31 Ocak 2021 Pazar

BİSİKLETTE MARKA OLAYI ABARTILIYOR MU?


Bisiklette marka olayı abartılıyor mu? Doların fişeklemesiyle birlikte yerli bisiklet markaları ile yabancı bisiklet markaları arasındaki fiyat farkı kapatılamaz bir biçimde açılınca üst segment bisiklet kullanıcılarının aklında deli deli soru işaretleri belirdi. Bu deli deli sorularından biri de bu maalesef. Aslında marka olayı abartılmıyor. Mesele tam anlamıyla bir bütçe meselesi. Sadece marka olayını bir saygınlık ve elitlik göstergesi olarak ortaya koyan birtakım sonradan görme bisikletçiler yüzünden mevzu uzadıkça uzuyor. Bisiklet kültüründen nasibini almamış bu hödük tipler yüzünden oturup yazı yazmak zorunda kalıyoruz biz de. Delinin biri kuyuya taş atmış, kırk akıllı gelmiş, çıkaramamış!

Sora setli yol bisikletine binenleri adam yerine koymamak, bunları yolda görse selam vermemek, giriş seviyesi bisikletleri çöp diyerek küçümsemek, bunlara binenlere hor görüp aşağılamak... Türlü türlü türlü saçmalıklarla karşılaşmak zorunda kalıyoruz. Bisikletçilik bu değil. Bunlara bu tavırları her kim öğretmişse bu dünyada yatacak yeri yok, ahireti bilemem... Marka putçuluğu yapan bu tipitipler yüzünden birçok insan bisikletten soğudu. Sosyal bir ortama girmek için bisiklete yönelen insanların bisikletli bir yaşam idealine kazanılmasına engel oluyorlar. Ayrıca çok sevimsiz ve kabalar. Herkes profesyonel bisikletçi olmak zorunda değil, herkes üst segmentteki bisikletlere binmek zorunda da değil. Yok böyle bir şey! Bisikletlerine yaptıkları yatırımın yarısını kendilerini insanî değerler açısından geliştirmek için yapsaydılar bu konuyu tartışmak zorunda olmazdık. Tartışıyoruz, çünkü seviye burada...

Otomobil mevzusunda kimse marka olayı abartılıyor demiyor, demez de... Zira parası olan Mercedes'e biner, olmayan Tofaş'a biner. Bisiklet camiasında Tofaş parası verip Mercedes bekleyenler yüzünden mesele çıkıyor. Tofaş, Tofaş'tır; Mercedes de Mercedes'tir. Kimse Tofaş alıp da Mercedes kalitesi beklemez. Herkes bütçesine göre bir otomobil alır, ona biner. İleride bütçesi artınca daha kaliteli bir otomobile biner. Otomobil camiasının sosyolojik normalleri böyledir. Kimse Tofaş'a binen garibana vurmaz, kimse Mercedes'e binen zengini kıskanmaz, ona gıpta ile bakar ama kıskanmaz. Mercedes'e binmek herkesin ulaşmak istediği bir noktadır. Ama hiçkimse Tofaş'a 25 bin lira verip bu araba neden böyle sürekli sorun çıkarıyor, çürüyor, hızlı gitmiyor diye ağlamaz. Tofaş'a binen arkadaş, Mercedes'in jant seti fiyatına araba aldığının farkındadır. Ekonomik durumunu düzelttiği ilk anda da daha kaliteli bir arabaya geçecektir.

Bisiklet camiasında durum böyle değil maalesef. Arkadaş yerli bir firmadan Shimano Ultegra setli bir bisiklet alır, aldığı bu bisikletin yabancı muadilleri ülkemizde iki katı fiyatla satılmaktadır, neredeyse yarı fiyatına aynı vites setine sahip yerli bir bisikleti satın almıştır, vites seti dışındaki diğer parçalarda da yabancı muadillerindeki kaliteyi bekler, ama bu teorik olarak bile mümkün değildir. Sonra bu arkadaş aldığı bu bisikletin kadrosunu, gidonunu, selesini vs kötüler durur. Ama sevgili kardeşim, bunu sen bilerek almadın mı? Bilerek almadıysan sen nasıl bir safsın? Evet, saf! Madem ki Cannondale kalitesi istiyorsun, gidip Cannondale alacaksın. Neden Salcano alıp Cannondale kalitesi bekliyorsun? Tofaş alıp Mercedes kalitesi bekleyen ne kadar safsa sen de o kadar safsın. Salcano, Salcano'dur; Cannondale, Cannondale'dir. Yerli firma kalitesi düşük bir malı Cannondale fiyatına satıyor olsa seni anlayacağım. Ama neredeyse yarı fiyatına satıyorlar. Yine de sana yaranamıyorlar!

Artık yerli üretim yapan firmalar da bu duruma uyandı. Ucuz ve kalitesiz yerli malı imajının kârlı bir iş olmadığını ya da bundan sonra kârlı olmayacağını gördüler. Yabancı firmaların kalitesinde kadro üretip yahut ürettirip Türkiye'de montajlıyorlar. Yabancı firmadan iki-üç bin lira daha ucuza satıyorlar. Kaliteyi yükseltip yerli malı kalitesizdir imajını yıkmaya çalışıyorlar. 50 bin liraya üst segment bisikletleriyle tüketiciye geliyorlar. Üstelik karbon kadrolarını dünyaca ünlü bisiklet markalarının kadrolarını üreten tedarikçilere yaptırıyorlar, aynı kalitede yarı mamül malı, ithalattaki vergi indirimi sayesinde rekabetçi fiyatlarla piyasaya sürebiliyorlar. Eskisi gibi piyasaya düşük kaliteli mallarla girip sürümden kazanma mantığı kalmadı. Yerli üreticiler de kaliteye odaklanıyor, tasarımlarını geliştiriyor, piyasadaki ana akımları takip edip anında buna göre ürün yelpazelerini güncelliyorlar.

Salcano Cappadocia Alloy fixieye biniyorum. Benim ihtiyacımı tam manasıyla karşılayabiliyor. Türkiye şartlarına göre üretilmiş, sağlam ve kullanışlı bir fixie. Günlük ulaşım ihtiyacımı karşılamak için kendisine biniyorum. Oldukça da memnunum. Alırken kendisinden Cinelli kalitesi beklemedim, hâlâ da bir Cinelli kalitesi beklemiyorum. Zira Cinelli'nin bulhornu fiyatına komple bisiklet almışım. Nedir yani? Otomobil olayında "parasının arabası" diye bir kavram var. Genellikle ucuz fiyatlı arabaların ilan açıklamalarında sık sık karşımıza çıkar. Peki bu ne anlama gelir? İlana 20 bin lira yazılmıştır, şurası sağlam mı burası bakımlı mı diye sormayın, olan budur anlamında kullanılır. Bisiklette de "parasının bisikleti" durumu var. Tourney setli bisikletten Dura Ace performansı beklemeyeceksiniz. Zira olmuyor.

Daha önce de sıfır Salcano bir bisiklet (Xrs030) alıp bindiğim için ikincisinde ne gibi sürprizlerle karşılaşacağımı bilerek aldım. Bu yüzden fixiem servisin kapısından içeri girmedi. Bu birrrr... Yerli bir firmadan bisiklet alıyorsanız tüm servislerinin "mahalle bisikletçisi" seviyesinde olduğunu bilerek alacaksınız, zira öyleler. İlkinde gidon bandını ters sarmışlardı, vites ve jant ayarları düzgün değildi. İkincisinde de jant ayarı yok gibi bir şeydi, sağa sola sekme yapıyordu. Sıfır makineyi hiç binmeden en küçük parçasına kadar söküp baştan topladım. Hangi vida ne kadar sıkılır tork anahtarı ile ayarladım. Furc takımı ve göbekleri gresledim. Zincirdeki fazla baklaları ayıkladım. Asıl olaya geliyoruz şimdi. Sıkı durun. Fixed gear bir bisikletin lockring vidasını bile sıkmamışlar. Yanılıp bisikleti kurup binsem dişli sabitlenmemiş. Ölmediğimi varsayalım en iyi ihtimalle flip flop göbeğin üzerine takılan dişlinin ters pasosunu parçalayacağım. Fixie bisiklette fren, vites olmadığı için onları ayarlamak gibi bir derdim de olmadı, zira o işten hiç anlamıyorum.

Bir de yaşadığınız şehir marka olayında oldukça önemli. Çoğu zaman yaşadığınız şehrin teknik imkânları, bineceğiniz bisikletin markasını ve fiyatını belirler. Ben Çorum'da yaşıyorum. Yaşadığım şehirde üst segment bisiklete binen kimse yok. Olan da aktif sürücü değil. Bu yüzden bisiklet tamircileri de üst sınıf bisikletlerin yedek parçalarını getirmiyor, bakımlarını yapmıyor. Mesela çok rahat bir biçimde Campagnolo Süper Record setli, Campagnolo Bora Ultra jantlı bir bisikleti finanse edebilirim. Ama yaşadığım şehirde bunun tamir ve bakımını yapabilecek  tek bir teknisyen var mı? Yok. En yakın teknisyen 200 kilometre uzakta... Vites ayarını bozsam yaptırabilmek için arabayla 200 km yol gitmem gerekiyor. Ben nasıl üst segment bisiklete bineyim? Kendim yapayım desem, ben de anlamıyorum ki. Shimano Tiagra setli bir bisikletin aynakol göbek bakımını bile yaptıramadım, Campagnolo hak getire!

Paranız varsa Cannondale, S-Works, Trek alıp binersiniz, yoksa Salcano, Corelli, Bisan... Mesele benim açımdan bu kadar basit. İçinde bulunduğunuz toplumsal sınıf hangi normalleri yaşıyorsa siz de onu yaşayın. Milyon dolarlık servetiniz varsa gidip de Salcano almayın, alay ederler. Zira ediyorlar da. Salcano Xrs01'e binen Beyazıt Öztürk ile alay edenleri gördük, duyduk, biliyoruz. Asgari ücretle çalışıp 50 bin liralık Bisan Praetor'a binemezsiniz, alay ederler. 50 bin lirayı bisiklete vermiş diye arkanızdan teneke çalarlar. Aslında kime ne? Kim neye biniyor, neye binmiyor, bunu sorgulamak kimsenin hakkı da haddi de değildir! Fakat yaşadığımız ilkel toplumda durumlar böyle. Yaşamsal tercihleriniz bu ülkede sorgulanır, yargılanır, haksızca eleştirilir, onlarla alay edilir. Aslında böyle olmaması gerekirdi. Ama öyle! Sinir bozucu bir durum. Bu ülkede yaşıyorsanız bu gerçekle yaşamaya alışacaksınız. Alışmazsanız delirirsiniz, ben alıştım, delirmedim. Şimdilik...

Meseleyi kısaca özetlemek gerekirse şu sonuçlara ulaşabiliriz. Bu arada bu sonuçlar ayet değildir, hadis değildir. Değiştirilebilir, koşullara göre güncellenebilir, kişiye göre uyarlanabilir.
1. Paranız varsa pahalı bisiklete bineceksiniz.
2. Paranız yoksa ucuz bisiklete bineceksiniz.
3. Paranız varsa dünya çapında isim yapmış yabancı markaların ürettiği bisikletlere bineceksiniz.
4. Paranız yoksa yerli markaların ürettiği, montajladığı yerli bisikletlere bineceksiniz.

Mesele bu kadar basit aslında. Marka olayını abartmanın âlemi yok. Pahalı bisiklete binen de bisikletçidir, ucuz bisiklete binen de bisikletçidir. Trafikte, motorlu araçlar size gelip arkadan çarparken bisikletiniz pahalı mı ucuz mu diye bakmıyor. Çarpıp geçiyorlar. Siz de bisikletim markalı mı markasız mı, pahalı mı ucuz mu diye düşünüp durmayın. Neye binebiliyorsanız ona binin; ama bisiklete binin; fakat bisiklete binin; lâkin bisiklete binin! 

Bisiklete binin de isterseniz dede bisikletine binin. Marka olayını da fazla kafaya takmayın. Bisiklet camiasındaki boş beleş muhabbetlerden biridir. Sallamayın. Pedallamanıza bakın.

4 Ocak 2021 Pazartesi

BİR FOTOĞRAFIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ...

Bu fotoğrafta Ferhun Öğünç, Ali Hüryılmaz ve Erol Küçükbakırcı varmış. Edirne Meriç Tekstil takımında birlikte yarış koşuyorlar. 1974 yılında Türkiye Pist Şampiyonası'nda takım takip yarışı sırasında çekilmiş. Velodromda 4 km takım takip yarışından bir kare... Yer Balıkesir Velodromu... Eski bisikletçiler öyle diyorlar. Yoksa bizim gibi tıfıl, genco bisikletçiler nereden bilecek böyle şeyleri caaanım! İlk bakışta öyle çok büyük ve derin anlamlar çıkarılacak bir fotoğraf gibi görünmüyor. Ama kazın ayağı öyle değil! 


Bu fotoğraftan çıkaracağımız dersler nelerdir? İrdeleyelim.

1. Ders: 1974 yılında Türkiye'de pist yarışları yapılabiliyordu. 2020 yılında pist yarışları yapılamıyor. Niçin? Velodrom yok! Dağılabilirsiniz. 2021'de yapılır mı? Allah kerim... 5 yıldır bisiklet sporuyla ilgileniyorum. Bu süre zarfında Türkiye'de yapılan tek pist yarışı Maltepe'deki velodromumsuda yapılan Malt Crit yarışları. Onun dışında pist yarışı görmedim, duymadım, bilmiyorum. Varsa bilen bildirsin, biz de cehaletimizi giderelim. Haaa pistimiz olmasa da pist bisikleti alanında Avrupa Şampiyonumuz var. (Ahmet Örken) Balkan Şampiyonumuz var. (Oğuzhan Tiryaki)

2. Ders: 1974 yılında Türkiye'de pist yarışlarının yapılabileceği velodrom benzeri bir şey vardı. Fotoğrafa bakınca görüyoruz ki velodroma benzeyen eğimli bir pistte yarış koşuluyor. Pist kaç metre uzunluğunda, eğim ne kadar, kaç adet kulvar var falan bunları fotoğraftan çıkarabilecek göz bizde yok. Olan varsa söylesin biz de öğrenelim. Konya Atatürk Stadyumu'ndaki pist hakkında bilgilere aşağıdaki kaynaktan ulaşılabilir. Ne varsa işte bu kadar. Şunu da söylemek gerekir ki Konya ve Balıkesir Stadyumlarındaki velodromumsuların bile yerinde yeller esiyor şimdi. Bursa'da da bir velodromumsu varmış zamanında. 3 milyon lira harcanıp yapılmış; ama projesi hatalı olduğu için tek bir yarış dahi yapılamamış. 2020 Türkiye'sinde Konya'da yapılacak bir velodrom hakkında proje ve bu projeyle ilgili yüzlerce haber var. Ama henüz kazma vurulmuş değil. İnşallah maşallah gelecekte bir tarihte olimpik standartlara uygun bir velodromumuz olacak.                              (https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Konya_Atat%C3%BCrk_Stadyumu )

3. Ders: Pist yarış disiplininin ne olduğunu bilen ve bunu sporcusuna aktarabilen hocalar vardı. Hocası ilgili disiplininin eğitimini vermese nereden öğrenecek bu çocuklar pist disiplinini? O dönemde kitap yok, dergi yok... Ya antrenörlerden öğreneceksiniz ya da takımdaki sizden tecrübeli büyük abilerden. YouTube yok ki girip dört beş videoda pist yarış disiplini hakkında bilgi edinesiniz!!! O yıllarda bu seviyede antrenman bilgisine sahip antrenör var ve bu bilgileri bisikletçilerine aktarabilecek düzeyde. Demek ki neymiş? Elin gavur antrenörleri olmadan da bir şeyler yapılabiliyormuş? Yapmaya niyetin varsa, kusurlu da olsa bir şeyler yapılabiliyormuş. Hem de 1974'te...

4. Ders: Bisikletlere bakarsanız görürsünüz, her sporcuda pist bisikletleri vardı. Bakıyorum, fotoğraftaki bisikletlerin üçü de pista! (Pist bisikleti ile normal yarış bisikleti arasındaki farklarını bilenler ne demek istediğimi anladı kanımca.) Fakat o yıl Konya'da yapılan pist yarışlarında fırtınalar kopmuş yine. Pistte normal yol bisikleti ile yarış koşanlar da varmış. Sonuçlara ve hakemlere itirazlar olmuş. Türk bisikletinin kronik hastalıkları işte. Elli yıl geçmiş hâlâ doğru düzgün sonuç açıklayamayan bir hakem heyetimiz var. Hayırlısı... (Feyzi Açıkalın, Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun 50 Yıllık Öyküsü, Ege Yayınları, 2014, İstanbul, S90)

5. Ders: 1974 yılında pist bisikleti yarışlarını takip edilebilecek kadar önemli kabul edip takip eden bir spor basını vardı. Cumhuriyet gazetesi pist yarışlarını bile günü gününe spor sayfasında haber yapmış. Bu gazete o zaman da bugün olduğu gibi fikir gazeteciliği yapan bir gazeteydi. Sayfa sayısı az olmasına rağmen bisiklete yer vermiş, ilginç, cidden çok ilginç! 2020 yılında Türkiye Yol Bisikleti Şampiyonası yapılıyor, ulusal basını bırakalım, spor basınında bile bir iki paragraflık küçücük haberlerle geçiştiriliyor. 2020'de bisiklet sporu o derece önemsiz bir spor ki spor medyası bile ulusal şampiyonayı haber yapılacak düzeyde önemsemiyor, kısacası sallamıyor.

6. Ders: 1974'te Ali Hüryılmaz adında şampiyon bir bisikletçi vardı. Bulgaristan'dan kaçıp ülkemize gelen Batı Trakya Türkleri'nden... Kaçış hikâyesi tam manasıyla bir soğuk savaş ajan filmi gibi... Kendisinin kim olduğunu bilmeyenler varsa Mehmet Büyükarı'nın kaleme aldığı Son Rampa adlı kitapta Ali Hüryılmaz'ın efsanevî hayat hikâyesi ayrıntılarıyla anlatılıyor. Merak eden kitabı edinip okusun. Bu fakir, şu anda okuduğunuz blogda bu kitap hakkında uzunca bir tanıtım yazısı da kaleme almıştır. Belki okursunuz.
(https://kadro19.blogspot.com/2020/07/mehmet-buyukari-son-rampa-ali-huryilmaz.html?m=1)

7. Ders: 1974'te Ferhun Öğünç adında döneminde nam salmış bir bisikletçi daha vardı. Türk Bisiklet Tarihi öyle bir iki bisikletçiden ibaret değil. Hakkında yazılmış üç adet koca koca kitap var. Gençlerin tanımadığı, bilmediği ne kadar şampiyon bisikletçimiz var? Ferhun Öğünç hakkında öğrenebilirdiklerim bu kadar: "1952 yılında İstanbul’da doğdu. Bisiklete on altı yaşında Sarıyer’de başladı. 1969’da Bakırköy Bisiklet İhtisas Kulübü’ne transfer oldu.1970 Gençler Türkiye Şampiyonluğu, 1971, 1972, 1974, 1975 Büyükler Takım Türkiye Yol ve Pist Şampiyonluklarını kazandı. 1976 Uluslararası Akdeniz Turu’nda sarı mayo giyerek 1. geldi. 50’den fazla milli oldu.1977 yılının başında New York’a gitti ve halen burada Mohegan Lake kentinde oturmaktadır."

http://www.kimkimdir.net.tr/kisiler/ferhun-ogunc

8. Ders: 1974 Türkiye'sinde, Dünya yarışlarında bile kullanımı yaygın değilken kask benzeri bir şeyi tanıyıp bilip kullanan sporcular vardı. O dönemde bütün imkânsızlıklara rağmen bir şekilde malzeme edinip bu sporu yapmaya çalışan sporcular vardı. Gençler, şimdi siz bilmezsiniz, o dönemlerde Aliexpress falan yok. Yurt dışından sipariş vermeyi rüyasında göremiyor kimse. Merhum Süleyman Demirel'in tabiriyle "50 sente muhtaç" durumdayız. Dolar, mark, sterlin karaborsada... Bu koşullarda pist yarışının bütün takım taklavatını bir şekilde temin edebilmişler. Niyet var ya niyet, hah işte o çok önemli! Niyetin varsa bir şekilde temin ediyorsun malzemeyi. 

9. Ders: Bu kare takım takip yarışından bir kare olduğuna göre en az iki adet takım var bu yarışta. Tek takım kendi kendine deli danalar gibi pistte dönüp durmuyor herhalde? Mantıksal olarak en az iki takım var. Bildiğim kadarıyla dört farklı takım var o zamanda, ama bu bilgim net değil. Kaynak bulamadım. 1974 yılında takımlar hâlinde pist yarışı yapabilecek kadar sporcu, bunları donatacak kadar pist yarışı malzemesi var. Yıl 1974!!!! Günümüzde hangi bisiklet takımlarında kaç adet pist bisikleti var? Sevgili antrenör hocalarım yorumlara adet girsin, sayımızı bilelim ama değil mi?

10. Ders: Meriç Tekstil tarafından sponsorluğu üstlenilen bir bisiklet takımı var. Bu takım öyle şimdikiler gibi naylon bir takım değil. Sadece federasyon seçimlerinde oy vermek için kurulmuş yarış koşan tek bir sporcusu olmayan tabela takımı değil yani. En azından pist yarışı koşabilen üç bisikletçisi var. Bu takım hakkında bilinenler şunlar: "1969 yılında Dr.Fevzi AKSOY’un başkanlığında kurulan Bakırköy Bisiklet İhtisas Kulübü (BİK), 1973’te önce 19 Mayıs Mağazaları ve sonra Meriç Tekstil Kulübü olarak faaliyetlerini 1977 yılına kadar sürdürmüştür. BİK 1970’li yıllarda Türkiye’de bisiklet sporundaki atılım ve canlanmanın öncüsü olmuş ve bir ekol getirmiştir. Ali HÜRYILMAZ’ın öncülüğünde oluşturulan bu ekol kondisyon, bisiklet ve disiplinden meydana gelmiş ve buradan yetişen sporcular uzun yıllar milli takımın değişmez elemanları olmuştur." (https://bisiklet.gov.tr/Sayfa/Federasyonumuzun_Tarihi-9.aspx)

Bu böyle devam edip gider... Yazıyı kısa kesiyorum. Görmesini bilen göz için tek bir fotoğraf karesi bile bisiklet sporunun nasıl bitirildiğini göstermeye yetecektir.