Kitabın "Avrupa Turu Günlüğüm" adlı bölümünde çok ilginç tur öyküleri sizi bekliyor. Avrupa'da uzun tur yapmayı planlayan, ama başına neler gelebileceğini de önceden görmek isteyen bisikletçiler mutlaka bu bölümü dikkatle okumalı. Avrupa'dan bisiklet turculuğu yaparken nelere dikkat etmeniz gerektiğini anlatıyor, küçük taktikler veriyor. Yazar turu sırasında gerçekten çok kaliteli insanlarla karşılaşıyor, tur sırasında biriktirdiği tek şey röportajlar değil. Aynı zamanda inanılmaz düzeyde kaliteli insanlarla geçirilmiş bir zaman dilimini de heybesine yüklüyor ki bunları yaşayabilmek için milyon euro verseniz satın alamazsınız. Bisiklet turculuğuna yeni başlayacak arkadaşlarımız için yaşamsal değerde bir pratik sunuyor bize. Bisikletle yapılan bir uzun turun sadece bir bisiklet turu olmadığını, her açıdan ve her bağlamda kaliteli bir yaşam deneyimi olduğunu ortaya koyuyor.
Kitabın "Bisikletli Yaşam Hikâyeleri" adlı ikinci bölümünde yazarın Avrupa turu sırasında yaptığı röportajların yazılı hâlini okuyoruz. Bu röportajların bir kısmının video kaydını YouTube üzerinden izlemiştik. Öğretmen, bisiklet aktivisti, bisikletli tur organizatörü, grafiker- tasarımcı, çocuklarını bisikletle okula götürüp getiren anne-baba, bisikletli turist rehberi, bisiklet kiralama şirketi yöneticisi, bisiklet mağazası sahibi, bisikletli kurye, öğrenci, öğretmen, akademisyen, eğitim danışmanı, bisiklet elçiliği,çevre ve ulaşım direktörü, belediye şehir plancısı, bisikletli blog yazarı, fotoğrafçı, mühendis, müzisyen, bisikletli devrimciler gibi farklı iş kollarında çalışan, hizmet sağlayan, eylem geliştiren insanlarla sohbet etmiş yazar. Her biri başka bir bakış açısından bisikletli yaşamı yorumluyor. Her birinden farklı bir şey öğreniyoruz. Say say bitiremiyoruz. Bizimkiler gibi körler sağırlar birbirini ağırlar misali sadece bisiklet sektörünün bileşenleriyle değil her sınıftan, her meslekten insanla röportaj yapıyor.
Eski bisikletli kurye Mortimer Steınke'nin röportajı mutlaka okunması gereken röportajlardan biri bence. Fixieci olduğumuz için kendisine kıyak geçmiyoruz. Röportajın niteliği de niceliği de ayrıntılı olarak irdelenmeye değer. Spoiler vermemek adına burada ayrıntılı yorum yapmayacağız. Fixed gear kültürü ve bisikletli kuryelik hakkında atıp tutmadan önce buradaki değerlendirmeler, tespitler mutlaka analiz edilmeli. Mortimer Steınke, röportajında bisikletli yaşam konusunda sosyolojik ve felsefi derinliği olan yorumlar getiriyor. Bir fixieciden beklenen hareketler bunlar, şaşırmıyoruz. Fixie değişik bir makinedir, üzerindeki canlı organizmayı hem zihinsel hem de fiziksel açıdan geliştirir, her daim ayık bir bilinç düzeyine çıkarır. Avrupa'da da böyle olduğunu görmek bizi ziyadesiyle mutlu ediyor. Kitabın bu bölümünü Türkiyeli fixiecilere şiddetle tavsiye ediyorum.
Bazı röportajlardan öğrendiğimiz kadarıyla bisikletli yaşam konusunda Avrupa'da yaşayan Türklerin ülkemizde yaşayan Türklerden pek de farklı olmadıklarını görüyoruz. Ülkemizde bisikletli yaşama zerre kadar prim vermeyen vatandaşlarımızın Hollanda gibi bir bisiklet ülkesinde de otomobilden vazgeçmediğini okuyup kahroluyoruz. Demek ki ultra güvenli bisiklet yolları bile bizimkileri bisiklete binme konusunda pek ikna edici olamıyor. Ülkemizde "Bisiklet yolu yok ki bisiklete binelim." argümanının bir kez daha çöp olduğunu kanıtlıyor. Hollanda'da güvenli bisiklet yolu var da ne oluyor? Hollanda'da yaşayan Türklerin büyük çoğunluğu yine otomobilden vazgeçmiyor. Pek azı bisikletli ulaşımı tercih ediyor. Otomobil, Türkiye'de Türk erkeğinin ikinci cinsel organıdır; Hollanda'da da durum değişmiyor. Coğrafya kaderdir tezi bu bağlamda pek işlemiyor. Coğrafya değişse de kader değişmiyor.
Ülkemizde bisiklet yollarına karşı muhalefet eden, şehir merkezindeki caddelere bisiklet yolu yapılmaması yönünde politik baskı araçları kullanan en büyük güç esnaflar! Bunun sadece bizim ülkemize has bir gerilik olduğunu düşünüp kahrolurken bu kitabı okuduktan sonra kazın ayağının öyle olmadığını görüyoruz. Dünyanın en gözde bisiklet şehirlerinden birinin (Amsterdam) bisiklet elçiliğini yapan Marjoleın De Lange'in da esnaf muhalefetinden yakındığını ve buna karşı taktikler geliştirdiğini görmek içimizi refahlatıyor. Demek ki bisiklet yollarına karşı esnaf muhalefeti ulusal bir gerilik değil aksine dünya çapında sınıfsal bir karşı duruş biçimi, bir sınıfsal çelişki. Yaşanan zorlukların nasıl aşıldığını öğrenmek için kitabı okumanız gerekecek. Bisikletli ulaşım konusunda Hollanda pratiğinin tarihsel temellerini öğrenmek için de De Lange'in röportajı okunmalı. Bizim her zaman savunduğumuz bisikletli yaşamın inşa edilebilmesi için nesnel koşulların uygun olması gerektiği tezinin Hollanda pratiğinde kanıtlandığını görmek bizim açımızdan güzel. Ülkemizdeki kerameti kendinden menkul birtakım ütopik bisiklet aktivisti için üzücü olacak tabii.
Kitapta Avrupa'daki bisiklet turizmi ile ilgili pek çok ayrıntı anlatılıyor. Bu açıdan "Bas Pedala Avrupa" Türkiye'de bisiklet turizmi ile ilgilenen her şirket yöneticisinin elinin altında bulunması gereken bir kaynak kitap özelliği taşıyor. Kitapta Avrupa'da turizm sektöründe çeşitli kademelerde çalışan pek çok bisikletli tur organizatörünün bisiklet turizmi pratiği hakkında bilgiler veriliyor. Bu bölümleri okuduktan sonra bizde şöyle bir kanaat yerleşiyor: Bisiklet turizmi konusunda daha çok yolumuz var bizim. Avrupa'ya nazaran başlangıç aşamasında bile değiliz. Çok merak ediyorum: Bisiklet alanında turizm hizmeti sunan kaç firma bu kitaptaki verileri yönetim kurulunda tartışıp, değerlendirip, raporladı? Her yıl milyonlarca euroluk bir kazancı kendi ayağımızla nasıl teptiğimizi gördükçe sinirden duvarları yumruklamamak elde değil. Kitaptaki bisikletli tur rehberlerinin söylediklerini okudukça saç baş yoluyoruz. Her sene turizmden 30 milyar dolar kazanan bir ülke (Türkiye) bisiklet turizminden 1 milyar dolar bile kazanamıyor!!!
Kitapta bisikletli yaşam, bisikletli ulaşım konusunda bir rock starı olarak tanıtılan Mikael Colville Andersen ile karşılaşmış olmamıza şaşırmıyoruz. Zira Avrupa'ya gidip bisikletli yaşam hikâyeleri temasında bir röportaj projesi yapacaksanız bu adam ile konuşmak zorundasınız, konuşmamışsanız proje çöp zaten! Andersen, bisiklet şehirciliği konusuda bir Marx olamasa da bu işin Bakunin'idir diyebiliriz. İşe sadece pratik açıdan bakan biri değil, o konuda zaten otorite niteliğinde bir tasarımcı, Andersen aynı zamanda bisikletli yaşamın teorik anlamda felsefî derinliğine de çalışıyor. 50 yıl sonra bisikletli yaşam felsefesi hakkında söyledikleriyle felsefe ders kitaplarında adı mutlaka geçecektir. Tabii ki bizim ülkemizdeki felsefe kitaplarında değil. Geçelim. Mikael Colville Andersen'in Bisiklet Şehirciliğine Kışa Bir Giriş adlı kitabını okursanız kendisinin bisikletli yaşam konusundaki tezlerini ayrıntılı olarak öğrenebilirsiniz. Bas Pedala Avrupa kitabındaki röportajında daha genel konulara şöyle bir değiniyor Andersen. Kendi kitabında ise zülfü yâre dokunacak biçimde derinlere dalıyor, hatta direk çivili sopa ile saldırıyor şehirlerimizi yaşanmaz hâle getirenlere...
Türkiye'de bisikletli yaşam konusunda aktivistlik yapan arkadaşlarının büyük çoğunluğunun böyle bir kitaptan haberinin olduğunu sanmıyorum. Zira abuk sabuk her konuda YouTube'dan canlı yayın yapan arkadaşların bir tanesi bile bu kitap hakkında herhangi bir yayın yapmadı. "Eee peki hacı sen niye yapmadın?" mı dediniz? Ben yazarım, youtuber değilim. Olmaya da pek niyetim yok. Bu kitap çıkalı bir yılı geçti. Yayınevini arayıp sorduk, ikinci baskıya girecek kadar satılmamış. Üç ihtimal var, birincisi böyle bir kitabın var olduğundan haberleri yok, ikincisi kitabın yazarından pek hazzetmiyorlar, üçüncüsü bu kitapta anlatılan bisikletli yaşam pratiklerini anlayıp kavrayıp eleştirel gözle değerlendirecek entellektüel kapasite ve kaliteden yoksunlar. Ben üçüncüsünün kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum. Aksini iddia eden varsa somut veri koyacak ortaya. Zira biz somut verileri ortaya koyarak durumun böyle olduğunu aşağıdaki paragrafta kanıtlayacağız.
Kitabın yayınevinden aldığımız bilgilere göre bu kitap 1000 adet basılmış, biz yayına girdiğimizde 250'ye yakın bir satış yaptığını öğrendik. İnternet satış mecralarını da incelediğimizde yayınevinden aldığımız bilgileri doğrulayıcı sonuçlarla karşılaşıyoruz. "Eeee, nedir yani? Bir kitabın değerini satış miktarı ile mi değerlendireceksin?" dediğinizi duyar gibiyim. Kitabın değerini değil kitabın okur kitlesinin okurluk düzeyini değerlendirmek için bu bilgiyi sizinle paylaşıyorum. Türkiye'de bisikletli yaşam konusunda bu kalitede yayın bulmak çok zor; ama bu kalitede bir yayını okuyup değerlendirecek bisikletli bir okur kitlesini bulmak da çok zor. Bir yıldır bütün klasik ve sosyal medya araçlarında kitabın tanıtımı yapılıyor. Sonuç: 250 kitap satılmış! Gerçekçi olalım; bisikletliler, bisiklet sürdükleri kadar bisikletle ilgili kitapları okumuyorlar. Sponsorluk ve reklam gelirleri olmasa Türkiye'nin tek bisiklet dergisi bile (Cyclist Türkiye) ayakta duramayacak. Neden? Okur desteği yok çünkü... Bisikletlilerin 15 bin kişilik Facebook grupları var; ama kuru kalabalıktan ibaret, bisikletle ilgili kitapları okumuyorlar. Son beş yıl içinde basılan bisikletle ilgili kitaplardan ikinci baskıyı görebilen var mı? Bilen el kaldırsın çocuğum!!!
Sosyal medya gruplarında Hollanda'da bisikletli yaşam şöyle, Almanya'da böyle, İsveç'te öyle diye atıp tutan arkadaşları piste alalım. Bisikletle ilgili kitapları okumadan, bisikletle ilgili kitapları okutmadan bisikletli yaşam konusunda nasıl bir Hollanda, Almanya, İsveç olacağımızı bize anlatıversinler gaari! Zira biz kendi çabamızla anlayamıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder