girecekse sol taraftaki bagaja yerleştirebilirsiniz.
5. İneceğiniz zaman bisikletinizi bagajdan siz indirin. İlk yerleşen bagaj sizinki olduğu için son çıkarılacak bagaj da sizin bisikletiniz olacaktır. Yorgun argın son bagajı da indirmeye çalışan muavine "Hele dur gardaş, sen çok yoruldun, onu da ben indireyim!" diyerek bisikletinize el attınız mı işlem tamamdır. O muavin arkadaş sizden sonra bagaja bisiklet atacak birine dellenmez, hem de "Vay arkadaş, bu bisikletçi elemanlar ne kadar da anlayışlı!" der ve bisikleti yaşama bir kişi daha kazanırız. Bakınız bunlar hep bisiklet propaganda araçları!
Bunları yaparsanız şehirlerarası otobüslere bisikletinizi atarken hiçbir sorun çıkmaz. Şoförler de muavinler de sorun çıkarmaz. Benim pratiğim böyle. Umarım işinize yarar.
18 Ocak 2019 Cuma
EKONOMİK VE ULUSAL BİR ULAŞIM ARACI OLARAK BİSİKLET!
1.GİRİŞ
Bu yazımızda bisikletin dünyadaki en ekonomik ve en ulusal ulaşım aracı olduğu tezini kanıtlamaya yönelik tezlerimizi ve bu tezlerimizin nesnel gerçeklikteki gerekçelerini ortaya koyacağız. Bazı tezlerimize katılmayabilirsiniz; fakat lütfen nesnel gerçeklikten alacağımız örnekler üzerine biraz düşününüz. Zaten o gerçekler üzerinde biraz düşündüğünüzde ileri sürdüğümüz tezlerin ütopik değil oldukça gerçekçi olduklarına siz de kanaat getireceksiniz. En azından biz buna inanıyoruz.
2.TEZLER
Bisiklet basit bir teknik yatırım ile hızlı bir biçimde yerli ve milli imkânlarla ülkemizde üretilebilir. Bisiklet üreten bir fabrika açmak için çok büyük sermayelere ihtiyaç yoktur. Aile şirketleri biçimde örgütlenme bile bir bisiklet firmasını yaratıp büyütmek için yeterli olmaktadır. İtalya'da üretim yapan bisiklet firmalarının çoğu artık seri üretimlerini Taiwan'a kaydırmış durumda olan aile şirketleri biçimde örgütlenmiş firmalardan müteşekkildir. Katma değeri yüksek olan üretimlerini ise hâlâ kendi ülkelerinde yapmaya devam ediyorlar. Biz de ülkemizde aynı yöntemi kullanarak kaliteli Türk çeliğinin, aluminyumunun hammadde olarak kullanıldığı bisiklet kadrosu üretimine geçebiliriz. Günlük kullanım için daha hafif ve daha sağlam alüminyum malzemeden üretilen, nispeten uygun fiyatlı rekabetçi ürünlerle iç piyasadaki yerimizi güçlendirebiliriz.
Bisiklet, Türkiye'nin dış ticaretteki en büyük çıktı kalemi olan petrole bağımlı değildir. Bu bağlamda ülke ekonomisine en büyük katkıyı bisiklet kullanımının arttırılması sunacaktır. Ulusal ekonominin güçlendirilmesi bağlamında şehir içi ulaşımda bisiklet kullanımını teşvik etmek, bu kullanım oranının arttırılması için projeler üretmek ve geliştirmek çok büyük bir önem taşıyor. Kısa mesafelerdeki bisiklet kullanımını %50 oranında arttırarak ulaşım amaçlı petrol tüketimini büyük oranda azaltmak mümkündür. İthal ettiğimiz petrole yapacağımız ödemeler de ülkemizde kalacak, bu kaynak daha verimli bir biçimde üretimi arttırıcı teşvikler için kullanılabilecektir. Bu bağlamda düşünecek olursak Türkiye'nin ekonomik gelişimine en büyük katkıyı günlük hayatta bisiklet kullanımının arttırılması sunacaktır. Türkiye'nin petrole bağımlılığını azaltabilmenin en sağlıklı yolu bisikletli bir yaşamı inşa etmekten geçmektedir.
Kişisel ekonomimize yapacağımız en büyük katkı yine bisiklet kullanımı ile mümkün olacaktır. Birikim yapmanın en kolay yolu harcama yapmamak ya da harcama kalemlerini azaltmaktan geçer. Şehir içi kısa mesafeli ulaşım ihtiyacımızı kişisel aracımızla ya da toplu taşıma araçlarıyla yapmak yerine bisiklete yönelirsek her ay kişisel bütçemizde hatırı sayılır bir gedik açan ulaşım giderlerini sıfıra indirmiş oluruz. İşe gidip gelirken ulaşımını toplu taşıma araçları ile sağlayan yurttaşlarımızın aylık ulaşım masrafı 300 TL ile 500 TL arasında değişmektedir. Daha fazla da harcayanlar mevcut olmasına rağmen biz şimdi yapacağımız hesaplamada ortalama fiyatları kerteriz olarak alacağız. 12 ay çalışan bir yuttaşımız bir yılda işe gidip gelirken ulaşıma 3600 TL harcamaktadır. Bu parayla giriş seviyesinde bir yol bisikleti, orta seviyede bir dağ bisikleti, üst seviyede bir şehir bisikleti satın alınabilir. Sıfır olarak alınan bir bisiklet, düzenli bir biçimde kullanılırsa, kullanıcısına ilk yılında vites ayarı dışında ciddi bir sorun çıkarmayacaktır. Bir sene bisiklete binerseniz bisikletin ücreti zaten ulaşım masraflarınızdan çıkmaktadır. 1. yılından sonra kâr etmeye başlayan başka bir ulaşım yatırımı biliyorsanız onu deneyebilirsiniz tabiî ki; ama bu açıdan bakarsak bisiklet oldukça kârlı bir yatırım olacaktır.
Artan vücut direnciniz sayesinde daha az hastalanacak, böylece sağlık harcamalarınızı da kısmış olacaksınız. Spor yapmak için spor salonuna aidat ödemesi yapıyorsanız bisiklete binmeye başladıktan sonra buna da masraf yapmaya gerek kalmayacak. Her gün 30 km bisiklete binen ortalama bir insanın spor salonuna ihtiyacı kalmaz. Zayıflamak izin diyetisyene verdiğiniz ücret de diyet yapmak için harcadığınız para da cebinizde kalacak. Büyük resme bakarak durumun nesnel gerçekliğini okumaya başladığınızda sadece bisiklete binerek kişisel bütçenizde yıllık 5 bin lirayı aşan bir tasarruf yapabileceğiniz açık bir biçimde ortadadır. On yıl bisiklete binerseniz 50, 20 yıl bisiklete binerseniz 100, 30 yıl bisiklete binerseniz 150 bin lira tasarruf etmiş olacaksınız. Şimdi bir de Türkiye genelinde 20 milyon insanın işe gidip gelirken bisiklete bindiğini bir düşünün. Tasarrufun miktarına dudağınız uçuklayacak. 10 milyar TL!!! 30 yılda sadece bisiklete binilerek yapılan tasarruf ile biriken sermayenin boyutlarını görebiliyor musunuz? Sadece bisiklet kullanımından kaynaklanan tasarrufların mevduat hesabı olarak yatırılmasıyla kurulan bir "Bisiklet Bank", bir yılda 10 milyar TL'lik mevduat hesabı ile Türkiye'de bankacılık sektöründeki en büyük bankalardan biri olabilir.
Şehir içi trafiğinde bisiklet kullanarak şehirlerimizin daha yaşanabilir yerler olmasını sağlayacaksınız. Hava kirliliğinin azaldığı, nefes alınabilir bir havaya sahip şehirlerde yaşam kaliteniz artacak. Buna paha biçilemez. Ayrıca şehrin havasını temizlemek için yapılan kamu yatırımlarına da gerek kalmayacak. Sıfır kamusal harcama ile havası tertemiz bir şehir yaratmanın yolu da bisikletli bir yaşamdan geçiyor. Ülkemizin en büyük ulusal serveti doğasıdır. Ülkemize gelen turistlerin tamamına yakını eşsiz doğa güzelliklerimizi gezip görmek için ülkemizi ziyaret ediyorlar. Herkes havası temiz bir şehri gezmekten zevk alır, böyle bir şehri herkese tavsiye eder. Hiçkimse havası egzoz dumanlarıyla kirletilmiş bir yeri, orası cennet dahi olsa, gezmekten zevk almaz. Bisikletli bir yaşam inşa ederek şehirlerimizin havasını daha temiz kılmak mümkündür. Bu sayede ülkemizin en büyük serveti olan doğal güzelliklerini de korumuş olacağız. Havanız kirlenirse her şeyiniz kirlenir, havanız temizlenirse zamanla her şeyiniz temizlenir. Ülke ekonomisine sunulacak en büyük katkı da bu olsa gerek.
Şimdiye kadar bisiklet kullanımının ekonomik boyutları üzerinde durduk. Bundan sonra ise bisikletin niçin "ulusal bir ulaşım aracı" olduğunu anlatalım. Şimdi bu konudaki tezlerimizi ortaya koyalım: Öncelikle tasarımından üretimine kadar her aşamasıyla birlikte yerli ve millî olan tek bir motorlu araç firmamız var mı? Yok! Kullandığımız motosikletler, arabalar, kamyonlar, otobüsler, tramvaylar, uçaklar vs aklınıza gelebilecek ne kadar motorlu taşıt varsa neredeyse tamamına yakını yabancı firmaların ürünleridir. Sokağınıza bir bakın. Bir tane Türk arabası görebilecek misiniz? Her yıl milyarlarca lirasını yabancı otomobil firmalarını zengin etmek için harcayan bir millet özgür ve bağımsız kalabilir mi? Her yıl binlerce lirasını o yabancı firmaların ürettiği motorlu araçların yakıt tüketimine harcayan bir ülke özgür ve bağımsız kalabilir mi? Oysa bisiklette durum çok farklı. Üretiminin bir kısmını Türkiye'de yapan yerli ve milli bisiklet firmalarımız var. Küçük bir devlet desteği ve bilimsel bir programla bu firmalarımızın iç pazarda rakipsiz, dış pazarda ise rekabetçi olmalarını sağlamak mümkündür. Tabii ki siyasilerimiz motorlu araç satıcısı lobilerin etkisi altında kalmadan kararlı bir şekilde bisikletli bir yaşamı teşvik edecek politikalar geliştirebilirselerse bu mümkün olacaktır. Yoksa eski tas eski hamam durumları devam edecek.
İkinci nokta da şudur: Şu anda üretimini Türkiye'de yapan bisiklet firmalarının büyük çoğunluğu ya yurt dışında ürettirdiği kadrolara kendi markasını basarak satış yapıyorlar ya da burada üretilen bisikletlerin hammadde ve yedek parçalarını yurt dışından getiriyorlar. Ülkemizdeki fabrikalarında üretim yapan firmalar da hammadde bakımından dışa bağımlı. Yedek parçaların, vites setlerinin tamamı yurt dışından getiriliyor. Bunların tamamı ithal! Neden? Çünkü bizim yerli bir vites seti üreticimiz yok. Uzun vadeli planlama ile bisiklet endüstrisindeki ithal hammadde kullanımının düşürülmesine, bisiklet endüstrisindeki yerlilik oranının arttırılmasına çalışılmalıdır. Kendimize hedef olarak kadrosundan tutun da vites setine ve jant setinden tutun lastiğe kadar her parçasıyla birlikte Türkiye'de üretilen bisikletler yapabilmeyi koymalıyız. Yerli ve milli üretim yapan bisiklet markalarını çoğaltıp büyütmeden bisikletli bir yaşamı inşa etmenin ulusal ekonomiye katkısı kısıtlı olacaktır. Motorlu araç bağımlılığından yurt dışından gelen bisiklet bağımlılığına geçiş yapmış olacağız sadece. Durum değişmeyecek. Tepeden tırnağa kendi bisikletimizi kendi imkânlarımızla ve dünya çapında rekabet edecek fiyatlarla üretmeyi başaramadan ekonomik anlamda bağımsız olamayacağız.
Yerli bisiklet firmalarının iç ve dış pazarlarda rekabetçi olabilmeleri için ciddi bir planlama yapılmalı, sektördeki yerli üretici firmalar vergi indirimleri ve sanayi teşvikleri ile desteklenmelidir. Sektöre girmek isteyen yerli sermayeli firmalara düşük faizli krediler sağlanmalı, yeni firmaların ayakta kalabilmesi için firma piyasada tutunabilmeyi başarana kadar kamunun bisiklet alım garantisi getirilmelidir. Türkiye'de üretim yapan bisiklet firmalarının fabrikalarında kullanılan enerji fiyatlarında da birtakım destekler verilmelidir. Yerli ve milli imkânlarla üretilen bisikletlerin yurt içindeki bisiklet kullanıcılarına uygun fiyatla sunulması sağlanmalıdır. Bisikletle işe giden memura ek ödeme yapılmasıyla dahi bir yılda milyonlarca bisikletin satılması sağlanabilir. Okuluna bisikletle gelen öğrenciye "bisikletli yaşam bursu" adı altında aylık bir ödeme yapılabilir, bu burs ile ilk aşamada 2 milyon öğrenci bisikletli yaşama dâhil edilebilirse ve bu öğrencilerin bisiklet ihtiyacı yerli firmalardan karşılanırsa bisiklet endüstrisinde ne kadar büyük bir hacim yaratılacağını görmek için dâhi olmaya gerek yoktur. Bunlar ilk akla gelen sığ ve basit projeler. Daha derinlikli bir çalışma ile daha nitelikli projeler üretilebilir.
3.SONUÇ
Sonuç olarak yukarıdaki gerekçelere dayanarak şunu iddia ediyoruz: Bisiklet, en ekonomik ulaşım aracıdır. Bisiklet, en ulusal ulaşım aracıdır. Yerli ve milli bisiklet sanayisini geliştirecek teşvikler derhâl uygulamaya alınmalıdır. Bisikletli bir yaşam inşa ederek daha çevreci ve daha ekonomik bir ulaşım stratejisi geliştirilmelidir, bisikletli yaşamın geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesi için devlet destekli projeler yapılmalı ve bisikletli yaşam ülke çapında özendirilmelidir.
Bu yazımızda bisikletin dünyadaki en ekonomik ve en ulusal ulaşım aracı olduğu tezini kanıtlamaya yönelik tezlerimizi ve bu tezlerimizin nesnel gerçeklikteki gerekçelerini ortaya koyacağız. Bazı tezlerimize katılmayabilirsiniz; fakat lütfen nesnel gerçeklikten alacağımız örnekler üzerine biraz düşününüz. Zaten o gerçekler üzerinde biraz düşündüğünüzde ileri sürdüğümüz tezlerin ütopik değil oldukça gerçekçi olduklarına siz de kanaat getireceksiniz. En azından biz buna inanıyoruz.
2.TEZLER
Bisiklet basit bir teknik yatırım ile hızlı bir biçimde yerli ve milli imkânlarla ülkemizde üretilebilir. Bisiklet üreten bir fabrika açmak için çok büyük sermayelere ihtiyaç yoktur. Aile şirketleri biçimde örgütlenme bile bir bisiklet firmasını yaratıp büyütmek için yeterli olmaktadır. İtalya'da üretim yapan bisiklet firmalarının çoğu artık seri üretimlerini Taiwan'a kaydırmış durumda olan aile şirketleri biçimde örgütlenmiş firmalardan müteşekkildir. Katma değeri yüksek olan üretimlerini ise hâlâ kendi ülkelerinde yapmaya devam ediyorlar. Biz de ülkemizde aynı yöntemi kullanarak kaliteli Türk çeliğinin, aluminyumunun hammadde olarak kullanıldığı bisiklet kadrosu üretimine geçebiliriz. Günlük kullanım için daha hafif ve daha sağlam alüminyum malzemeden üretilen, nispeten uygun fiyatlı rekabetçi ürünlerle iç piyasadaki yerimizi güçlendirebiliriz.
Bisiklet, Türkiye'nin dış ticaretteki en büyük çıktı kalemi olan petrole bağımlı değildir. Bu bağlamda ülke ekonomisine en büyük katkıyı bisiklet kullanımının arttırılması sunacaktır. Ulusal ekonominin güçlendirilmesi bağlamında şehir içi ulaşımda bisiklet kullanımını teşvik etmek, bu kullanım oranının arttırılması için projeler üretmek ve geliştirmek çok büyük bir önem taşıyor. Kısa mesafelerdeki bisiklet kullanımını %50 oranında arttırarak ulaşım amaçlı petrol tüketimini büyük oranda azaltmak mümkündür. İthal ettiğimiz petrole yapacağımız ödemeler de ülkemizde kalacak, bu kaynak daha verimli bir biçimde üretimi arttırıcı teşvikler için kullanılabilecektir. Bu bağlamda düşünecek olursak Türkiye'nin ekonomik gelişimine en büyük katkıyı günlük hayatta bisiklet kullanımının arttırılması sunacaktır. Türkiye'nin petrole bağımlılığını azaltabilmenin en sağlıklı yolu bisikletli bir yaşamı inşa etmekten geçmektedir.
Kişisel ekonomimize yapacağımız en büyük katkı yine bisiklet kullanımı ile mümkün olacaktır. Birikim yapmanın en kolay yolu harcama yapmamak ya da harcama kalemlerini azaltmaktan geçer. Şehir içi kısa mesafeli ulaşım ihtiyacımızı kişisel aracımızla ya da toplu taşıma araçlarıyla yapmak yerine bisiklete yönelirsek her ay kişisel bütçemizde hatırı sayılır bir gedik açan ulaşım giderlerini sıfıra indirmiş oluruz. İşe gidip gelirken ulaşımını toplu taşıma araçları ile sağlayan yurttaşlarımızın aylık ulaşım masrafı 300 TL ile 500 TL arasında değişmektedir. Daha fazla da harcayanlar mevcut olmasına rağmen biz şimdi yapacağımız hesaplamada ortalama fiyatları kerteriz olarak alacağız. 12 ay çalışan bir yuttaşımız bir yılda işe gidip gelirken ulaşıma 3600 TL harcamaktadır. Bu parayla giriş seviyesinde bir yol bisikleti, orta seviyede bir dağ bisikleti, üst seviyede bir şehir bisikleti satın alınabilir. Sıfır olarak alınan bir bisiklet, düzenli bir biçimde kullanılırsa, kullanıcısına ilk yılında vites ayarı dışında ciddi bir sorun çıkarmayacaktır. Bir sene bisiklete binerseniz bisikletin ücreti zaten ulaşım masraflarınızdan çıkmaktadır. 1. yılından sonra kâr etmeye başlayan başka bir ulaşım yatırımı biliyorsanız onu deneyebilirsiniz tabiî ki; ama bu açıdan bakarsak bisiklet oldukça kârlı bir yatırım olacaktır.
Artan vücut direnciniz sayesinde daha az hastalanacak, böylece sağlık harcamalarınızı da kısmış olacaksınız. Spor yapmak için spor salonuna aidat ödemesi yapıyorsanız bisiklete binmeye başladıktan sonra buna da masraf yapmaya gerek kalmayacak. Her gün 30 km bisiklete binen ortalama bir insanın spor salonuna ihtiyacı kalmaz. Zayıflamak izin diyetisyene verdiğiniz ücret de diyet yapmak için harcadığınız para da cebinizde kalacak. Büyük resme bakarak durumun nesnel gerçekliğini okumaya başladığınızda sadece bisiklete binerek kişisel bütçenizde yıllık 5 bin lirayı aşan bir tasarruf yapabileceğiniz açık bir biçimde ortadadır. On yıl bisiklete binerseniz 50, 20 yıl bisiklete binerseniz 100, 30 yıl bisiklete binerseniz 150 bin lira tasarruf etmiş olacaksınız. Şimdi bir de Türkiye genelinde 20 milyon insanın işe gidip gelirken bisiklete bindiğini bir düşünün. Tasarrufun miktarına dudağınız uçuklayacak. 10 milyar TL!!! 30 yılda sadece bisiklete binilerek yapılan tasarruf ile biriken sermayenin boyutlarını görebiliyor musunuz? Sadece bisiklet kullanımından kaynaklanan tasarrufların mevduat hesabı olarak yatırılmasıyla kurulan bir "Bisiklet Bank", bir yılda 10 milyar TL'lik mevduat hesabı ile Türkiye'de bankacılık sektöründeki en büyük bankalardan biri olabilir.
Şehir içi trafiğinde bisiklet kullanarak şehirlerimizin daha yaşanabilir yerler olmasını sağlayacaksınız. Hava kirliliğinin azaldığı, nefes alınabilir bir havaya sahip şehirlerde yaşam kaliteniz artacak. Buna paha biçilemez. Ayrıca şehrin havasını temizlemek için yapılan kamu yatırımlarına da gerek kalmayacak. Sıfır kamusal harcama ile havası tertemiz bir şehir yaratmanın yolu da bisikletli bir yaşamdan geçiyor. Ülkemizin en büyük ulusal serveti doğasıdır. Ülkemize gelen turistlerin tamamına yakını eşsiz doğa güzelliklerimizi gezip görmek için ülkemizi ziyaret ediyorlar. Herkes havası temiz bir şehri gezmekten zevk alır, böyle bir şehri herkese tavsiye eder. Hiçkimse havası egzoz dumanlarıyla kirletilmiş bir yeri, orası cennet dahi olsa, gezmekten zevk almaz. Bisikletli bir yaşam inşa ederek şehirlerimizin havasını daha temiz kılmak mümkündür. Bu sayede ülkemizin en büyük serveti olan doğal güzelliklerini de korumuş olacağız. Havanız kirlenirse her şeyiniz kirlenir, havanız temizlenirse zamanla her şeyiniz temizlenir. Ülke ekonomisine sunulacak en büyük katkı da bu olsa gerek.
Şimdiye kadar bisiklet kullanımının ekonomik boyutları üzerinde durduk. Bundan sonra ise bisikletin niçin "ulusal bir ulaşım aracı" olduğunu anlatalım. Şimdi bu konudaki tezlerimizi ortaya koyalım: Öncelikle tasarımından üretimine kadar her aşamasıyla birlikte yerli ve millî olan tek bir motorlu araç firmamız var mı? Yok! Kullandığımız motosikletler, arabalar, kamyonlar, otobüsler, tramvaylar, uçaklar vs aklınıza gelebilecek ne kadar motorlu taşıt varsa neredeyse tamamına yakını yabancı firmaların ürünleridir. Sokağınıza bir bakın. Bir tane Türk arabası görebilecek misiniz? Her yıl milyarlarca lirasını yabancı otomobil firmalarını zengin etmek için harcayan bir millet özgür ve bağımsız kalabilir mi? Her yıl binlerce lirasını o yabancı firmaların ürettiği motorlu araçların yakıt tüketimine harcayan bir ülke özgür ve bağımsız kalabilir mi? Oysa bisiklette durum çok farklı. Üretiminin bir kısmını Türkiye'de yapan yerli ve milli bisiklet firmalarımız var. Küçük bir devlet desteği ve bilimsel bir programla bu firmalarımızın iç pazarda rakipsiz, dış pazarda ise rekabetçi olmalarını sağlamak mümkündür. Tabii ki siyasilerimiz motorlu araç satıcısı lobilerin etkisi altında kalmadan kararlı bir şekilde bisikletli bir yaşamı teşvik edecek politikalar geliştirebilirselerse bu mümkün olacaktır. Yoksa eski tas eski hamam durumları devam edecek.
İkinci nokta da şudur: Şu anda üretimini Türkiye'de yapan bisiklet firmalarının büyük çoğunluğu ya yurt dışında ürettirdiği kadrolara kendi markasını basarak satış yapıyorlar ya da burada üretilen bisikletlerin hammadde ve yedek parçalarını yurt dışından getiriyorlar. Ülkemizdeki fabrikalarında üretim yapan firmalar da hammadde bakımından dışa bağımlı. Yedek parçaların, vites setlerinin tamamı yurt dışından getiriliyor. Bunların tamamı ithal! Neden? Çünkü bizim yerli bir vites seti üreticimiz yok. Uzun vadeli planlama ile bisiklet endüstrisindeki ithal hammadde kullanımının düşürülmesine, bisiklet endüstrisindeki yerlilik oranının arttırılmasına çalışılmalıdır. Kendimize hedef olarak kadrosundan tutun da vites setine ve jant setinden tutun lastiğe kadar her parçasıyla birlikte Türkiye'de üretilen bisikletler yapabilmeyi koymalıyız. Yerli ve milli üretim yapan bisiklet markalarını çoğaltıp büyütmeden bisikletli bir yaşamı inşa etmenin ulusal ekonomiye katkısı kısıtlı olacaktır. Motorlu araç bağımlılığından yurt dışından gelen bisiklet bağımlılığına geçiş yapmış olacağız sadece. Durum değişmeyecek. Tepeden tırnağa kendi bisikletimizi kendi imkânlarımızla ve dünya çapında rekabet edecek fiyatlarla üretmeyi başaramadan ekonomik anlamda bağımsız olamayacağız.
Yerli bisiklet firmalarının iç ve dış pazarlarda rekabetçi olabilmeleri için ciddi bir planlama yapılmalı, sektördeki yerli üretici firmalar vergi indirimleri ve sanayi teşvikleri ile desteklenmelidir. Sektöre girmek isteyen yerli sermayeli firmalara düşük faizli krediler sağlanmalı, yeni firmaların ayakta kalabilmesi için firma piyasada tutunabilmeyi başarana kadar kamunun bisiklet alım garantisi getirilmelidir. Türkiye'de üretim yapan bisiklet firmalarının fabrikalarında kullanılan enerji fiyatlarında da birtakım destekler verilmelidir. Yerli ve milli imkânlarla üretilen bisikletlerin yurt içindeki bisiklet kullanıcılarına uygun fiyatla sunulması sağlanmalıdır. Bisikletle işe giden memura ek ödeme yapılmasıyla dahi bir yılda milyonlarca bisikletin satılması sağlanabilir. Okuluna bisikletle gelen öğrenciye "bisikletli yaşam bursu" adı altında aylık bir ödeme yapılabilir, bu burs ile ilk aşamada 2 milyon öğrenci bisikletli yaşama dâhil edilebilirse ve bu öğrencilerin bisiklet ihtiyacı yerli firmalardan karşılanırsa bisiklet endüstrisinde ne kadar büyük bir hacim yaratılacağını görmek için dâhi olmaya gerek yoktur. Bunlar ilk akla gelen sığ ve basit projeler. Daha derinlikli bir çalışma ile daha nitelikli projeler üretilebilir.
3.SONUÇ
Sonuç olarak yukarıdaki gerekçelere dayanarak şunu iddia ediyoruz: Bisiklet, en ekonomik ulaşım aracıdır. Bisiklet, en ulusal ulaşım aracıdır. Yerli ve milli bisiklet sanayisini geliştirecek teşvikler derhâl uygulamaya alınmalıdır. Bisikletli bir yaşam inşa ederek daha çevreci ve daha ekonomik bir ulaşım stratejisi geliştirilmelidir, bisikletli yaşamın geniş halk kitleleri tarafından benimsenmesi için devlet destekli projeler yapılmalı ve bisikletli yaşam ülke çapında özendirilmelidir.
26 Aralık 2018 Çarşamba
GRAN FONDO'LAR NASIL YAPILMALI?
Daha önce gran fondo yarışları ile ilgili ayrıntılı bir ekonomi politik değerlendirme yapmıştım, uzun uzun eleştirilerimi sunmuştum. Şimdi ise bu yarışların daha verimli ve ucuz bir biçimde nasıl yapılması gerektiğini konuşalım.
1.Yarışlar, Türkiye Bisiklet Federasyonu tarafından yapılmalı. Yarışın isim hakkı, mülkiyeti, kısacası her şeyi federasyonun elinde olmalı. Peki neden? Avrupa'daki ASO ve UCI tartışmalarına bir bakın. At Ayşe'nin eğer Menekşe'nin durumu var. Sahibi olmadığın atı keyfince kişnetemezsin. Yarışların mükiyeti federasyona ait olmalıdır. Güvenlik açısından bu şart. En son hangi federasyon yarışında ölümlü kaza yaşandı? Var mı hatırlayan? Oysaki gran fondolarda amatörler ölüyor. Federasyon'dan birkaç hakem getirerek olmuyor bu işler. Daha sıkı güvenlik önlemi alınmalı. Rotalar da amatör yarışçıların geleceği göz önüne alınarak oluşturulmalı. Tehlikeli inişler ve virajlar rotadan çıkarılmalı. Profesyoneller için yapılan gran fondolarda ise parkur iyice zorlaştırılmalı.
2.Birkaç farklı gran fondo türü olmalı ve yarışlar tüm ülke geneline yayılmalı. Herkes kendi şehrine yakın olan şehre gidip yarış koşabilmeli. Bu yarışları ücretsiz olmasından daha önemli bir maddedir. Yarışlardaki en büyük harcama kalemi yarış yerine ulaşım, konaklama ve yemek masraflarıdır. Sadece bunlar bile en ekonomik seçenekler kullanılsa bile 500 liraya ulaşıyor. Bu çok yüksek bir maliyet. Bunu daha makul bir düzeye çekmek için yarışlar yurt geneline yayılmalı. Uzun mesafeler kat ederek yarışa ulaşmak yerine ikamet yerine en yakın yerdeki yarışa katılmak teşvik edilmelidir. Böylece gran fondolar daha geniş bir kitleye yayılarak bisiklet sporunun toplum geneline yayılmasına hizmet edebilir.
3.Gran Fondo'lar ücretsiz olmalı ancak gran fondolardan illa ki para alınacaksa, yarış maliyetleri düşüldükten sonra elde edilecek gelir bir fona aktarılmalı. Her yıl yıldız sporcular bu fonun parası ile desteklenmeli, yurt dışına UCI kurslarına gönderilmelidir. Ülkemizin yol bisikletindeki en parlak ismi olan Ahmet Örken bir proje sayesinde bisiklet sporuna kazanıldı. Eğer federasyon tarafından yurt dışına eğitime gönderilmeseydi ülkemizde öğrendikleri ile aynı seviyeye ulaşabilir miydi? Sanmıyorum. Madem ki fondolara para vereceğiz, verdiğimiz para bisiklet sporunun gelişimi için kullanılan bir fona aktarılsın. Ciddi bir planlama ile bu yarışlarda elde edilen gelirlerin de yardımıyla olimpiyatlara sporcu gönderelim. Bayrağımız orada da dalgalansın.
4.Gelir elde etmek için gran fondo düzenleyen turizm şirketleri bu hizmeti yurt içindeki katılımcılar için değil yurt dışından gelip ülkemizde kış dönemi kampı yapacak bisiklet takımlarına sunmalıdır. Birkaç şehrimiz bu konuda proje şehri ilan edilerek gerekli planlama yapıldıktan sonra sadece profesyonel yarışçıların katılacağı gran fondolar düzenlenebilir. Federasyon yurt dışından bisiklet takımı getirip kamp yaptıran, bizim profesyonel sporcularımızın da katılarak yarış tecrübesi kazanabileceği gran fondo yarışları düzenleyebilen turizm firmalarına birtakım ayrıcalıklar sunmalıdır, köstek olmamalıdır. Turizm Bakanlığı bu firmalar için her türlü teşvik mekanizmasını çalıştırmalıdır. (Burada "Köstek nedir?"in açıklamasını ben yapmayacağım. Merak eden Google'lasın.)
5.Yarışlarda mutlaka zaman sınırı olmalı. Tamamlayamayanlar tamamlayamamalı. Zaman sınırı olsa yarışı tamamlayamayacak durumda olan bisiklet kullanıcılarına uyduruktan bir tamamlama madalyası verilerek katılımcılar kandırılmamalı, madalyayı elde etmenin simgesel değeri düşürülmemeli. Çalışan kazanmalı, çalışmayan da kıskanmamalı, daha fazla çalışmalı. Gran fondolar gerçek bir bisiklet yarışı değil. Önce herkes bunu bir kabul etmeli. 100 kilometrelik yarışı 20 ortalama ile tamamlayarak madalya almak ve bisiklet sporu yaptığını zannetmek... İnsanları kandırmanın âlemi yok. 35 ortalama ile bitmeyen bir bisiklet yarışı var mı? Gran fondoya katılan yarışçılar herhangi bir federasyon yarışına girseler bu yarışı zaman sınırı içinde kalarak tamamlayabilir mi? İki elin parmakları kadar sporcu hariç tamamlayamaz. O hâlde bu neyin madalyası? Gran Fondo'lar şu anki hâliyle bisiklet yarışı formatında bir turizm etkinliğidir. Yaz tatiline gittiğiniz otel size bir yüzme parkuru yapsa ve orayı bitiren herkese madalya verse o madalyanın bir değeri olur mu? Tabiî ki olmaz! Bu da aynı şey: Bisiklet Turizmi! Yurt dışında bu işleri yürüten pek çok ciddi turizm firması var. Bizimkiler de onlara özeniyorlar. Bu iyi bir şey. Bizim de birkaç tane bisiklet turizmi şirketimiz olsun tabiî. Ama bu şirketler yurt içindeki yarışçılar ile değil yurt dışından gelecek olan yarışçılara "hizmet" sunmalıdır.
6.Federasyon ücretsiz yarış düzenleyen bisiklet topluluklarından hiçbir ücret talep etmemeli. Ama mutlaka hakem heyeti yolayıp yarış güvenliğini ve usüle uygun olup olmadığını denetlemeli. Geri ödemesini yapmasına rağmen federasyon gran fondo yarışlarından ücret alıyor. Tam rakam nedir ne değildir net bir bilgi, fatura görmedim, kaç lira alıyor bilmiyorum; ama gran fondo düzenleyen bütün şirketler federasyona bir miktar para verdiklerini söylüyorlar. Federasyon bu uygulamadan derhal vazgeçmeli. Kim gran fondo düzenliyorsa destek olmak için elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Fondoyu düzenleyen bisiklet topluluğu; yarış hakemleri, yarış direktörü gibi federasyonun yollayacağı çalışanların yol, yemek, ücretlerini karşılamalıdır. Federasyon da her yarışta bunları görevlendirmelidir.
7.Gran fondolara kesinlikle profesyonel yarışçılar dahil edilmemeli. Sadece amatör bisiklet kullanıcıları için düzenlenmeli. Çok gerekiyorsa profesyonel bisiklet takımları için ayrı bir gran fondo düzenlenebilir. Amatörler ile profesyonellerin birlikte yarışması birçok açıdan sıkıntı doğurur. Amatörler kaybedecekleri kesin olan bir yarıştan uzak dururlar. Profesyoneller de amatör yarışçıların peloton içinde yaratacağı güvenlik sorunlarından dolayı gran fondodan uzak dururlar. Hiçbir profesyonel, sezon ortasında ya da başında amatör bir sporcunun neden olduğu bir kaza ile sezon kapatmak istemez. Amatör ve profesyonel ayrımı gran fondolarda mutlaka yapılmalı. Gran fondoların profesyonel bisiklet sporunu geliştireceğine kesinlikle inanmıyorum. Tabiî ki birkaç gencin bu spora başlamasına vesile olacaktırlar; fakat katkıları o kadarla kalacaktır diye düşünüyorum. Bu konuya benim baktığım pencereden bakmayan arkadaşların alternatif fikirlerine açığım. Sporu nasıl geliştireceği konusunda beni ikna etmeye çalışabilirler. Akla ve bilime dayanan her türlü fikre ikna olabilirim. Sıkıntı yok. Soruyorum: 3 yıldır pek çok gran fondo yarışı yapılmasına rağmen bu yarışlar sayesinde kendini geliştirip profesyonel olan kaç bisikletçi var? Ben hiç duymadım. Duyan varsa paylaşsın. Biz de öğrenelim.
8.Belli bir nüfus yoğunluğunun üzerindeki her ilde ya da bu yarışları yapabilen her ilde gran fondo yapılabilmeli. Meselâ "Yozgat Gran Fondo" neden olmasın? Yapılabiliyorsa? Şehirlerin bisiklet toplulukları bu konuya çalışsın. Abuk sabuk bisiklet etkinlikleri için enerjilerini ve zamanlarını israf edeceklerine yılda bir tane gran fondo yapabilmek için teşrik-i mesai yapabilirler. Yapılabilen her şehirde bir gran fondo yarışının olmasının kime ne zararı olabilir? 100 kişi katılsın ama yine de yapılsın bu yarışlar. Bu küçük illerde yaşayan gençler yarışmaya teşvik edilir. Gençlerimiz saçma sapan işlerle uğraşacaklarına yılda bir kere de olsa yarışıp eğlenirler. Her ilden bir genç profesyonelliğe yükselebilse 81 tane profesyonel bisikletçimiz olur. Fena mı? Federasyon yine bu yarışları denetleyip yarış uygulamasına da teknik destek versin. Manisa'daki yarışçılar İzmir'deki yarışa gelsin, İzmir'dekiler Manisa'daki yarışa gitsin. Maliyetleri düşsün. İstanbul'daki arkadaş teee Alanya'ya gelmeye zorlanmasın. Parası olan İstanbul'dan Antalya'ya gelir yarışır, ama daha düşük bütçe ile yarış koşmak isteyene de bir alternatif sunulmalıdır. Asgarî ücretliler yarış koşmasın mı kardeşim?
9.Bisiklet sporuna yeni başlamış ortaokul ve lise öğrencilerinden gran fondolarda ücret alınmamalı. Hattâ onlar için şöyle pahalı bir bisikletin ödül olarak verildiği ayrı bir gran fondo düzenlenmeli. Bu maddeyi yukarıdaki maddeye ekleyerek düşünün. Bisiklet yarışlarını ortaokul ve lise düzeyine indirmeden profesyonel anlamda bisiklet sporu asla gelişemeyecektir. Bu gençler için de federasyon denetiminde gran fondolar düzenlenmelidir. Ama bunun için federasyon zaten yarışlar yapıyor mu dediniz? Soruyorum: Yılda kaç tane? Ve ayrıca Urfa'daki bisiklet takımı bu yarışların kaçına katılabiliyor? Başka sorum yok. Dağılabilirsiniz!
10.Red Hook Kriteryum benzeri yarışlar her şehirde organize edilmeli. Federasyon bunlara engel olmamalı. Hakem desteği vermeli. Malûmunuz ülkemizde velodrom yok. Projesi var ama hâlâ kazma vurulmadı. İnşallah maşallah seneye... Velodrom tabiî ki şarttır; fakat bunu ülkenin her yerine yapmak mümkün mü? Velodromdan sadece velodromun yapıldığı şehirdeki sporcular yararlanacak. Diğer şehirlerdekiler şehir dışından gelip orada konaklama yapmak zorunda kalacak. Red Hook Criteryum yarışlarını lütfen bir inceleyin. Her şehirde bunlardan yılda birkaç tane yapılsa iyi olmaz mı? Geniş geniş kapalı pazar yerleri olan şehirler var. Pazarın kurulduğu günler hariç bomboş duruyorlar. Asfalt zemini olanlarına kriteryum parkuru yapılıp buralarda yarışlar düzenlenebilir. Daha önceki bir yazımda (Sivil Bisiklet Yarışları) bunu ayrıntılı olarak açıklamıştım. Bakabilirsiniz.
11.İleride klasikleşmesi için Paris Roubaix benzeri zorlu parkurlarda düzenlenen birkaç gran fondo yapılmalı. Bu yarışlara katılmak değil sağ salim bitirebilmek üzerinden yürünmeli. Yarışın tanıtımı yapılırken bunun bir meydan okuma yarışı olduğu, ciddi antrenman yapan amatör yarışçıların katılmasının istendiği açıkla ilan edilmeli. Strada Bianche benzeri bir yarış niçin ülkemizde de yapılmasın? (Bu yarış örnek olmalı bize, tarihsel olarak klasik bir bisiklet yarışı değil, öyle yüz ya da elli yıllık bir geçmişi de yok; ama yine de içerik olarak tam bir "bahar klasiği") Yarış bir gelenek yaratıp tarihsel bir köken inşa ederek klasikleşince de UCI klasikler takviminin bir yerine denk getirilerek uluslararası bir yarış olabilmesi için yoğun çalışma ve planlama yapılmalı. Bu öyle iki yılda başarılacak bir şey değil. Ciddi planlama ve lobi faaliyeti gerektiriyor. İlk etapta amatör yarış gibi başlayarak sürdürülebilirliği test edildikten sonra ciddi organizasyon firmalarına verilebilir. Sıkıntı yok. Yeter ki bizim de bir bahar klasiğimiz olsun. Paris-Roubaix de ilk yıllarında gran fondo mantığı ile yapılıyordu. Şimdi ise tam bir efsane!!!
12.Maliyeti düşürebilmek için sponsor imkânları sonuna kadar zorlanmalı. Çeşitli alternatifler düşünülebilir. Örneğin her şehrin mutlaka bir makarna fabrikası vardır. Yarış sonrası sadece makarna ikramına o fabrika sponsor olabilir. İsim yapmak isteyen başka bir şirket, örneğin şehrin kobilerinden biri, yarışa ismini vermek için sponsor olabilir. Yahut şehrin esnaf ve zanaatkarlar odası imece usulü esnaftan para toplayıp sponsor olabilir. Akla her türlü çözüm gelebilir bu konuda. Maliyetin tamamına yahut bir kısmına ortak olabilecek her türlü meşru bileşenden yararlanılabilir. Belediyeler bu işlere dahil edilmeli. Geniş bir kitleye hitap eden bisiklet toplulukları belediyeler üzerinde politik bir baskı kurarak bisiklet yarışlarına kaynak aktarma konusunda belediyeleri ikna etmelidir. Binlerce kişinin talep ettiği bir bisiklet yarışına birkaç yüz bin lira aktarmayacak kadar gözü pek bir belediye bulmak pek mümkün değil. Kalabalık bir insan kitlesi tarafından ısrarla talep edilen bir şeye belediyeler duyarsız kalamayacaklardır.
13.Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri çalıştırılmalı. Buraların halka hizmet etme yerleri olduğunu, bisiklet yarışı isteyen halkın bu ihtiyacını karşılamak için ellerinden gelen ne ise yapmaları gerektiğini anlamalılar artık. Öyle uyduruktan iki sosyal etkinlik ile yılı kapatmak yeterli olmamalı. Bağlı olduğu bakanlığa yazılarak il temsilciliklerinin bisiklet sporu konusunda da etkin olmaları konusunda kamuoyu baskısı oluşturulmalı. Meselâ Eskişehir'de, İzmir'de kamuoyu baskısı ile Gençlik Spor İl Müdürlüğü'ne ücretsiz bir gran fondo yaptırabilirsek işin arkası gelir. Bu illerde yapılabildiğini gören her il bunu talep eder. Bir yılda istemediğiniz kadar yarış türer. Bunlardan bir elin parmakları kadar devamlılık sağlayabilen, kendine has bir gelenek inşa edebilen yarışlar olursa büyük başarıdır.
14.Ciddi para ödülleri veren gran fondolar da düzenlenmeli. Öyle uyduruktan bir altın falan yetmez. Ciddi ödüller diyorum. Para için yarış koşacak kimseleri tatmin edecek ödüllerden söz ediyorum. Yılda birkaç tane ciddi para ödüllü gran fondo yapılmalı. Şunu profesyonel bisikletle ilgilenen herkes bilir. Büyük bisikletçilerin çoğu ekonomik durumu iyi olmayan ailelerden çıkıyor. Para için yarış kovalıyorlar. Ekmek parası için pedal basıyorlar. Maddi teşvik sporu geliştirecekse bu mekanizma da etkin bir biçimde kullanılabilir. Neden olmasın? 50 bin lira ödüllü bir gran fondo yapın bakalım, kimler katılıyor?
Şimdi gelelim şu anda yapılan gran fondoların maliyet kalemlerine maliyet kalemlerine. Bunların hangileri zorunlu, hangileri keyfi! Bir bakalım.
1.Organizasyon Web sitesi, online kayıt ve tasarımlar dahil 500 liraya yaptırılıyor. Personel 50 kişi diyelim. Adam başı 200 lira günlükle tek gün çalışsa 10000 TL. Araçlar tek günlük kiralama ile 5000 TL.
2.Yarış Kiti: Kişi başı 25 lira tutuyor. 500×25=12500 TL.
3.Yiyecek içecek hizmetleri: Kola, su ve muz veriliyor. Perakende fiyatlarıyla kolalar 500×1.5=750 TL Sular 750 TL. Muzlar 1500 TL. (Adam başı yarım kilo hesaplandı.) Sağlık imkanlarını Valilik sağlıyor zaten. Para gidiyorsa şirket fatura yollasın. Görelim.
4.Zaman Tutma Hizmeti. 10000 TL.
5.Bitiş sonrası kumanya. Adam başı 20 liradan heaplarsak 500×20=10000 TL.
6.Süpürge Otobüsleri 3 adet. Otobüs başı 1000 lira. 3000 TL.
7.Motorize Ekip. 5 adet. 500 liradan 2500 TL.
8.Hakem Giderleri 10 hakem. Hakem başı 250 liradan 2500 TL.
9.Ambulans ve sağlık giderleri. Özel hastaneden 2 ambulans 5000 TL.
10.Bitirme madalyası. 500 tane adam başı 10 liradan 5000 TL.
11.Fedaresyona ödenen yarış ücreti. Adam başı 20 liradan 500×20=10000 TL.
12.Tshirt. Adam başı 20 liradan 500×20=10000 TL.
13.KDV. %18
TOPLAM MALİYET= 95000 TL.
Kişi Başı 210 liradan 500 kişi uzun parkur gelir: 105000 TL.
YUKARIDAKİ AŞIRI ABARTILI RAKAMLAR İLE DAHİ GRAN FONDOLARIN KÂR ETTİĞİ AÇIK BİR GERÇEK.
Şimdi burada asıl soru şudur: Sponsorlar 95000 TL'lik maliyetin ne kadarını karşılıyorlar. Tamamını mı? Yarısını mı? %25'ini mi? Ne kadarını? Çünkü sponsorların verdiği miktar oranında maliyetler düşüyor ve kâr oranı da artıyor. Bunu da düşünün lütfen. Benim yaptığım "abartılı hesap"ta bile 10000 lira geriye para kalıyor. Örneğin sponsorlardan 50000 lira gelse kaç lira kâr ediyor yarış? Matematik bilenler el kaldırsın!
Şimdi gelelim bu organizasyonu daha ucuz ve daha verimli bir biçimde nasıl yapabileceğimize. Güvenlik ve ölçme değerlendirme kısmından tasarruf etmeden maliyeti hesaplıyorum şimdi de. Çözüm önerim budur:
1.Organizasyon Web sitesi, online kayıt ve tasarımlar dahil 500 liraya yaptırılıyor. Personel 50 kişi diyelim. Adam başı 200 lira günlükle tek gün çalışsa 10000 TL. Araçlar tek günlük kiralama ile 5000 TL.
2.Yarış Kiti: Kişi başı 25 lira tutuyor. 500×25=12500 TL.
3.Yiyecek içecek hizmetleri: Kola, su ve muz veriliyor. Perakende fiyatlarıyla kolalar 500×1.5=750 TL Sular 750 TL. Muzlar 1500 TL. (Adam başı yarım kilo hesaplandı.)
4.Zaman Tutma Hizmeti. 10000 TL.
5.Süpürge Otobüsleri 3 adet. Otobüs başı 1000 lira. 3000 TL. 7.Motorize Ekip. 5 adet. 500 liradan 2500 TL.
6.Hakem Giderleri 10 hakem. Hakem başı 250 liradan 2500 TL.
7.Ambulans ve sağlık giderleri. Sağlık Bakanlığından ücretsiz olarak talep edilecek.
8.Yarış sonrası kumanya. Belediye ya da sponsorlardan karşılanacak.
9.KDV. %18. Şirket yapmadığı için kâr olmayacak. Doğal olarak KDV de olmayacak.
TOPLAM MALİYET= 50000 TL.
Adam başına bölersek 500 kişiden kişi başına 100 TL düşüyor. Bu kalemlerde de eksiltme yapılabilir. Örneğin araçları şoför ve mazotuyla birlikte belediyeden alabilirsek 5000 TL de oradan düşer. Polis, jandarma motorize ekip verirse -ki bu Valilik emrine bakar- oradan da 2500 TL düşer. Yarış kiti ve zaman tutma ücretini de daha uygununu bulabilirsek 2500 de oradan düşürmek mümkün. Toplamda 10000 TL daha ucuzluyor yarış maliyeti ve 40000 TL'ye düşüyor. Yapılabilir mi? Yapılabilir bence. Bu maliyeti toptan ben karşılayabilirim diyecek belediye mutlaka bulunur. Muhtemelen ücretsiz gran fondo yarış yapan arkadaşlar da böyle yapıyorlar. Bu işi yapanları konuşturmalıyız. İşler böyle mi yürüyor, yoksa durumlar farklı mı? Bizim bilmediğimiz pek çok problemle karşılaşıyor olabilirler. Deneyimlere kulak vermek şart.
Peki dışarıdan gelecek bir yarışçı için 110 liralık bir ucuzlama neyi değiştirecek? Asıl soru budur. Toplam maliyeti karşılayacak sponsorlar bulabilirsek yarış ücreti hiç olmayacak. Olsa dahi diğer giderleri de düşürmenin yolları aranacak. Öğretmenevi ve diger kamu kurumlarının ya da sendikaların konuk evlerinde uygun fiyatlı konaklamalar yapılmalı. Öğretmenevleri kişi başı oda kahvaltı 60 lira! İki gün 120 lira! Düşünülebilir.
Yarış ücreti olmadan gran fondo maliyeti kaça düşürülebilir:
Konaklama 120 TL
Yemek 2 gün. 150 TL
Yol (otobüs) 200 TL
Toplamda: 470 TL
Yarış ücreti ile birlikte 570 TL.
Bu önerimi bir değerlendirin. Yukarıdaki temel önerilerimi de iyice gözden geçirin. Gran fondolar böyle yapılabilseydi bisiklet sporu gelişir miydi gelişmez miydi? Elinizi vicdanınıza koyarak yanıt verin lütfen. Ama "Özel şirket kâr etmeden neden böyle bir organizasyon yapsın, kimse elini taşın altına koymaz." diye düşünen arkadaşlarımız için söyleyecek bir sözüm yok. Piyasacı, kapitalist bakış açısı ile çok haklılar kendileri. Zaten bu yazıyı onlar için yazmadım. Bir de "Paran kadar sür!" mottosunu savunanlar için de yazmadım bu yazıyı. Onlar da zahmet edip okudularsa bu yazıyı haklarını helâl etsinler. Boşuna zamanlarını aldım.
Buraya kadar yazımı sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. Herkese bol pedallı günler dilerim.
1.Yarışlar, Türkiye Bisiklet Federasyonu tarafından yapılmalı. Yarışın isim hakkı, mülkiyeti, kısacası her şeyi federasyonun elinde olmalı. Peki neden? Avrupa'daki ASO ve UCI tartışmalarına bir bakın. At Ayşe'nin eğer Menekşe'nin durumu var. Sahibi olmadığın atı keyfince kişnetemezsin. Yarışların mükiyeti federasyona ait olmalıdır. Güvenlik açısından bu şart. En son hangi federasyon yarışında ölümlü kaza yaşandı? Var mı hatırlayan? Oysaki gran fondolarda amatörler ölüyor. Federasyon'dan birkaç hakem getirerek olmuyor bu işler. Daha sıkı güvenlik önlemi alınmalı. Rotalar da amatör yarışçıların geleceği göz önüne alınarak oluşturulmalı. Tehlikeli inişler ve virajlar rotadan çıkarılmalı. Profesyoneller için yapılan gran fondolarda ise parkur iyice zorlaştırılmalı.
2.Birkaç farklı gran fondo türü olmalı ve yarışlar tüm ülke geneline yayılmalı. Herkes kendi şehrine yakın olan şehre gidip yarış koşabilmeli. Bu yarışları ücretsiz olmasından daha önemli bir maddedir. Yarışlardaki en büyük harcama kalemi yarış yerine ulaşım, konaklama ve yemek masraflarıdır. Sadece bunlar bile en ekonomik seçenekler kullanılsa bile 500 liraya ulaşıyor. Bu çok yüksek bir maliyet. Bunu daha makul bir düzeye çekmek için yarışlar yurt geneline yayılmalı. Uzun mesafeler kat ederek yarışa ulaşmak yerine ikamet yerine en yakın yerdeki yarışa katılmak teşvik edilmelidir. Böylece gran fondolar daha geniş bir kitleye yayılarak bisiklet sporunun toplum geneline yayılmasına hizmet edebilir.
3.Gran Fondo'lar ücretsiz olmalı ancak gran fondolardan illa ki para alınacaksa, yarış maliyetleri düşüldükten sonra elde edilecek gelir bir fona aktarılmalı. Her yıl yıldız sporcular bu fonun parası ile desteklenmeli, yurt dışına UCI kurslarına gönderilmelidir. Ülkemizin yol bisikletindeki en parlak ismi olan Ahmet Örken bir proje sayesinde bisiklet sporuna kazanıldı. Eğer federasyon tarafından yurt dışına eğitime gönderilmeseydi ülkemizde öğrendikleri ile aynı seviyeye ulaşabilir miydi? Sanmıyorum. Madem ki fondolara para vereceğiz, verdiğimiz para bisiklet sporunun gelişimi için kullanılan bir fona aktarılsın. Ciddi bir planlama ile bu yarışlarda elde edilen gelirlerin de yardımıyla olimpiyatlara sporcu gönderelim. Bayrağımız orada da dalgalansın.
4.Gelir elde etmek için gran fondo düzenleyen turizm şirketleri bu hizmeti yurt içindeki katılımcılar için değil yurt dışından gelip ülkemizde kış dönemi kampı yapacak bisiklet takımlarına sunmalıdır. Birkaç şehrimiz bu konuda proje şehri ilan edilerek gerekli planlama yapıldıktan sonra sadece profesyonel yarışçıların katılacağı gran fondolar düzenlenebilir. Federasyon yurt dışından bisiklet takımı getirip kamp yaptıran, bizim profesyonel sporcularımızın da katılarak yarış tecrübesi kazanabileceği gran fondo yarışları düzenleyebilen turizm firmalarına birtakım ayrıcalıklar sunmalıdır, köstek olmamalıdır. Turizm Bakanlığı bu firmalar için her türlü teşvik mekanizmasını çalıştırmalıdır. (Burada "Köstek nedir?"in açıklamasını ben yapmayacağım. Merak eden Google'lasın.)
5.Yarışlarda mutlaka zaman sınırı olmalı. Tamamlayamayanlar tamamlayamamalı. Zaman sınırı olsa yarışı tamamlayamayacak durumda olan bisiklet kullanıcılarına uyduruktan bir tamamlama madalyası verilerek katılımcılar kandırılmamalı, madalyayı elde etmenin simgesel değeri düşürülmemeli. Çalışan kazanmalı, çalışmayan da kıskanmamalı, daha fazla çalışmalı. Gran fondolar gerçek bir bisiklet yarışı değil. Önce herkes bunu bir kabul etmeli. 100 kilometrelik yarışı 20 ortalama ile tamamlayarak madalya almak ve bisiklet sporu yaptığını zannetmek... İnsanları kandırmanın âlemi yok. 35 ortalama ile bitmeyen bir bisiklet yarışı var mı? Gran fondoya katılan yarışçılar herhangi bir federasyon yarışına girseler bu yarışı zaman sınırı içinde kalarak tamamlayabilir mi? İki elin parmakları kadar sporcu hariç tamamlayamaz. O hâlde bu neyin madalyası? Gran Fondo'lar şu anki hâliyle bisiklet yarışı formatında bir turizm etkinliğidir. Yaz tatiline gittiğiniz otel size bir yüzme parkuru yapsa ve orayı bitiren herkese madalya verse o madalyanın bir değeri olur mu? Tabiî ki olmaz! Bu da aynı şey: Bisiklet Turizmi! Yurt dışında bu işleri yürüten pek çok ciddi turizm firması var. Bizimkiler de onlara özeniyorlar. Bu iyi bir şey. Bizim de birkaç tane bisiklet turizmi şirketimiz olsun tabiî. Ama bu şirketler yurt içindeki yarışçılar ile değil yurt dışından gelecek olan yarışçılara "hizmet" sunmalıdır.
6.Federasyon ücretsiz yarış düzenleyen bisiklet topluluklarından hiçbir ücret talep etmemeli. Ama mutlaka hakem heyeti yolayıp yarış güvenliğini ve usüle uygun olup olmadığını denetlemeli. Geri ödemesini yapmasına rağmen federasyon gran fondo yarışlarından ücret alıyor. Tam rakam nedir ne değildir net bir bilgi, fatura görmedim, kaç lira alıyor bilmiyorum; ama gran fondo düzenleyen bütün şirketler federasyona bir miktar para verdiklerini söylüyorlar. Federasyon bu uygulamadan derhal vazgeçmeli. Kim gran fondo düzenliyorsa destek olmak için elinden ne geliyorsa yapmalıdır. Fondoyu düzenleyen bisiklet topluluğu; yarış hakemleri, yarış direktörü gibi federasyonun yollayacağı çalışanların yol, yemek, ücretlerini karşılamalıdır. Federasyon da her yarışta bunları görevlendirmelidir.
7.Gran fondolara kesinlikle profesyonel yarışçılar dahil edilmemeli. Sadece amatör bisiklet kullanıcıları için düzenlenmeli. Çok gerekiyorsa profesyonel bisiklet takımları için ayrı bir gran fondo düzenlenebilir. Amatörler ile profesyonellerin birlikte yarışması birçok açıdan sıkıntı doğurur. Amatörler kaybedecekleri kesin olan bir yarıştan uzak dururlar. Profesyoneller de amatör yarışçıların peloton içinde yaratacağı güvenlik sorunlarından dolayı gran fondodan uzak dururlar. Hiçbir profesyonel, sezon ortasında ya da başında amatör bir sporcunun neden olduğu bir kaza ile sezon kapatmak istemez. Amatör ve profesyonel ayrımı gran fondolarda mutlaka yapılmalı. Gran fondoların profesyonel bisiklet sporunu geliştireceğine kesinlikle inanmıyorum. Tabiî ki birkaç gencin bu spora başlamasına vesile olacaktırlar; fakat katkıları o kadarla kalacaktır diye düşünüyorum. Bu konuya benim baktığım pencereden bakmayan arkadaşların alternatif fikirlerine açığım. Sporu nasıl geliştireceği konusunda beni ikna etmeye çalışabilirler. Akla ve bilime dayanan her türlü fikre ikna olabilirim. Sıkıntı yok. Soruyorum: 3 yıldır pek çok gran fondo yarışı yapılmasına rağmen bu yarışlar sayesinde kendini geliştirip profesyonel olan kaç bisikletçi var? Ben hiç duymadım. Duyan varsa paylaşsın. Biz de öğrenelim.
8.Belli bir nüfus yoğunluğunun üzerindeki her ilde ya da bu yarışları yapabilen her ilde gran fondo yapılabilmeli. Meselâ "Yozgat Gran Fondo" neden olmasın? Yapılabiliyorsa? Şehirlerin bisiklet toplulukları bu konuya çalışsın. Abuk sabuk bisiklet etkinlikleri için enerjilerini ve zamanlarını israf edeceklerine yılda bir tane gran fondo yapabilmek için teşrik-i mesai yapabilirler. Yapılabilen her şehirde bir gran fondo yarışının olmasının kime ne zararı olabilir? 100 kişi katılsın ama yine de yapılsın bu yarışlar. Bu küçük illerde yaşayan gençler yarışmaya teşvik edilir. Gençlerimiz saçma sapan işlerle uğraşacaklarına yılda bir kere de olsa yarışıp eğlenirler. Her ilden bir genç profesyonelliğe yükselebilse 81 tane profesyonel bisikletçimiz olur. Fena mı? Federasyon yine bu yarışları denetleyip yarış uygulamasına da teknik destek versin. Manisa'daki yarışçılar İzmir'deki yarışa gelsin, İzmir'dekiler Manisa'daki yarışa gitsin. Maliyetleri düşsün. İstanbul'daki arkadaş teee Alanya'ya gelmeye zorlanmasın. Parası olan İstanbul'dan Antalya'ya gelir yarışır, ama daha düşük bütçe ile yarış koşmak isteyene de bir alternatif sunulmalıdır. Asgarî ücretliler yarış koşmasın mı kardeşim?
9.Bisiklet sporuna yeni başlamış ortaokul ve lise öğrencilerinden gran fondolarda ücret alınmamalı. Hattâ onlar için şöyle pahalı bir bisikletin ödül olarak verildiği ayrı bir gran fondo düzenlenmeli. Bu maddeyi yukarıdaki maddeye ekleyerek düşünün. Bisiklet yarışlarını ortaokul ve lise düzeyine indirmeden profesyonel anlamda bisiklet sporu asla gelişemeyecektir. Bu gençler için de federasyon denetiminde gran fondolar düzenlenmelidir. Ama bunun için federasyon zaten yarışlar yapıyor mu dediniz? Soruyorum: Yılda kaç tane? Ve ayrıca Urfa'daki bisiklet takımı bu yarışların kaçına katılabiliyor? Başka sorum yok. Dağılabilirsiniz!
10.Red Hook Kriteryum benzeri yarışlar her şehirde organize edilmeli. Federasyon bunlara engel olmamalı. Hakem desteği vermeli. Malûmunuz ülkemizde velodrom yok. Projesi var ama hâlâ kazma vurulmadı. İnşallah maşallah seneye... Velodrom tabiî ki şarttır; fakat bunu ülkenin her yerine yapmak mümkün mü? Velodromdan sadece velodromun yapıldığı şehirdeki sporcular yararlanacak. Diğer şehirlerdekiler şehir dışından gelip orada konaklama yapmak zorunda kalacak. Red Hook Criteryum yarışlarını lütfen bir inceleyin. Her şehirde bunlardan yılda birkaç tane yapılsa iyi olmaz mı? Geniş geniş kapalı pazar yerleri olan şehirler var. Pazarın kurulduğu günler hariç bomboş duruyorlar. Asfalt zemini olanlarına kriteryum parkuru yapılıp buralarda yarışlar düzenlenebilir. Daha önceki bir yazımda (Sivil Bisiklet Yarışları) bunu ayrıntılı olarak açıklamıştım. Bakabilirsiniz.
11.İleride klasikleşmesi için Paris Roubaix benzeri zorlu parkurlarda düzenlenen birkaç gran fondo yapılmalı. Bu yarışlara katılmak değil sağ salim bitirebilmek üzerinden yürünmeli. Yarışın tanıtımı yapılırken bunun bir meydan okuma yarışı olduğu, ciddi antrenman yapan amatör yarışçıların katılmasının istendiği açıkla ilan edilmeli. Strada Bianche benzeri bir yarış niçin ülkemizde de yapılmasın? (Bu yarış örnek olmalı bize, tarihsel olarak klasik bir bisiklet yarışı değil, öyle yüz ya da elli yıllık bir geçmişi de yok; ama yine de içerik olarak tam bir "bahar klasiği") Yarış bir gelenek yaratıp tarihsel bir köken inşa ederek klasikleşince de UCI klasikler takviminin bir yerine denk getirilerek uluslararası bir yarış olabilmesi için yoğun çalışma ve planlama yapılmalı. Bu öyle iki yılda başarılacak bir şey değil. Ciddi planlama ve lobi faaliyeti gerektiriyor. İlk etapta amatör yarış gibi başlayarak sürdürülebilirliği test edildikten sonra ciddi organizasyon firmalarına verilebilir. Sıkıntı yok. Yeter ki bizim de bir bahar klasiğimiz olsun. Paris-Roubaix de ilk yıllarında gran fondo mantığı ile yapılıyordu. Şimdi ise tam bir efsane!!!
12.Maliyeti düşürebilmek için sponsor imkânları sonuna kadar zorlanmalı. Çeşitli alternatifler düşünülebilir. Örneğin her şehrin mutlaka bir makarna fabrikası vardır. Yarış sonrası sadece makarna ikramına o fabrika sponsor olabilir. İsim yapmak isteyen başka bir şirket, örneğin şehrin kobilerinden biri, yarışa ismini vermek için sponsor olabilir. Yahut şehrin esnaf ve zanaatkarlar odası imece usulü esnaftan para toplayıp sponsor olabilir. Akla her türlü çözüm gelebilir bu konuda. Maliyetin tamamına yahut bir kısmına ortak olabilecek her türlü meşru bileşenden yararlanılabilir. Belediyeler bu işlere dahil edilmeli. Geniş bir kitleye hitap eden bisiklet toplulukları belediyeler üzerinde politik bir baskı kurarak bisiklet yarışlarına kaynak aktarma konusunda belediyeleri ikna etmelidir. Binlerce kişinin talep ettiği bir bisiklet yarışına birkaç yüz bin lira aktarmayacak kadar gözü pek bir belediye bulmak pek mümkün değil. Kalabalık bir insan kitlesi tarafından ısrarla talep edilen bir şeye belediyeler duyarsız kalamayacaklardır.
13.Gençlik ve Spor İl Müdürlükleri çalıştırılmalı. Buraların halka hizmet etme yerleri olduğunu, bisiklet yarışı isteyen halkın bu ihtiyacını karşılamak için ellerinden gelen ne ise yapmaları gerektiğini anlamalılar artık. Öyle uyduruktan iki sosyal etkinlik ile yılı kapatmak yeterli olmamalı. Bağlı olduğu bakanlığa yazılarak il temsilciliklerinin bisiklet sporu konusunda da etkin olmaları konusunda kamuoyu baskısı oluşturulmalı. Meselâ Eskişehir'de, İzmir'de kamuoyu baskısı ile Gençlik Spor İl Müdürlüğü'ne ücretsiz bir gran fondo yaptırabilirsek işin arkası gelir. Bu illerde yapılabildiğini gören her il bunu talep eder. Bir yılda istemediğiniz kadar yarış türer. Bunlardan bir elin parmakları kadar devamlılık sağlayabilen, kendine has bir gelenek inşa edebilen yarışlar olursa büyük başarıdır.
14.Ciddi para ödülleri veren gran fondolar da düzenlenmeli. Öyle uyduruktan bir altın falan yetmez. Ciddi ödüller diyorum. Para için yarış koşacak kimseleri tatmin edecek ödüllerden söz ediyorum. Yılda birkaç tane ciddi para ödüllü gran fondo yapılmalı. Şunu profesyonel bisikletle ilgilenen herkes bilir. Büyük bisikletçilerin çoğu ekonomik durumu iyi olmayan ailelerden çıkıyor. Para için yarış kovalıyorlar. Ekmek parası için pedal basıyorlar. Maddi teşvik sporu geliştirecekse bu mekanizma da etkin bir biçimde kullanılabilir. Neden olmasın? 50 bin lira ödüllü bir gran fondo yapın bakalım, kimler katılıyor?
Şimdi gelelim şu anda yapılan gran fondoların maliyet kalemlerine maliyet kalemlerine. Bunların hangileri zorunlu, hangileri keyfi! Bir bakalım.
1.Organizasyon Web sitesi, online kayıt ve tasarımlar dahil 500 liraya yaptırılıyor. Personel 50 kişi diyelim. Adam başı 200 lira günlükle tek gün çalışsa 10000 TL. Araçlar tek günlük kiralama ile 5000 TL.
2.Yarış Kiti: Kişi başı 25 lira tutuyor. 500×25=12500 TL.
3.Yiyecek içecek hizmetleri: Kola, su ve muz veriliyor. Perakende fiyatlarıyla kolalar 500×1.5=750 TL Sular 750 TL. Muzlar 1500 TL. (Adam başı yarım kilo hesaplandı.) Sağlık imkanlarını Valilik sağlıyor zaten. Para gidiyorsa şirket fatura yollasın. Görelim.
4.Zaman Tutma Hizmeti. 10000 TL.
5.Bitiş sonrası kumanya. Adam başı 20 liradan heaplarsak 500×20=10000 TL.
6.Süpürge Otobüsleri 3 adet. Otobüs başı 1000 lira. 3000 TL.
7.Motorize Ekip. 5 adet. 500 liradan 2500 TL.
8.Hakem Giderleri 10 hakem. Hakem başı 250 liradan 2500 TL.
9.Ambulans ve sağlık giderleri. Özel hastaneden 2 ambulans 5000 TL.
10.Bitirme madalyası. 500 tane adam başı 10 liradan 5000 TL.
11.Fedaresyona ödenen yarış ücreti. Adam başı 20 liradan 500×20=10000 TL.
12.Tshirt. Adam başı 20 liradan 500×20=10000 TL.
13.KDV. %18
TOPLAM MALİYET= 95000 TL.
Kişi Başı 210 liradan 500 kişi uzun parkur gelir: 105000 TL.
YUKARIDAKİ AŞIRI ABARTILI RAKAMLAR İLE DAHİ GRAN FONDOLARIN KÂR ETTİĞİ AÇIK BİR GERÇEK.
Şimdi burada asıl soru şudur: Sponsorlar 95000 TL'lik maliyetin ne kadarını karşılıyorlar. Tamamını mı? Yarısını mı? %25'ini mi? Ne kadarını? Çünkü sponsorların verdiği miktar oranında maliyetler düşüyor ve kâr oranı da artıyor. Bunu da düşünün lütfen. Benim yaptığım "abartılı hesap"ta bile 10000 lira geriye para kalıyor. Örneğin sponsorlardan 50000 lira gelse kaç lira kâr ediyor yarış? Matematik bilenler el kaldırsın!
Şimdi gelelim bu organizasyonu daha ucuz ve daha verimli bir biçimde nasıl yapabileceğimize. Güvenlik ve ölçme değerlendirme kısmından tasarruf etmeden maliyeti hesaplıyorum şimdi de. Çözüm önerim budur:
1.Organizasyon Web sitesi, online kayıt ve tasarımlar dahil 500 liraya yaptırılıyor. Personel 50 kişi diyelim. Adam başı 200 lira günlükle tek gün çalışsa 10000 TL. Araçlar tek günlük kiralama ile 5000 TL.
2.Yarış Kiti: Kişi başı 25 lira tutuyor. 500×25=12500 TL.
3.Yiyecek içecek hizmetleri: Kola, su ve muz veriliyor. Perakende fiyatlarıyla kolalar 500×1.5=750 TL Sular 750 TL. Muzlar 1500 TL. (Adam başı yarım kilo hesaplandı.)
4.Zaman Tutma Hizmeti. 10000 TL.
5.Süpürge Otobüsleri 3 adet. Otobüs başı 1000 lira. 3000 TL. 7.Motorize Ekip. 5 adet. 500 liradan 2500 TL.
6.Hakem Giderleri 10 hakem. Hakem başı 250 liradan 2500 TL.
7.Ambulans ve sağlık giderleri. Sağlık Bakanlığından ücretsiz olarak talep edilecek.
8.Yarış sonrası kumanya. Belediye ya da sponsorlardan karşılanacak.
9.KDV. %18. Şirket yapmadığı için kâr olmayacak. Doğal olarak KDV de olmayacak.
TOPLAM MALİYET= 50000 TL.
Adam başına bölersek 500 kişiden kişi başına 100 TL düşüyor. Bu kalemlerde de eksiltme yapılabilir. Örneğin araçları şoför ve mazotuyla birlikte belediyeden alabilirsek 5000 TL de oradan düşer. Polis, jandarma motorize ekip verirse -ki bu Valilik emrine bakar- oradan da 2500 TL düşer. Yarış kiti ve zaman tutma ücretini de daha uygununu bulabilirsek 2500 de oradan düşürmek mümkün. Toplamda 10000 TL daha ucuzluyor yarış maliyeti ve 40000 TL'ye düşüyor. Yapılabilir mi? Yapılabilir bence. Bu maliyeti toptan ben karşılayabilirim diyecek belediye mutlaka bulunur. Muhtemelen ücretsiz gran fondo yarış yapan arkadaşlar da böyle yapıyorlar. Bu işi yapanları konuşturmalıyız. İşler böyle mi yürüyor, yoksa durumlar farklı mı? Bizim bilmediğimiz pek çok problemle karşılaşıyor olabilirler. Deneyimlere kulak vermek şart.
Peki dışarıdan gelecek bir yarışçı için 110 liralık bir ucuzlama neyi değiştirecek? Asıl soru budur. Toplam maliyeti karşılayacak sponsorlar bulabilirsek yarış ücreti hiç olmayacak. Olsa dahi diğer giderleri de düşürmenin yolları aranacak. Öğretmenevi ve diger kamu kurumlarının ya da sendikaların konuk evlerinde uygun fiyatlı konaklamalar yapılmalı. Öğretmenevleri kişi başı oda kahvaltı 60 lira! İki gün 120 lira! Düşünülebilir.
Yarış ücreti olmadan gran fondo maliyeti kaça düşürülebilir:
Konaklama 120 TL
Yemek 2 gün. 150 TL
Yol (otobüs) 200 TL
Toplamda: 470 TL
Yarış ücreti ile birlikte 570 TL.
Bu önerimi bir değerlendirin. Yukarıdaki temel önerilerimi de iyice gözden geçirin. Gran fondolar böyle yapılabilseydi bisiklet sporu gelişir miydi gelişmez miydi? Elinizi vicdanınıza koyarak yanıt verin lütfen. Ama "Özel şirket kâr etmeden neden böyle bir organizasyon yapsın, kimse elini taşın altına koymaz." diye düşünen arkadaşlarımız için söyleyecek bir sözüm yok. Piyasacı, kapitalist bakış açısı ile çok haklılar kendileri. Zaten bu yazıyı onlar için yazmadım. Bir de "Paran kadar sür!" mottosunu savunanlar için de yazmadım bu yazıyı. Onlar da zahmet edip okudularsa bu yazıyı haklarını helâl etsinler. Boşuna zamanlarını aldım.
Buraya kadar yazımı sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. Herkese bol pedallı günler dilerim.
20 Aralık 2018 Perşembe
BİSİKLETÇİ TÜRLERİ
1.Profesyonel Bisikletçiler
Modern çağın muzdarip gladyatorleri de diyebilirdik kendilerine. Hâlâ dünya üzerindeki milyonlarca bisiklet sevdalısını ekranlara bağlayan profesyonel bisiklet sporunun işçi sınıfını bunlar oluşturur. %7 ortalama eğimli en az 10 kilometrelik yokuşları 25 ortalama hız ile çıkarken çektikleri acılar yüzünden kendilerine tarifsiz bir saygı ve hayranlıkla bakılıyor. İçlerinde gerçekten de dürüst ve onurlu sporcular olmasına rağmen büyük bir çoğunluğu gırtlağına kadar dopinge bulanmış durumda maalesef. İnsanı hayretler içinde bırakan bir performanstan sonra "Acaba bu gerçek mi?" sorusunu sormaktan gına getiren benim gibi izleyicilerini hızla yitiriyor profesyonel bisiklet. Daha önce bu tür ile ilgili iki yazı yazmıştım. Daha ayrıntılı bilgi için o yazılara bakabilirsiniz.
https://kadro19.blogspot.com/2018/03/profesyonel-bisiklet-sporculari-ya-da.html?m=1
2.Amatör Bisikletçiler
Küçük takımlarda boğaz tokluğuna bisiklet süren, buna rağmen bisiklet sporuna gönülden bağlı ve bağımlı olan bisikletçiler bunlar. Benim açımdan gerçek bisiklet sporcusu bunlardır. Her birine ayrı ayrı yüksek bir değer veriyorum ve saygı duyuyorum. Bu sporun ülkemizde yapılmaya başlandığı o ilk yıllarındaki heves ve samimiyet onlarda var. Türk bisiklet sporunun ruhu onların kalbinde atıyor. İmkânsızlığın içindeki imkân kırıntılarından gıdım gıdım faydalanarak bisiklet sporuna devam etmeye çalışıyorlar. Her türlü imkânsızlığın yanı sıra bir de onları küçümseyen, hiç önemsemeyen bisiklet camiasına karşı psikolojik bir savaş vermek zorundalar. Yarışabilmek için belirli standartları bile kendilerine sunmayan küçücük takımların formaları altında bir ömür çürütüyorlar. Bu rağmen o takım tarafından ansızın kapının önüne de konabiliyorlar. Kendi ceplerinden harcama yaparak bisiklet sporunu sürdürmeye çalışan amatör bisikletçiler, bu sporun 50'li, 60'lı yıllardaki amatör ruhunu taşımaya devam ediyorlar. Kendilerini ayakta alkışlıyorum.
3.Festival Bisikletçileri
Festivalden festivale bisiklet süren arkadaşlar bunlar. Haftalık bisiklet festivallerine katılacak kadar tuzu kuru bisikletçiler yani. Ya da üniversite öğrencileri ile emekliler... Bunlar bisiklet festivallerinin kadrolu üyeleridir. Her günü karnaval havasında yaşayarak bisiklet üzerindeki zamanlarını en yüksek zevk katsayısı ile geçirmeyi çok iyi bilen bisikletçiler bu türün içine giriyorlar. Festival bisikletçileri; yeme, içme, kamp ateşi etrafında pineklemece, gitarla Akdeniz Akşamları'nı söylemece etaplarında rakipsizlerdir. Kendilerine heves etmediğimi söyleyemem. Ben de hayatımı idame ettirmek için tam zamanlı bir işte çalışmak zorunda olmasaydım safkan bir festival bisikletçisi olabilirdim. Maalesef değilim. Bisiklet sürerek sosyalleşmenin, bisiklet sürmekten tarifsiz bir zevk almanın en kral şekli budur diyorum ve kısa kesiyorum.
4.Etkinlik Bisikletçileri
Çeşitli devlet kurumlarının toplumsal duyarlılığı arttırmak amacıyla örgütlediği çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde pedallayan bisikletçi türüdür. Günlük hayatta düzenli olarak bisiklet sürmemelerine rağmen ortam olsun, yeşillik olsun, bir iki insan yüzü görelim, insan içine çıkalım kafasıyla bu etkinliklere katılan bisikletçiler bu familyaya mensuptur. Onlar için bisiklet sadece bir sosyalleşme aracıdır. Yılın her günü bisiklet sürenleri ise çok azdır. Zaten sürecek kondisyonları da yoktur. Genellikle etkinliklerde boy gösterirler. Tek başlarına da gelmezler. Çoğu zaman eşleriyle ve çocuklarıyla birlikte bu etkinliklere katılırlar. Bisiklet açısından kendilerini kazanamamış olsak da etkinliğe getirerek bisiklet ortamına bir şekilde soktukları çocuklarından birkaç sıkı bisikletçi çıkarsa bisiklet sporuna en büyük katkıları bu olur.
5.Performans Bisikletçileri
Çeşitli sebeplerle haftada bir ya da iki gün bisiklet sürme şansına sahip olan, bu şansı da en iyi şekilde değerlendirerek uzun mesafeler boyunca bisiklet sürmek isteyen bisikletçi türüdür. 30 yaş üzerindeki iş, güç, aile sahibi adamlardır. Çoğunluğu haftanın 6 günü tam zamanlı olarak çalışan işçi sınıfına mensuptur. Performansı dert edinen bisikletçilerdir. %5 daha hızlı olabilmek için yapmayacakları diyet, katlanmayacakları acı yoktur. Hiçbir turu 30 ortalamanın altında bitirmişlikleri yoktur. Pazar günü 100+ kilometreyi 30+ ortalama ile bitirip ertesi gün mesaiye giderler. İnanılmaz derecede disiplin sahibidirler. Kondisyonlarını kaybetmemek için her şeyi yaparlar. Yiğidin hası, adamın dibidirler. Severim kendilerini! Her hafta yarış olsa gidip koşarlar da bana mısın demezler. Ama nerede o yarışın bolluğu? Ne diyelim? Bu arkadaşlar için yarış düzenlemeyenler utansın.
6.Uzun Mesafe Dayanıklılık Bisikletçileri
Ekmek almaya gidiyorum diye evden çıkıp Bursa-Ankara yapan bisikletçi türüdür. 200 km.nin altındaki turlara antrenman bile demezler. Trans Continental, Trans Sibirya gibi uzun mesafe dayanıklılık yarışlarını takip ederler. Yeterli bütçeye erişebilirlerse bu yarışlardan birkaçına katılıp tamamlamayı hedeflerler. En az performans bisikletçileri kadar disiplinli bir yaşam sürerler. Mental olarak proleteryanın çelik bilincine sahiptirler. 2 gün hiç uyumadan yüzlerce kilometre yapabilirler. Yorgunluktan ve uykusuzluktan bisiklet süremez hale gelene kadar pedal çevirirler. Uzun tur yapamadıkları zamanlarda da ileride yapacakları uzun turların planlamasını yaparlar, o uzun turların hayaliyle yaşarlar. Şehir içinde bir yere bisikletle gideceklerse mümkün olan en uzun yolu tercih ederler. Ekmek almaya gidiyorum diye çıkıp 50 km yapıp dönen uzun mesafe dayanıklılık bisikletçileri tanıyorum. Allah ıslah etmesin. Bunlar çelik gibi adamlardır. İleride bunlardan biri olabilirsem kendimi başarılı sayarım.
7.Gran Fondo Bisikletçileri
Özel turizm şirketlerinin düzenlediği gran fonda yarışlarında boy gösteren bisikletçi türüdür. Son dönemde bisiklet camiasında çok tartışılan ve eleştirilen bir rant alanı olarak gran fondolar üzerine çok söz söylendi. Daha fazlasını da söylemeye gerek yok. Ama bu yarışlara katılanların profilini çıkaralım hele bi. "Paran kadar sür" temel mottosuyla parası neyse verip yarış koşan bisikletçilerdir bunlar. Normal şartlar altında herhangi bir federasyon yarışında zaman sınırı içinde kalarak yarış tamamlamayı başaramayacak düzeyde bulunan; fakat buna rağmen yine de yarış ortamının havasını almak isteyen kimselere sunulan bir yarış hizmeti olarak gran fondo yarışları hakkında uzun uzun yazdım. Aynı argümanları tekrar etmenin âlemi yok. Merak eden okusun şu yazıyı gari!
https://kadro19.blogspot.com/2018/03/gran-fondo-yarislarinin-ekonomi-politik.html?m=1
Dediğim gibi gran fondolar bisiklet yarışı formatında bir turizm "hizmet"idir, bu yarışlara katılanlar da turizm hizmeti satın alan müşterilerdir. Beni mi sordunuz? Elhamdülillah, hiçbirine katılmadım. Boş vakitlerimde turizm şirketi zengin etmek gibi bir fantazim yok. En azından şimdilik...
8.Küçük Şehirlerin Yerel Bisikletçileri
500 binlik bir nüfus rakamının altında kalan küçük şehirlerde yaşamak zorunda olup da büyük şehirlerdeki bisiklet ortamlarına özenen ve bu ortamı birazcık da olsa kendi şehirlerinde yaratabilmek için çabalayan bisikletçi türüdür. "Neden olmasın?" anlayışıyla hareket ederek küçük şehirlerindeki bisikletli yaşam oranını ve kalitesini arttırmak için ellerinden geleni yapmaya çalışırlar. Bütün çabaları vizyonsuz yerel yöneticilerin eksik bilinçlerine çarpa çarpa etkisizleşir. Hangi kapıyı çalsalar aynı bahane ile karşılaşırlar: Burası küçük şehir, burada bisiklet gelişmez! Ama yerel bisikletçiler asla yılmazlar. Çok kaliteli turlar ve festival benzeri etkinlikler düzenlemek için ne gerekiyorsa yaparlar. Şehirlerine bir turcu geldiğinde turcuya bir kuruş masraf ettirmeden onu en iyi şekilde ağırlarlar. Türkiye'de bisiklet kültürü gelişirse bir gün işte bu yerel bisikletçilerin yüzü suyu hürmetine gelişecektir, o anlı şanlı youtuber ve instagramer bisikletçiler yüzünden değil! Yerel bisikletçileri istisnasız çok severim, siz de sevin.
9.Federasyoncular
Federasyon etrafında kümelenmiş, bisiklet sporuna ayrılan bütçeyi bir şekilde harcama yetkisine sahip kimselerden oluşur. Mevcut politik iktidara uyumlu bir biçimde değişen federasyon yönetimi yüzünden bisiklet sporunu geliştirmek için yapılacak 10 ya da 20 yıllık plan ve programları yapıp yürütebilecek donanıma sahip olmayan bireylerden müteşekkildir. Vehameti tasvir etmek için örnek verelim: Bisiklete binmeyen federasyon il temsilcileri vardır. Koskoca bir yılda iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda bisiklet yarışı düzenlerler. Yıllık yarış programındaki yarışların bir kısmını da yapamazlar. Bisiklet sporunu sadece günü kurtaracak biçimde "idare ederler", ama asla "yönetemezler"! Kendi iç çekişmeleri yüzünden debelenip dururlar. 90 milyon nüfuslu bir ülkede tek bir adet dahi pro continental takımın olmamasından kaynaklanan "rahatlık"tan hiç rahatsız olmazlar. Zaten takımı kuracak parayı bir şekilde bulsalar bile o takımda yarışacak seviyede Türk pro bisikletçi de yetiştiremezler. Bu federasyonun ipiyle hangi genç sporcu kuyuya iner allasen? İnmiyorlar doğal olarak. Gidip BESYO kasıyorlar.
10.CV'sine Bisiklet İle İlgili Bir Paragraf Eklemek İsteyen Rantiyerler
Bir spor olarak yahut bir ulaşım aracı olarak bisiklet hiç umurlarında değildir. Onlar bisikleti bir pr aracı olarak kullanırlar. Sadece sosyal sorumluluk projeleri etkinliklerinde boy gösterip iş olsun diye kitleyle birlikte 15-20 km pedal çevirdikten sonra yerel ve ulusal basına demeç verip bir sonraki etkinliğe kadar bisiklet ortamından defolup giden rantiyer tiplerdir. Medyada daha fazla görünmek asıl amaçlarıdır. İlerde belediye başkanı ya da milletvekili olmak için aday adayı olduklarında CV'lerine bisiklet ile ilgili bir paragraf eklemek asıl amaçlarıdır. Kendi şişkin egolarından başka hiçkimseye ve hiçbir şeye saygı duymazlar. Hiçbir çıkarı olmaksızın şehirdeki bisiklet kültürünü geliştirmek için çalışanları kendi amaçları doğrultusunda kullanırlar, onları kendi amaçlarına hizmet ettikleri ölçüde önemserler. Bisiklet camiası içinde en çok nefret ettiğim tipler bunlardır. Genellikle ensesi kalın sınıflara mensup oldukları için her türlü bisiklet etkinliğine katılacak vakte ve paraya sahiptirler. Avukat, mühendis, serbest meslek erbabı gibi belli çalışma saatlerine bağlı olmayan, ama çok para kazanan tipler arasından çok çıkar böyleleri.
11.Youtuber Bisikletçileri
"Sosyal medya icad oldu, mertlik bozuldu." devrinin en rantabl bisiklet adamları, kadınları ya da her neyseler işte onlarıdırlar. Sponsorlardan bir miktar para aldıktan sonra kamera karşısına geçip dünyanın en boktan kadrosunu bile "efsane kadro" diye lanse edebilecek düzeyde etik sahibidirler. Bu yıl A firması sponsor olduğu için onun kadrolarına efsane diyerek youtuberlerden referans almadan bisiklet satın almayan angus sürüsüne mal pazarlarken bir sonraki yıl B firmasının kadrosuna aynı muameleyi yaparak malı pazarlarlar. Ya fok balığı Türkçesi ile konuşurlar yahut genizden gelen Leonard Kohen tarzı derin bir tını ile kulaklarımıza tecavüz ederler. Ekserisinin bisiklet bilgisi firmaların ürün tanıtım toplantılarındaki kokteyllerde oradan buradan kulak kabartarak öğrendikleri üç beş harcıâlem söyleme dayanır. Şimdiye kadar yerli üretim bir bisikletin kadrosuna "efsane kadro" demişlikleri yoktur; çünkü bizim yerli üreticiler youtuberlara bir iki tanıtım videosu için binlerce lira kaptıracak kadar gerizekâlı kimseler değillerdir. Bisiklet işinden anlayan herkes bilir ki bunların tanıttığı kadrodan ya da başka bir komponentten bi cacık olmaz.
12.Strava-Kom Sahtekarları
Soyu kuruyasıcalar, türeyemeyesiceler, köklerine kibrit suyu sıkılasıcalar! O kadar çoklar ki... Hangi birisine söveceksin. Bunlara sövmek için maaşlı kadrolu adam tutsak çift vardiya çalışmak zorunda kalabilir. Kamyon arkasında drafting yapmaktan tutun da motosiklet ile segment almaya varasıya pek çok katakullinin üstad-ı ekremidirler. Çalışıp çabalayıp ciğer ve bacak gücüyle Kom almak varken her türlü sahtekârlığa başvurarak segment kovalarlar. Çoğunda yüz yoktur. Onur, şeref, haysiyet lügatlerinde hiçbir tarihi çağda yer almamıştır. Siz haftalarca düzenli idman yapıp kendinizi o segmente hazırlayıp, bisiklet ve bilgisayar başında segmente çalışarak Kom alırsınız; ama bu haysiyet yoksunu yaratıklar bir günde sahtekârlık yaparak gelir Kom'u sizden alırlar. Efendi efendi "Araç kullanarak Kom almışsın, lütfen kaydı sil!" dersin küfürle yanıt verirler. Emek hırsızı, ahlâk yoksunu, şerefsiz tiplerdir. Allah, segmentlerden ırak tutsun!
13.Ulaşım Amaçlı Bisiklet Kullananlar
Günlük hayatta işe, okula, alışverişe giderken bisiklet kullanan bisikletçi türüdür. Toplu taşıma araçlarının içinde balık istifiyle 2 saatlik uzun, sıkıcı ve pahalı yolculuklara çıkmak yerine bisikletin üzerinde püfür püfür bir rahatlık içinde işine, okuluna, çarşıya pazara gidip gelen bisikletçilerdir bunlar. Günde 5 lirayı toplu taşımaya verip sağlıksız bir biçimde şehir içi ulaşım ihtiyacını karşılamaktansa o parayı bisiklete verip bedavaya üstelik spor da yaparak ulaşım ihtiyacını karşılayan "akıllı insanlar"dır. Petrol ve otomobil endüstrisinin kodamanlarını daha da zengin etmek yerine ulaşım masrafından tasarruf edip kendilerini zengin ederler. Bu arada spor salonu parasından da tasarruf etkileri için kâra bile geçerler. Her gün düzenli spor yaptıkları için vücut dirençleri çok yüksektir, çok az hasta olurlar, doktor ve ilaç parasından da yırtarlar böylece. Abur cubur her şeyi yemelerine rağmen hep fit kalmaları yüzünden iş yerinde, okulda pek sevilmezler. Özellikle avuç içi kadar tatsız tuzsuz öğünlerle beslenerek sadece hayatını idame ettirecek düzeyde gıdalar alıp zayıflamaya çalışanlara alaycı gözlerle bakmaları sevimsizliklerinin temel gerekçesini teşkil eder.
14.Turcular
Bisikletle dünya ya da Türkiye turuna çıkan bisikletçi türüdür. "Bisiklet ve özgürlük" sözcükleri yan yana geldiğinde eğer bir anlam taşıyorsa bu bisikletçilerin yüzü suyu hürmetinedir. Kimi birkaç hafta kimi birkaç yıl süren uzun yolculuklara çıkar. Modern çağın dervişleridirler. İnsana, doğaya, özgürlüğe olan inancımızı tazeleyen turcular sayesinde bisiklete olan imanımız da tazelenir. "Mükemmel bir manzara"ya nazır kurulan çadırlar, kamp ateşinde pişirilen yemekler, uçsuz bucaksız bir ıssızlığa doğru serkeş pedallamalar... Severim uzun turcuları. Bisiklet camiasındaki en romantik kadınlar ve adamlardır. Özenilesi bir iş yaptıklarının farkında oldukları için de çok naiftirler. Proje olsun, televizyona gazeteye çıkarım ve meşhur olurum kafasıyla tura çıkanlarından bi cacık olmaz. Sessiz sedasız, dünyayı dolaşanları vardır, candır. Onları takip edeceksiniz. Peki neden? Çünkü onların tecrübelerinde hiçbir zaman "A markalı çadır çok güzeldir, hemen alın!" pazarlamacılığı olmaz. Zaten derecesiz, su katılmamış bir samimiyetten başka pazarlayacak bir şeyleri de yoktur. Haydi ama bayanlar ve beyler, gerçekçi olalım lütfen. Kahrolası işlerimizden istifa ettikten hemen sonra selenin üzerine atlayarak Türkiye'nin bir ucundan öteki ucuna doğru uzun ve rotasız bir tura çıkmayı hepimiz hayal ediyoruz. Ama sadece hayal ediyoruz tabiî. Harekete geçmeye cesaretimiz olsaydı Türkiye yolları turcudan geçilmezdi.
15.Fixieciler
Nev-i şahsına münhasır bir bisikletçi türüdür. Her çeşit bisikletçiye az biraz benzese de hiçbirine tam olarak benzemez. İlginç bir tiptir. Şehir içi trafikte bile freni ve vitesi olmayan bir bisikleti kullanabilecek miktarda aklı beyni peynir ekmekle yemiş olanları vardır. "Ayyy büyük şehirde bisiklet kullanmak çok tehlikeli cınım." familyasından türemiş bilinç yoksunu asalak sürüsünü aşağılamaya dahi tenezzül etmezler. Mazoşist manyaklardır, vitessiz frensiz bir makine ile kendilerini yokuşlara vurarak dehşetengiz acılar çekerler ve bundan kesinlikle zevk alırlar. Bisiklet üzerinde yapabilecekleri şeyler insan hayal gücünün sınırlarını aşar. Türkiye'de tam zamanlı olarak frensiz fixiecilik yapan kişi sayısı bir elin parmaklarını çok nadir geçer. Genellikle show amaçlı, evinin ya da işyerinin duvarlarını süslemek amacıyla dekor amaçlı fixie toplayanlar çoğunluktadır. Bisikletçilerin bu cinsi üzerine bir kitap hazırlamaktayım. En kısa zamanda "boksatarlar" listesine birinci sıradan gireceğine inanıyorum. Okumazsınız muhtemelen. Siz yine de pek şeetmeyin yâni!
SONUÇ
Benim bu yazıda işlediğim konu başlıklarına uymayan bisikletçi türleri de illa ki vardır. Sizler de o bisikletçi türlerini kendinize göre tasnif edin. Yazının altına yorum atın. İsterseniz etmeyin. Keyfiniz bilir. Yazarsanız, okurum tabii ki.
Modern çağın muzdarip gladyatorleri de diyebilirdik kendilerine. Hâlâ dünya üzerindeki milyonlarca bisiklet sevdalısını ekranlara bağlayan profesyonel bisiklet sporunun işçi sınıfını bunlar oluşturur. %7 ortalama eğimli en az 10 kilometrelik yokuşları 25 ortalama hız ile çıkarken çektikleri acılar yüzünden kendilerine tarifsiz bir saygı ve hayranlıkla bakılıyor. İçlerinde gerçekten de dürüst ve onurlu sporcular olmasına rağmen büyük bir çoğunluğu gırtlağına kadar dopinge bulanmış durumda maalesef. İnsanı hayretler içinde bırakan bir performanstan sonra "Acaba bu gerçek mi?" sorusunu sormaktan gına getiren benim gibi izleyicilerini hızla yitiriyor profesyonel bisiklet. Daha önce bu tür ile ilgili iki yazı yazmıştım. Daha ayrıntılı bilgi için o yazılara bakabilirsiniz.
https://kadro19.blogspot.com/2018/03/profesyonel-bisiklet-sporculari-ya-da.html?m=1
2.Amatör Bisikletçiler
Küçük takımlarda boğaz tokluğuna bisiklet süren, buna rağmen bisiklet sporuna gönülden bağlı ve bağımlı olan bisikletçiler bunlar. Benim açımdan gerçek bisiklet sporcusu bunlardır. Her birine ayrı ayrı yüksek bir değer veriyorum ve saygı duyuyorum. Bu sporun ülkemizde yapılmaya başlandığı o ilk yıllarındaki heves ve samimiyet onlarda var. Türk bisiklet sporunun ruhu onların kalbinde atıyor. İmkânsızlığın içindeki imkân kırıntılarından gıdım gıdım faydalanarak bisiklet sporuna devam etmeye çalışıyorlar. Her türlü imkânsızlığın yanı sıra bir de onları küçümseyen, hiç önemsemeyen bisiklet camiasına karşı psikolojik bir savaş vermek zorundalar. Yarışabilmek için belirli standartları bile kendilerine sunmayan küçücük takımların formaları altında bir ömür çürütüyorlar. Bu rağmen o takım tarafından ansızın kapının önüne de konabiliyorlar. Kendi ceplerinden harcama yaparak bisiklet sporunu sürdürmeye çalışan amatör bisikletçiler, bu sporun 50'li, 60'lı yıllardaki amatör ruhunu taşımaya devam ediyorlar. Kendilerini ayakta alkışlıyorum.
3.Festival Bisikletçileri
Festivalden festivale bisiklet süren arkadaşlar bunlar. Haftalık bisiklet festivallerine katılacak kadar tuzu kuru bisikletçiler yani. Ya da üniversite öğrencileri ile emekliler... Bunlar bisiklet festivallerinin kadrolu üyeleridir. Her günü karnaval havasında yaşayarak bisiklet üzerindeki zamanlarını en yüksek zevk katsayısı ile geçirmeyi çok iyi bilen bisikletçiler bu türün içine giriyorlar. Festival bisikletçileri; yeme, içme, kamp ateşi etrafında pineklemece, gitarla Akdeniz Akşamları'nı söylemece etaplarında rakipsizlerdir. Kendilerine heves etmediğimi söyleyemem. Ben de hayatımı idame ettirmek için tam zamanlı bir işte çalışmak zorunda olmasaydım safkan bir festival bisikletçisi olabilirdim. Maalesef değilim. Bisiklet sürerek sosyalleşmenin, bisiklet sürmekten tarifsiz bir zevk almanın en kral şekli budur diyorum ve kısa kesiyorum.
4.Etkinlik Bisikletçileri
Çeşitli devlet kurumlarının toplumsal duyarlılığı arttırmak amacıyla örgütlediği çeşitli sosyal sorumluluk projelerinde pedallayan bisikletçi türüdür. Günlük hayatta düzenli olarak bisiklet sürmemelerine rağmen ortam olsun, yeşillik olsun, bir iki insan yüzü görelim, insan içine çıkalım kafasıyla bu etkinliklere katılan bisikletçiler bu familyaya mensuptur. Onlar için bisiklet sadece bir sosyalleşme aracıdır. Yılın her günü bisiklet sürenleri ise çok azdır. Zaten sürecek kondisyonları da yoktur. Genellikle etkinliklerde boy gösterirler. Tek başlarına da gelmezler. Çoğu zaman eşleriyle ve çocuklarıyla birlikte bu etkinliklere katılırlar. Bisiklet açısından kendilerini kazanamamış olsak da etkinliğe getirerek bisiklet ortamına bir şekilde soktukları çocuklarından birkaç sıkı bisikletçi çıkarsa bisiklet sporuna en büyük katkıları bu olur.
5.Performans Bisikletçileri
Çeşitli sebeplerle haftada bir ya da iki gün bisiklet sürme şansına sahip olan, bu şansı da en iyi şekilde değerlendirerek uzun mesafeler boyunca bisiklet sürmek isteyen bisikletçi türüdür. 30 yaş üzerindeki iş, güç, aile sahibi adamlardır. Çoğunluğu haftanın 6 günü tam zamanlı olarak çalışan işçi sınıfına mensuptur. Performansı dert edinen bisikletçilerdir. %5 daha hızlı olabilmek için yapmayacakları diyet, katlanmayacakları acı yoktur. Hiçbir turu 30 ortalamanın altında bitirmişlikleri yoktur. Pazar günü 100+ kilometreyi 30+ ortalama ile bitirip ertesi gün mesaiye giderler. İnanılmaz derecede disiplin sahibidirler. Kondisyonlarını kaybetmemek için her şeyi yaparlar. Yiğidin hası, adamın dibidirler. Severim kendilerini! Her hafta yarış olsa gidip koşarlar da bana mısın demezler. Ama nerede o yarışın bolluğu? Ne diyelim? Bu arkadaşlar için yarış düzenlemeyenler utansın.
6.Uzun Mesafe Dayanıklılık Bisikletçileri
Ekmek almaya gidiyorum diye evden çıkıp Bursa-Ankara yapan bisikletçi türüdür. 200 km.nin altındaki turlara antrenman bile demezler. Trans Continental, Trans Sibirya gibi uzun mesafe dayanıklılık yarışlarını takip ederler. Yeterli bütçeye erişebilirlerse bu yarışlardan birkaçına katılıp tamamlamayı hedeflerler. En az performans bisikletçileri kadar disiplinli bir yaşam sürerler. Mental olarak proleteryanın çelik bilincine sahiptirler. 2 gün hiç uyumadan yüzlerce kilometre yapabilirler. Yorgunluktan ve uykusuzluktan bisiklet süremez hale gelene kadar pedal çevirirler. Uzun tur yapamadıkları zamanlarda da ileride yapacakları uzun turların planlamasını yaparlar, o uzun turların hayaliyle yaşarlar. Şehir içinde bir yere bisikletle gideceklerse mümkün olan en uzun yolu tercih ederler. Ekmek almaya gidiyorum diye çıkıp 50 km yapıp dönen uzun mesafe dayanıklılık bisikletçileri tanıyorum. Allah ıslah etmesin. Bunlar çelik gibi adamlardır. İleride bunlardan biri olabilirsem kendimi başarılı sayarım.
7.Gran Fondo Bisikletçileri
Özel turizm şirketlerinin düzenlediği gran fonda yarışlarında boy gösteren bisikletçi türüdür. Son dönemde bisiklet camiasında çok tartışılan ve eleştirilen bir rant alanı olarak gran fondolar üzerine çok söz söylendi. Daha fazlasını da söylemeye gerek yok. Ama bu yarışlara katılanların profilini çıkaralım hele bi. "Paran kadar sür" temel mottosuyla parası neyse verip yarış koşan bisikletçilerdir bunlar. Normal şartlar altında herhangi bir federasyon yarışında zaman sınırı içinde kalarak yarış tamamlamayı başaramayacak düzeyde bulunan; fakat buna rağmen yine de yarış ortamının havasını almak isteyen kimselere sunulan bir yarış hizmeti olarak gran fondo yarışları hakkında uzun uzun yazdım. Aynı argümanları tekrar etmenin âlemi yok. Merak eden okusun şu yazıyı gari!
https://kadro19.blogspot.com/2018/03/gran-fondo-yarislarinin-ekonomi-politik.html?m=1
Dediğim gibi gran fondolar bisiklet yarışı formatında bir turizm "hizmet"idir, bu yarışlara katılanlar da turizm hizmeti satın alan müşterilerdir. Beni mi sordunuz? Elhamdülillah, hiçbirine katılmadım. Boş vakitlerimde turizm şirketi zengin etmek gibi bir fantazim yok. En azından şimdilik...
8.Küçük Şehirlerin Yerel Bisikletçileri
500 binlik bir nüfus rakamının altında kalan küçük şehirlerde yaşamak zorunda olup da büyük şehirlerdeki bisiklet ortamlarına özenen ve bu ortamı birazcık da olsa kendi şehirlerinde yaratabilmek için çabalayan bisikletçi türüdür. "Neden olmasın?" anlayışıyla hareket ederek küçük şehirlerindeki bisikletli yaşam oranını ve kalitesini arttırmak için ellerinden geleni yapmaya çalışırlar. Bütün çabaları vizyonsuz yerel yöneticilerin eksik bilinçlerine çarpa çarpa etkisizleşir. Hangi kapıyı çalsalar aynı bahane ile karşılaşırlar: Burası küçük şehir, burada bisiklet gelişmez! Ama yerel bisikletçiler asla yılmazlar. Çok kaliteli turlar ve festival benzeri etkinlikler düzenlemek için ne gerekiyorsa yaparlar. Şehirlerine bir turcu geldiğinde turcuya bir kuruş masraf ettirmeden onu en iyi şekilde ağırlarlar. Türkiye'de bisiklet kültürü gelişirse bir gün işte bu yerel bisikletçilerin yüzü suyu hürmetine gelişecektir, o anlı şanlı youtuber ve instagramer bisikletçiler yüzünden değil! Yerel bisikletçileri istisnasız çok severim, siz de sevin.
9.Federasyoncular
Federasyon etrafında kümelenmiş, bisiklet sporuna ayrılan bütçeyi bir şekilde harcama yetkisine sahip kimselerden oluşur. Mevcut politik iktidara uyumlu bir biçimde değişen federasyon yönetimi yüzünden bisiklet sporunu geliştirmek için yapılacak 10 ya da 20 yıllık plan ve programları yapıp yürütebilecek donanıma sahip olmayan bireylerden müteşekkildir. Vehameti tasvir etmek için örnek verelim: Bisiklete binmeyen federasyon il temsilcileri vardır. Koskoca bir yılda iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda bisiklet yarışı düzenlerler. Yıllık yarış programındaki yarışların bir kısmını da yapamazlar. Bisiklet sporunu sadece günü kurtaracak biçimde "idare ederler", ama asla "yönetemezler"! Kendi iç çekişmeleri yüzünden debelenip dururlar. 90 milyon nüfuslu bir ülkede tek bir adet dahi pro continental takımın olmamasından kaynaklanan "rahatlık"tan hiç rahatsız olmazlar. Zaten takımı kuracak parayı bir şekilde bulsalar bile o takımda yarışacak seviyede Türk pro bisikletçi de yetiştiremezler. Bu federasyonun ipiyle hangi genç sporcu kuyuya iner allasen? İnmiyorlar doğal olarak. Gidip BESYO kasıyorlar.
10.CV'sine Bisiklet İle İlgili Bir Paragraf Eklemek İsteyen Rantiyerler
Bir spor olarak yahut bir ulaşım aracı olarak bisiklet hiç umurlarında değildir. Onlar bisikleti bir pr aracı olarak kullanırlar. Sadece sosyal sorumluluk projeleri etkinliklerinde boy gösterip iş olsun diye kitleyle birlikte 15-20 km pedal çevirdikten sonra yerel ve ulusal basına demeç verip bir sonraki etkinliğe kadar bisiklet ortamından defolup giden rantiyer tiplerdir. Medyada daha fazla görünmek asıl amaçlarıdır. İlerde belediye başkanı ya da milletvekili olmak için aday adayı olduklarında CV'lerine bisiklet ile ilgili bir paragraf eklemek asıl amaçlarıdır. Kendi şişkin egolarından başka hiçkimseye ve hiçbir şeye saygı duymazlar. Hiçbir çıkarı olmaksızın şehirdeki bisiklet kültürünü geliştirmek için çalışanları kendi amaçları doğrultusunda kullanırlar, onları kendi amaçlarına hizmet ettikleri ölçüde önemserler. Bisiklet camiası içinde en çok nefret ettiğim tipler bunlardır. Genellikle ensesi kalın sınıflara mensup oldukları için her türlü bisiklet etkinliğine katılacak vakte ve paraya sahiptirler. Avukat, mühendis, serbest meslek erbabı gibi belli çalışma saatlerine bağlı olmayan, ama çok para kazanan tipler arasından çok çıkar böyleleri.
11.Youtuber Bisikletçileri
"Sosyal medya icad oldu, mertlik bozuldu." devrinin en rantabl bisiklet adamları, kadınları ya da her neyseler işte onlarıdırlar. Sponsorlardan bir miktar para aldıktan sonra kamera karşısına geçip dünyanın en boktan kadrosunu bile "efsane kadro" diye lanse edebilecek düzeyde etik sahibidirler. Bu yıl A firması sponsor olduğu için onun kadrolarına efsane diyerek youtuberlerden referans almadan bisiklet satın almayan angus sürüsüne mal pazarlarken bir sonraki yıl B firmasının kadrosuna aynı muameleyi yaparak malı pazarlarlar. Ya fok balığı Türkçesi ile konuşurlar yahut genizden gelen Leonard Kohen tarzı derin bir tını ile kulaklarımıza tecavüz ederler. Ekserisinin bisiklet bilgisi firmaların ürün tanıtım toplantılarındaki kokteyllerde oradan buradan kulak kabartarak öğrendikleri üç beş harcıâlem söyleme dayanır. Şimdiye kadar yerli üretim bir bisikletin kadrosuna "efsane kadro" demişlikleri yoktur; çünkü bizim yerli üreticiler youtuberlara bir iki tanıtım videosu için binlerce lira kaptıracak kadar gerizekâlı kimseler değillerdir. Bisiklet işinden anlayan herkes bilir ki bunların tanıttığı kadrodan ya da başka bir komponentten bi cacık olmaz.
12.Strava-Kom Sahtekarları
Soyu kuruyasıcalar, türeyemeyesiceler, köklerine kibrit suyu sıkılasıcalar! O kadar çoklar ki... Hangi birisine söveceksin. Bunlara sövmek için maaşlı kadrolu adam tutsak çift vardiya çalışmak zorunda kalabilir. Kamyon arkasında drafting yapmaktan tutun da motosiklet ile segment almaya varasıya pek çok katakullinin üstad-ı ekremidirler. Çalışıp çabalayıp ciğer ve bacak gücüyle Kom almak varken her türlü sahtekârlığa başvurarak segment kovalarlar. Çoğunda yüz yoktur. Onur, şeref, haysiyet lügatlerinde hiçbir tarihi çağda yer almamıştır. Siz haftalarca düzenli idman yapıp kendinizi o segmente hazırlayıp, bisiklet ve bilgisayar başında segmente çalışarak Kom alırsınız; ama bu haysiyet yoksunu yaratıklar bir günde sahtekârlık yaparak gelir Kom'u sizden alırlar. Efendi efendi "Araç kullanarak Kom almışsın, lütfen kaydı sil!" dersin küfürle yanıt verirler. Emek hırsızı, ahlâk yoksunu, şerefsiz tiplerdir. Allah, segmentlerden ırak tutsun!
13.Ulaşım Amaçlı Bisiklet Kullananlar
Günlük hayatta işe, okula, alışverişe giderken bisiklet kullanan bisikletçi türüdür. Toplu taşıma araçlarının içinde balık istifiyle 2 saatlik uzun, sıkıcı ve pahalı yolculuklara çıkmak yerine bisikletin üzerinde püfür püfür bir rahatlık içinde işine, okuluna, çarşıya pazara gidip gelen bisikletçilerdir bunlar. Günde 5 lirayı toplu taşımaya verip sağlıksız bir biçimde şehir içi ulaşım ihtiyacını karşılamaktansa o parayı bisiklete verip bedavaya üstelik spor da yaparak ulaşım ihtiyacını karşılayan "akıllı insanlar"dır. Petrol ve otomobil endüstrisinin kodamanlarını daha da zengin etmek yerine ulaşım masrafından tasarruf edip kendilerini zengin ederler. Bu arada spor salonu parasından da tasarruf etkileri için kâra bile geçerler. Her gün düzenli spor yaptıkları için vücut dirençleri çok yüksektir, çok az hasta olurlar, doktor ve ilaç parasından da yırtarlar böylece. Abur cubur her şeyi yemelerine rağmen hep fit kalmaları yüzünden iş yerinde, okulda pek sevilmezler. Özellikle avuç içi kadar tatsız tuzsuz öğünlerle beslenerek sadece hayatını idame ettirecek düzeyde gıdalar alıp zayıflamaya çalışanlara alaycı gözlerle bakmaları sevimsizliklerinin temel gerekçesini teşkil eder.
14.Turcular
Bisikletle dünya ya da Türkiye turuna çıkan bisikletçi türüdür. "Bisiklet ve özgürlük" sözcükleri yan yana geldiğinde eğer bir anlam taşıyorsa bu bisikletçilerin yüzü suyu hürmetinedir. Kimi birkaç hafta kimi birkaç yıl süren uzun yolculuklara çıkar. Modern çağın dervişleridirler. İnsana, doğaya, özgürlüğe olan inancımızı tazeleyen turcular sayesinde bisiklete olan imanımız da tazelenir. "Mükemmel bir manzara"ya nazır kurulan çadırlar, kamp ateşinde pişirilen yemekler, uçsuz bucaksız bir ıssızlığa doğru serkeş pedallamalar... Severim uzun turcuları. Bisiklet camiasındaki en romantik kadınlar ve adamlardır. Özenilesi bir iş yaptıklarının farkında oldukları için de çok naiftirler. Proje olsun, televizyona gazeteye çıkarım ve meşhur olurum kafasıyla tura çıkanlarından bi cacık olmaz. Sessiz sedasız, dünyayı dolaşanları vardır, candır. Onları takip edeceksiniz. Peki neden? Çünkü onların tecrübelerinde hiçbir zaman "A markalı çadır çok güzeldir, hemen alın!" pazarlamacılığı olmaz. Zaten derecesiz, su katılmamış bir samimiyetten başka pazarlayacak bir şeyleri de yoktur. Haydi ama bayanlar ve beyler, gerçekçi olalım lütfen. Kahrolası işlerimizden istifa ettikten hemen sonra selenin üzerine atlayarak Türkiye'nin bir ucundan öteki ucuna doğru uzun ve rotasız bir tura çıkmayı hepimiz hayal ediyoruz. Ama sadece hayal ediyoruz tabiî. Harekete geçmeye cesaretimiz olsaydı Türkiye yolları turcudan geçilmezdi.
15.Fixieciler
Nev-i şahsına münhasır bir bisikletçi türüdür. Her çeşit bisikletçiye az biraz benzese de hiçbirine tam olarak benzemez. İlginç bir tiptir. Şehir içi trafikte bile freni ve vitesi olmayan bir bisikleti kullanabilecek miktarda aklı beyni peynir ekmekle yemiş olanları vardır. "Ayyy büyük şehirde bisiklet kullanmak çok tehlikeli cınım." familyasından türemiş bilinç yoksunu asalak sürüsünü aşağılamaya dahi tenezzül etmezler. Mazoşist manyaklardır, vitessiz frensiz bir makine ile kendilerini yokuşlara vurarak dehşetengiz acılar çekerler ve bundan kesinlikle zevk alırlar. Bisiklet üzerinde yapabilecekleri şeyler insan hayal gücünün sınırlarını aşar. Türkiye'de tam zamanlı olarak frensiz fixiecilik yapan kişi sayısı bir elin parmaklarını çok nadir geçer. Genellikle show amaçlı, evinin ya da işyerinin duvarlarını süslemek amacıyla dekor amaçlı fixie toplayanlar çoğunluktadır. Bisikletçilerin bu cinsi üzerine bir kitap hazırlamaktayım. En kısa zamanda "boksatarlar" listesine birinci sıradan gireceğine inanıyorum. Okumazsınız muhtemelen. Siz yine de pek şeetmeyin yâni!
SONUÇ
Benim bu yazıda işlediğim konu başlıklarına uymayan bisikletçi türleri de illa ki vardır. Sizler de o bisikletçi türlerini kendinize göre tasnif edin. Yazının altına yorum atın. İsterseniz etmeyin. Keyfiniz bilir. Yazarsanız, okurum tabii ki.
7 Kasım 2018 Çarşamba
NEDEN SİVİL BİSİKLET YARIŞLARI YAPILMALI?
Günümüzde bisiklet sporu yapmak isteyenlerin ne şartlarla karşı karşıya kaldıklarını bisiklet sporuyla ilgilenen herkes üç aşağı beş yukarı biliyor. Yinelemeye gerek yok. Büyük bir çoğunluk imkânsızlıklar içinde bu sporu yapmak zorunda kalıyor. Federasyonun "makbul sporcu"larından değilseniz ya da arkanızda büyük kapitalist firmaların sponsorluk desteği yoksa bu sporu yapmanız teknik olarak mümkün değil. Neyse bunları herkes biliyor zaten. Lafı uzatmanın âlemi yok!
Türkiye'de yarış koşmak istiyorsanız iki alternatifiniz var. Ya federasyonun düzenlediği yarışlarda koşacaksınız ya da özel firmaların, turizm organizatörlerinin düzenlediği ücretli gran fondo yarışlarında koşacaksınız. Federasyon yarışlarına katılabilmek için lisans çıkarmak zorundasınız. Lisans çıkarmak ücretli. Yarışlara katılmak için cebinizde bir miktar para olacak öncelikle. Yaptığınız hacamaların bir kısmını federasyon karşılıyor; fakat o da yarıştan sonra. Federasyon yarışlarına katıldıktan sonra verilen harcırah şaka gibi, o da yarıştan aylar sonra yatıyor hesaba. Ücretli gran fondo yarışlarında o da yok. Üzerine para veriyorsunuz. Yol yatak falan derken yarış masrafı 1000 liraya çıkıyor. Ödül var mı peki? Kuru bi madalya! Kemirirsiniz artık. Bir tane ödüllü gran fondo yarışı var. O da sadece ilk üçe girenlerin yarış masrafını karşılayacak miktarda. Özel gran fondo yarışlarının ekonomi politik değerlendirmesini daha önceki bir yazımda yapmıştım. İsteyen o yazıya bakabilir. Uzatmıyorum...
Fondocular da federasyoncular da kendilerine göre bir düzen kurmuşlar. Çarkları çeviriyorlar. Bu şartlarda bu sporu yapmaya çalışan ve "makbul olmayan sporcular" için bir yaşam alanı yok. Kendi ceplerinden yarışmak zorundalar. Kişisel gayretleri ile birkaç sağlam sponsor bulup da yarışmalara onların desteğiyle katılma şansına sahip olan o küçük azınlıkta iseniz yarışmaya devam edebilirsiniz. Yoksa birkaç sene içinde umutsuzluk içinde bisiklet sporunu bırakırsınız. Girdiğiniz her yarışta kürsü gören bir sporcu olsanız da bu sizi kurtarmaz. "Makbul olmayan sporcu" için sitem içinde hayat şansı yoktur. Eee, yâni bu düzen bisikletçiye hiçbir şey vermiyor; ama buna rağmen onun üzerinde bağlayıcı bir etkiye sahip. Bu nasıl bir saçmalık. Kendi paramla takım taklavat düzüp (bisiklet, ekipman, vs) yarışlara kendi cebimden yaptığım harcamalarla hazırlanıp gideceğim; benim kazandığım başarı ile başkaları prim yapacak, "Bakınız bisiklet sporu ne kadar da gelişti." diyerek ahkâm kesecekler... Yok öyle yağma! Madem parayı veren benim, düdüğü de ben çalmalıyım. Doğal olan budur. Eşyanın tabiatı budur.
Sistemden yakınmak düzeni değiştirmek için yeterli olmuyor. Çünkü her alanda olduğu gibi bisiklet sporundan da eleştirenler ciddiye alınmıyor, camiada sevilmiyor, dışlanıyor. Düzen böyle. Bu düzeni yıkmak ve yerine daha âdil ve hakkaniyetli bir düzeni kurmak için düzen dışı alternatifler yaratmak şart. Aksi takdirde yapılan her eleştiri, düzenin bir şekilde devamlılığını sağlayan sinek vızıltıları seviyesinde olacaktır. Sivil bisiklet yarışları organize edecek bir örgütlenme aşamasına geçiş yapmak için bisiklet sporundan dışlanan, yahut bisiklet sporuna ayrılan bütçeden hak ettiği karşılığı alamayan tüm bireylerin katılımıyla sivil yarışlar düzenleyerek bu bozuk düzene alternatif olabilecek nitelikte yarışlar örgütlemek için çabalamalıyız. Öyle ya? Mademki bu sporu kendi cebimizden yaptığımız harcamalar ile yapıyoruz, başkalarının düzeninin çark dişlileri arasında ezilmenin âlemi yok! Para vermedikleri gibi paramızı da alacaklar ve bütün bunlara rağmen istediklerini yaptıracaklar, öyle mi?
Federasyonu ve turizm şirketlerini aradan çıkaran birtakım yarış organizasyonları yapılmalı. Ya da bunun imkânları araştırılmalıdır. Federasyona ayak bastı ücreti ödemeden bisiklet yarışı düzenlemenin yasal bir çerçevesi var mıdır yok mudur mutlaka irdelenmelidir. Federasyon, sadece kendi adamlarını kayırıyorsa, yönetime biat etmeyen sporcuları ve bisiklet aktivistlerini dışlıyorsa, pastadan pay alamayan tüm bileşenler ortak bir paydada toplanıp kendi alternatif düzenlerini kurmalılar. Çünkü sürekli dışlandığın bir düzenin içinde kalmak o düzeni meşrulaştırmaktan başka bir şeye hizmet etmeyecektir. Bir şeylerin düzelmesini istiyorsak, öncelikle kendimizden başlayarak biz düzeltmek zorundayız. Hakkaniyet esasına uygun yarışları kendi elimizle düzenleyerek bu işe başlayabiliriz.
Düzen ücretli yarış diyorsa siz ücretsiz yarışlar düzenleyecek organizasyon yeteneği ve disipline sahip bir örgütlenme içinde olacaksınız. Ücretli yarışlardan yakınıyorsak bu yarışlara alternatif olan ücretsiz yarışlar organize etmeliyiz. Ücretsiz yarış düzenleyen birkaç fedakâr arkadaşımıza destek olmalıyız. Onların ücretsiz yarış düzenleme tecrübelerinden yararlanarak bizler de kendi şehrimizde ücretsiz yarışlar düzenleyebilmeliyiz. Yoksa ancak forumlardan yazarak sorumluları eleştirmekle kalır, ona buna yakınıp dururuz. Çözüm ne? Ondan söz etmek lâzım. Çözüme yönelik öneriler bulmak lâzım. Bu düzeni kuranlar ve düzenden beslenenler, doğal olarak kendi istekleri ile bu düzeni değiştirmek istemeyeceklerdir. Doğal olan bu. Düzeni devam ettirmek için direnecekler. Siz ise onlar değiştirmemekte ısrar ettikçe düzen dışında hakkaniyetli, âdil, alternatif bir yarış sistemi kurarak onların düzenlerini alt üst edeceksiniz.
Alley Cat'ler organize edeceğiz, pazar yerlerinde sprey boyalarla kritertum parkuru yapıp Red Hook Criterium benzeri pist yarışları yapacağız. Bunlardan ücret alacaksak bile dekontlarını netten paylaşacağız, harcama faturalarını paylaşacağız, şeffaf bir para akışını alenen ilan edeceğiz, kalan parayı da ister bir vakfa bağışlayacağız, istersek bu yarışların kurumsallaşması için sermaye yapacağız. Fakat bu son seçenekte bile her aşama şeffaf olacak, artan para ne kadar, kimlerin adına ortak hesaba atıldı falan hepsi netten açıkça ulaşılabilir olacak. Millet sizin kendi rantınız için bu yarışları düzenlemediğinizi bir kere açıkça görsün. Bakın işte o zaman o ücretli gran fondo ekonomisi 2 yılda çöker gider. Ne federasyon kalır ortada ne de rantiye şirketler.
Federasyon bu yarışlara izin vermez demeyin. Zaten izin istemeyeceksiniz. Adı üzerinde bunlar sivil yarışlar olacak. Her yerinden amatörlük akan yarışlar olacak. Ama bir kimliği ve kişiliği olacak. Varsın çipli kontroller olmasın, varsın sonuçlar 2 gün sonra açıklansın, ne gam! 60'lı, 70'lı yıllarda nasıl yapılıyorsa bu yarışlar öyle yapılsın. Ne kaybederiz? Maliyeti çok düşük tutarak da kaliteli yarışlar düzenlenebilir. Bisikletin amatör ruhu, ama her şeyden önemlisi bu sporun bir ruhu olduğunu kanıtlayan organizasyonlar yapılabilir. Neden olmasın?
Şu aşamada öyle yol kapatmalı büyük organizasyonların içine girecek bir durumda değiliz. Asfalt kalitesi bakımından iyi ve geniş pazar yerlerini kullanarak düşük bütçeli kriteryum yarışları ile işe başlayabiliriz. Trafiğe tamamen kapalı 2 kilometrelik bir parkur bize yetecektir. Yarışlar trafiğe kapalı bir alanda düzenleneceği için yasal bir izin gerekeceğini de zannetmiyorum. (İşin yasal boyutuna vakıf olan bir arkadaşımız bu konuda teknik destek sağlayabilir.) Katagorize edilmiş bu yarışlar haftasonları düzenlenerek karnaval havasında bir bölgesel yarış iklimi yaratılabilir. Bölgesel yarışların birincileri ulusal bir turnuvada yarışabilir. Binlerce kişinin seyirci olarak gelmesiyle birlikte o pazar yerleri bir şölen alanına döner. Bu duruma hiçbir firma sessiz kalamaz. Bisiklet tedarikçileri başta olmakla birlikte pek çok firma, her hafta binlerce seyirciyi çeken bir yarışa duyarsız kalamaz. Buradan başlanabilir diye düşünüyorum. Tabii ki farklı yarış önerileri de değerlendirilebilir.
Bu yarışlar 100 yarışçı ile başlasa yeterlidir. Bu yüz yarışçı sadece kendi çevresindeki tanıdıklarını bu alanlara çeken en azından her hafta 500 kişilik bir seyirci kitlesi orada hazır bulunur. Sosyal medyadan ve geleneksel medya araçlarından tanıtımı düzgün bir pr stratejisi ile yapılırsa binlerce seyirciyi bu alanlara çekmek mümkün olur. Çünkü pazar yerleri şehrin en merkezi yerlerinde bulunur, ulaşımı kolaydır, tuvalet falan da vardır. Her hafta oraya 500 kişinin geleceğini bilen esnaf ise bala üşüşen arılar gibi oraya çökecektir. Sucu, dönerci, köfteci, çaycı derken bir de bakarsınız ki orada bir yarış ekonomisi kendiliğinden kurulmuş. Şimdi bazı arkadaşlar diyecek ki "Hani kurumsal kimlik? Amele gibi bir yarış olacak yâni!" Evet, aynen öyle olacak! Kurumsal kimliği sallayaman, amatör yarışlar olacak bunlar. Ben yarıştan sonra üzerime havlu atan bir suvanyör istemiyorum. Çaycının iskemlesine çöküp bütün samimiyetimle "Lan Ahmet, son sprint kapısında beni nasıl da tokatladın!" muhabbeti çevirmek istiyorum.
Yeni sivil yarış sistemi kitleselleşince düzeni değiştirmemekte direnen tüm kurumlar kendilerine bir çeki düzen vermek zorunda kalacaklardır. Bu sivil halk yarışları her yaştan her sınıftan bisiklet tutkununu çektikçe o duyarsız kulaklarda birtakım çınlamalar hasıl olacaktır. Öleyazan bir bisiklet sporunun yasını şimdiden tutmak yerine onun ölmesine izin vermemek için elimizden geleni yapmalıyız. Doğanın ve bilimin bize öğrettiği sarih gerçek budur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)