30 Aralık 2020 Çarşamba

BİSİKLET YOLLARI ÜZERİNE VOL 2!


BİSİKLET YOLLARI NE İŞE YARAR?

Bir önceki yazımızda insanların bisiklet yolu yapıldığı için bisiklete binmeye başlamayacağı, bisiklet kullanan insan sayısı arttıkça bisiklet yollarının yapılmasının bir ihtiyaç haline geleceği tezini uzun uzun yazarak anlattık. Şimdi de bisiklet yollarının ne işe yarayacağını uzun uzun anlatacağım.

Bisiklet yolları yapılınca insanlar birden bisiklete binmeye başlamayacak! Öyle bir sihirli değnek değil bisiklet yolları. Yıllardır işine, okuluna, çarşıya, pazara kişisel motorlu aracını yahut toplu taşımayı kullanarak giden insanlar bisiklet yolunu görünce uhrevî bir aydınlanma yaşayıp şimdiye kadar ne kadar saçma bir iş yaptıklarını şıp diye anlayarak bisikletli ulaşıma başlamayacak. Beyaz yakalı kardeşlerimiz bisiklet yolları yapıldı diye Ferrari'sini Satan Bilge misali arabasını satıp bir bisiklet alarak ofisine gitmeyecek. Mesai dâhil 12 saat çalışıp evine ekmek götürmeye çalışan işçi kardeşimiz o yorgunluğun üstüne bedava iş yeri servisiyle evine gitmek yerine bisikletle eve gitmeyecek. Okul, etüt merkezi, DYK kursu, özel ders arasında mekik dokuyan ortaokul ve lise öğrencileri bu temponun içine sos olarak bisikletli ulaşımı da ekleyerek çektikleri acıya tatlı bir dokunuş yapıp mazoşizmin doruklarında kendinden geçmeyecek. Burs yahut öğrenim kredisiyle geçinmeye çalışıp haftada en az üç gün noddle ile beslenmek zorunda kalan üniversite öğrencisi kardeşlerimiz bisiklet yolları yapıldı diye aç karnına kendilerini bisiklet yollarına vurmayacak. Çocuğuna en küçük bir zarar gelmesin diye çabalamaktan paranoyak hâle gelen geneksel Türk anneleri çocuklarını da yanlarına alarak günlük ihtiyaçlarını karşılamak için bisiklet yollarını doldurmayacak. Bunların hepsi uzun bir zaman gerektiren planlı bir eğitim ve propaganda süreci sonunda mutlaka olacaktır; ama bir anda gerçekleşmeyecektir. Bisiklet dernekleri ve topluluklarının fantastik beklentileri nesnel gerçekliğin sert duvarlarına çarpa çarpa parçalanacak. Göreceğiz.

Bisiklet yolları bir ihtiyacı karşılamak için yapılır. Soruyorum. Mevcut hâliyle bisiklet yolları hangi ihtiyacı karşılıyor? Soruyorum, mesela mesailer dâhil günde 12 saate yakın çalışan bir fabrika işçisinin hangi derdine derman oluyor? Motosikletin bile motorlu araçtan sayılmadığı bir kültürde motorlu araç sürücülerinin bisiklete saygı duymasına ne tür bir katkısı olacak? Soruyorum, şehrin bütün ana caddeleri baştanbaşa bisiklet yolu ile donatılsa insanlar arabalarını bırakıp yaz kış işe, çarşıya, pazara, okula bisikletle mi gidecek? Şehrin bütün caddeleri bisiklet yolu ile donatılsa o yolları dolduracak kadar bisiklet kullanıcısı var mı sizin şehrinizde? Kendi öz gücünüzle bisikletli bir yaşam kurmaya çalışmak yerine pabuççu muştası gibi bir yan kuvvet (belediye) kullanarak amaçlarınıza ulaşmak, yani kaçak güreşmek, size yakışıyor mu? Hani nerede metropollerde her gün düzenli olarak bisiklet kullanan binlerce bisikletli? Her sabah kahvaltısının yaptıktan sonra bisikletine atlayıp işine gitmeye çalışan binlerce kişi nerede? Bini bırakalım, yüz kişi nerede? Neredesiniz bisiklet dernekleri ve toplulukları? Sizi göremiyoruz! Sizler her sabah yollarda olsanız bile trafikteki bisikletli oranı toplumsal areneda sizi görünür kılmaya yetmiyor.

Son soruya dikkat edin. İşte o soru "Bisiklet yolu ne işe yarar?" sorusunun asıl yanıtını içinde barındırıyor. O bisiklet yollarını dolduracak kadar bisiklet kullanıcısı sizin şehrinizde olsa zaten bisiklet yolları ne işe yarar diye oturup tartışmak zorunda kalmayacağız. Bisiklet dernekleri ve topluluklarına sesleniyorum. Aynaya bakın, bu acı gerçekle yüzleşin artık. Bisiklet yolu talep edecek kadar geniş bir halk tabanına sahip değilsiniz. Şehrin normali değil marijinalisiniz. Şehrin normali motorlu araç kullanarak günlük ihtiyaçlarını karşılamak iken tabii ki daha fazla araç yolu talep edilecek? Ne bekliyorsunuz? Öyle haftada birkaç etkinlikte bir araya gelerek beş on kilomatre bisiklet sürmekle olmuyor bu işler. Kaçınız her gün işe bisikletle gidip geliyor? İşe bisikletle gidip gelen bisikletçiler, size sesleniyorum, kafanızı deve kuşu gibi kuma gömmeyin: "Siz kaç kişisiniz?" Yerel seçimlerde kaç oyunuz var? Bisiklet kültürünün yarattığı ekonominin şehrin ekonomik gelirlerine oranı nedir? Bir çırpıda "Tiz vakitte bu cadde-i kebire tarik-i velosiped yapıla!" diye ferman buyurduğunuz caddelerin esnafına ayda kaç lira kazandırıyorsunuz? Bisiklet yolu talep ettiğiniz şehirde o yıl bisiket turizminden kaç milyon dolar döviz girdisi sağlanmış? Ne oldu? Sustunuz. Sesiniz gelmiyor. Sizi duyamıyorum.

Bisiklet yolları bizim bisiklet derneklerimiz ve topluluklarımızın iddia ettiği gibi bisikletli yaşamın gelişiminde bir sihirli değnek etkisi yaratmayacak. Tabii ki önceki duruma göre göreceli bir iyileşme sağlayacak; ama o yola yapılan maddî harcamayı rasyonelleştirebilecek oranda bir sosyal fayda da yaratamayacak. Uygulamalardan öğrendiğimizle konuşuyoruz. Kadıköy'de çarşı içine yapılan bisiklet yolları ne oldu? Bağdat Caddesi'ndeki bisiklet yolunun akıbeti nedir? İzmir Alsancak'a yapılan (Vasıf Çınar Caddesi) bisiklet yolu nerede? İzmir'de Karşıyaka-İnciraltı körfez yolunun bağlantı noktaları ne zaman yapılır? Antalya'da şehir içindeki bisiklet yolları geçen yerel seçimden sonra kimseye haber verilmeden bir gecede nasıl söküldü? Cumhuriyetin başkenti Ankara'da bir kilometre bisiklet yolu neden yok, neden bu güne kadar bir kilometre bile yapılmadı? Çorum'da, Recep Tayyip Erdoğan Caddesi'nde, bisiklet yolları yönetmeliğine uygun bir biçimde dünya standartlarının da ötesinde bir işçilikle yapılan yeni bisiklet yolundan günde kaç bisikletli geçiyor? Yapıldıktan sonra kullanılmadığı için kaldırılan bisiklet yolları listesi uzar gider. Kısa kesiyorum.

Bisiklet yolu bir ihtiyaç olduğu vakit yapılır. İhtiyaç doğmadan yapılan, yahut yapılacak olan yatırım ölü yatırımdır. Yıllardır Türkiye'de bisiklet yolu yapacağız diye milyonlarca lira çöpe atılıyor. Bisiklet yolları yönetmeliğine uygun olmayan ve hiçbir ihtiyacı karşılamaya hizmet etmeyen bisiklet yolu yatırımları yüzünden daha verimli yatırımlarda kullanılması gereken milyonlarca lira israf ediliyor. Ülkemizde bisiklet kültürü her geçen gün bir adım daha geriliyor. Kim demiş bisiklet kullanımı artıyor diye? TÜİK yalan mı söylüyor? Her geçen gün şehirlerde motorlu araç sayısı artıp duruyor. Ulusal gazetelerin ekonomi sayfalarında tam sayfa gövde gösterisi yapar gibi üretim ve satış rekorları kırdıklarını iddia eden motorlu araç üreticileri yalan mı söylüyor? Hadi onlar yalan söylüyorlar diyelim, her sene benim TOFAŞ hisselerinden aldığım temettü geliri niçin artıyor? İnsanlar kredi çekip ikinci arabalarını alıyor. Havanın güzel olduğu zamanlarda bile işe bisikletle gitmek yerine motorlu aracını kullanıyor. Türkiye'nin mevcut nesnel koşullarda acil ihtiyacı daha fazla motorlu aracı daha hızlı bir şekilde hareket ettirebilecek düzeyde geniş caddeler ve bulvarlardır. Sabahtan akşama kadar akmayan trafikte saatlerini heba eden milyonlarca insanın şehrin yönetiminden tek talebi daha hızlı akan bir trafiktir. Acı gerçek budur. Bununla yüzleşmek zorundayız.

Bisiklet yolu ne işe yarar? Sözgelimi 250 bin nüfuslu bir şehirde her sabah 10 bin insan işe bisikletleriyle gidip gelmeye başladığında çok işe yarar. Yüz kişi bisiklet kullanacak diye yapılan bisiklet yolunun yarayacağı tek şey belediye, esnaf, halk, bisikletliler hattında yüksek gerilim yaratmaktır. Şimdiye kadar yapılan uygulamaların sonuçlarından görüyoruz ki ana caddelere ulaşım amaçlı olarak yapılan bisiklet yolları, yolu yapan belediyeye düşman kazandırmak dışında bir işe yaramıyor. Haa unuttum, bir de o yolu yaptırmak için sosyal medya araçları üzerinden yapılan kampanyalarla belediyeler üzerinde baskı kuran bisiklet dernekleri ve topluluklarına yönelik yoğun bir halk tepkisine neden oluyor. Sonuç? Halkı tarafından dışlanan bisikletliler hızla marijinalleşiyor ve içinde yaşadığı halka yabancılaşıyor. Bisiklet yollarına karşı olan kitleleri görünce "Bu halktan bi cacık olmaz kardeşim!" kafasına ulaşan bisikletliler, insanları bisikletli yaşama ikna etmek için teşvik edici faaliyetler yapmak yerine içinde yaşadıkları halkı bisiklet konusunda çok cahil olmakla suçlayıp bir kenara çekiliyor.

Bisikletli yaşamı şu anda içinde yaşadığınız şehrin insanlarıyla inşa edeceksiniz. Şehre dışarıdan bisikletli yurttaş ithal etmek gibi bir seçeneğiniz varsa tabii o ayrı! Ver oradan abime her gün işe bisikletle gidip gelen beş bin Hollandalı!!!! Yok böyle bir şey. Bugün bisiklet yoluna karşı şiddetle muhalefet eden esnafı kazanacaksın, bisiklet yolu yüzünden caddede aracını park edecek yer bulamayan semt sakinini kazanacaksın, bisikleti bir çocuk oyuncağı olarak gören geniş halk kitlelerini kazanacaksın. İçinde yaşadığın şehri "bisiklet şehri" yapmak istiyorsan içinde yaşadığın şehrin insanlarını bisikletli yaşama kazanacaksın. Şehrinde bisiklete binmeyi bilmeyen ev hanımlarına bisiklet kursu açıp yüzlercesine bisiklet kullanmayı öğretmeden bu insanlar niye bisiklet sürmüyor diye ağlamayacaksım. Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun efsanevi romanı Yaban'ın son bölümünde kullandığı o acımasız cümleyi biraz değiştirerek soralım şimdi: "Ey aydın Türk bisikletçisi!!!! Bisikletli yaşam konusunda bir çölü andıran bu toprakları geliştirmek için şimdiye kadar ne yaptın? Ne ektin ki ne biçeceksin!" Öyle "Ben yol yaptım, hadi sürün durun gaari!" demekle olmuyor, görüyoruz. Bisiklet yolu yapmadan önce o yolda bisiklet sürecek insanı kazanacaksın. Başka türlüsü gülünç oluyor çünkü. 

Gerçekçi olacaksın. Olmazsan Sivas'a demiryolu hattı yapıldığında bunu kutlamak için halka klasik müzik dinletirsin, o konserden çıkan halk da "Sivas Sivas olalı böyle zulüm görmedi." diye cevap verir. Üzerinden tren geçmiş gibi olursun. Klasik müzikten zevk almayı öğretmediğin kitlelere zorla klasik müzik dinletirsen zulüm olur tabii. Bisiklet kullanmayı öğretmediğin, bisiklet kullanmaktan zevk almayan kitlelere size bisiklet yolu yaptım, haydi sürün demek de zulümdür. 1930'ların Sivas'ında klasik müzik konseri - o dönemdeki mevcut nesnel koşullarda- olmaz; ama on numara Âşıklar Bayramı yapılır. (Ahmet Kutsi Tecer yaptı.) 2020'nin nesnel koşullarında ana caddelerde bölünmüş bisiklet yolu olmaz; ama on numara "paylaşımlı bisiklet yolu" olur, on numara "motorlu araç sürücüleri için bisikleti fark et kampanyası" olur. Emeklemeden koşulmaz. Emeklemeden koşmaya kalkan maceraperestler, kafalarını nesnel gerçekliğin sert duvarına vura vura hakikati öğrenirler.

Bu yazı burada biter. Bir sonraki yazıda başarılı bisiklet yolu uygulamalarından örnekler vererek mevcut nesnel koşullarda bisiklet yolu ihtiyacının nasıl karşılanması gerektiğini konuşacağız.

26 Ağustos 2020 Çarşamba

PAUL FOURNEL - BİSİKLETE ÖVGÜ

Dünyada bisiklet kültürü üzerine yazılan ve basılan pek çok kitap var. Bunların çoğu edebî bir derinliği olmayan yazarlar tarafından kaleme alınan, bisiklet kültürü bakımından çok yararlı bilgiler veriyor olsa da, damakta estetik bir haz bırakmayan kitaplardan oluşuyor. Genelde bisikletle ilgili teorik konuları ve profesyonel bisikletçilerin yaşamını konu alan kitaplar oluyor bunlar. Bu kitaplar genellikle efsane olarak kabul edilen bisikletçilerin yaşam öyküsüne odaklanıyor. Satış kaygısı yüzünden bisiklet üzerine yazılmış edebî içerikli kitaplara pek fazla bir ilgi yok yayın dünyasında. Öyle olmasına rağmen dünyanın edebiyat cephesinde bisikletin anlam ve önemini kavratan pek çok yayının olduğunu da söylemeden geçmeyelim. En azından İngilizce ve Fransızca dillerinde basılmış kitaplarda bisikletle ilgili edebî içeriğin ortalama bir okurun ömrü boyunca okuyarak bitiremeyeceği bir boyutta olduğunu da belirtelim.

Dünyada durumlar böyleyken ülkemizde nasıl olacağını tahmin etmek zor değil. Ülkemizde bir yılda bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar bisiklet kitabının basıldığını düşünürsek bunların kaç tanesinden edebî bir haz alabileceğimizi siz düşünün. Olur da bir gün herhangi bir yayınevi editörü mebzul miktarda kâğıt israf ederek basacağı bir bisiklet kitabıyla keyfî zarar etmeyi gözüne kestirebilirse yazınsal içerik ve bisikleti aynı bağlamda bir kitap bütünlüğünde okuma şansına erişiyoruz. İşte o zaman bir Sezen Aksu şarkısındaki gibi "belki şehre bir film gelir, bir güzel orman olur anılarda". 

Ülkemizde sadece bisiklet kitapları yayımlayan bir yayınevi var. Gereken ilgi ve desteği göremese de inatla ve inançla bisiklet kitapları basmaya devam ediyorlar. Şimdilik sadece çeviri kitaplar yayınlıyorlar. Bisikletçilerin ilgi ve destekleriyle ileride bir gün telif kitaplar da basabilecek bir seviyeye gelebilir belki diye umutlanmak istiyorum. "Ahan da reklama başladı şimdi." demeyin. Yayınevi ile uzaktan yakından bir alakam yoktur. Yayınevi ile uzaktan yakından alakası olan kimseyi de tanımıyorum. Yayınevi ile uzaktan yakından alakası olan kimselerin de beni tanımadığını düşünürsek durumlar daha net bir biçimde anlaşılabilir. 😂 Bisiklet kitabı basan bir yayınevine ortak olmacak kadar finansal okuryazarlığım vardır. Parayı ekseriyetle düzenli temettü dağıtan şirketlerin borsada işlem gören hisselerine yatırıyorum. En sevdiğim renk de sarıdır, anladınız siz onu! 😉 

Zebraska Yayınları'nın adını mutlaka duymuşsunuzdur diye düşünüyorum. Duymadıysanız "Ulen bir de bisikletçiyim diye geçiniyorsunuz, daha bisiklet kitapları basan bir yayınevinin varlığından haberiniz yok, ne ayaksınız oğlum siz!" diye size ayar vermek istemiyorum, ısrar etmeyin lütfen, bu aralar tam bir sevgi pıtırcığı kafasındayım. Hayırlara vesile olsun inşallah. Her neyse, bilmiyorsanız öğrendiniz, adı Zebraska olan ve bisikletle ilgili kitaplar yayımlayan bir yayınevi var, öğrendiniz, geçelim... Bu kadar mı? Değil tabiî. Dandirik bir fondoya bin kişinin katıldığı "yalnız ve güzel ülkem"de Zebraska'nın bastığı ilk kitap bile ikinci baskıyı göremediyse ayar verme ve atarlanma konusunda biraz haklı olabilirim gibi geliyor bana... Yok yok, kızmayacağım. Bu aralar sevgi pıtırcığıyım ben. Çıldırmıycam. 

Zebraska Yayınları edebî bir derinliği olan bisiklet kitapları basıyor. Bastığı son kitap, Fransız edebiyatının nev-i şahsına münhasır yazarlarından biri olmasının yanı sıra "obsesif kompulsif cyclist" seviyesinde bisiklete tutkun biri olarak tanımlayabileceğim bir yazar olan Paul Fournel'in Bisiklete Övgü adlı kitabı! Dünyada bisiklet literatürünün kült kitaplarından biri olarak kabul ediliyor. Zebraska bu kitabı yayın takvimine almamış olsaydı muhtemelen bir elli yıl daha Türkçeye çevilmesini ve basılmasını bekleyebilirdik. Diğer kitapları okumak için elli yıl beklemek istemeyen bisiklet tutkunları şimdi İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlayabilir. 😂 Yılda en iyi ihtimalle iki kitap basabilecek bütçeye sahip olabilen bir yayınevi diğer kitapları kaç yılda çevirtip basabilir sizce? Matematiği iyi olan parmağını kaldırsın. Bilemedim, sus otur!!! İngilizce ya da Fransızca öğrenmek daha kısa sürer kesinlikle. 

Gırgırı bırakıp kitaba dönelim. Yazar kısa kısa bölümlerde bisiklete dair genel konularla ilgili nesnel ve özgün fikirler ortaya koyarak bisiklet kültürüne etkin bir giriş yapıyor. İşi orada bırakmıyor. Kişisel bisiklet yaşantısından damıttığı pratikten hareketle çoğu bisikleçinin defalarca yapmış olmasına rağmen yaparken farkında olmadığı ayrıntılara parmak basıyor. Küçük ve etkili hikâyelerle anlatmak istediği konuya olan ilgimizi diri tutarken diğer taraftan biz farkında olmadan bisiklet kültürünün temel bilgilerini irdeliyor, çaktırmadan bisikletin propagandasını yapıyor. Sessiz ve derinden akan bir ırmak gibi körpe zihinlere bisikletizm ideolojisini zerk ediyor. Bisiklete Övgü, inanılmaz derecede akıcı bir kitap. Başlıyorsunuz ve bitiyor. Bir program dâhilinde bitirmek zorunda olduğunuz bir işi yaparken bu kitabı okumaya başlamanızı tavsiye etmiyorum. Zira kitaba başladıktan sonra kitabı bitirmeden işinize geri dönemeyeceksiniz. Efendime söyleyeyim, benim uzun ve sıkıcı yazılarım gibi değil. Adam yazdığını keyifle okutmayı iyi biliyor. Azıcık sürtüneyim, belki bana da bulaşır. 😊 

Genellikle bir kitabı ilk defa okurken elime kalem alıp önemli yerlerin altını çizmek gibi bir alışkanlığım yoktur. Bunu ikinci okumada yapıyorum. Çoğu zaman ikinci bir okumayı hak edecek bir içerikle karşılaşmadığımı düşünürsek okurken kaleme pek de ihtiyaç duymadığımı söyleyebilirim. Bisiklete Övgü'nün ilk okuması sırasında elime kalem almamak için kendimi zor tuttum. İkinci okumanın sonunda ise mebzul miktarda altı çizilmiş cümle ile neredeyse kitabın yarısını kömür karasına buladığımı fark ettim. Bu kitabı tanıtan diğer yazarlar gibi spoiler vermeyeceğim. "O cümleler nasılmış acep?" diye meraklanan arkadaşları memnun edemeyeceğim. Kusura bakmayın. O duvarlara yazılası özlü sözlerden birkaçını okumak için bu kitabı satın alacaksınız sevgili kardeşlerim. Yok öyle bedavadan edebî haz! Ne kaaa ekmek o kaaa köfte!

Paul Fournel'in Bisiklete Övgü'nün adlı kitabı okuyana yazınsal estetik haz vaat eden bir bisiklet karnavalı. Edebî bir bisiklet panayırı! İçinde bisiklette dair küçücük bir sevgi ve ilgi parçacığı taşıyan herkese okurken ve okuduktan sonra unutulmaz deneyimler yaşatmayı garanti ediyor. Bisiklete bir şekilde başlayan herkesin okuması gereken bir kitap. Bisiklete başlatmak isteyeceğiniz herkese okutmak isteyeceğiniz bir kitap. Bisiklete olan inancınızı diri tutmak için dönüp dönüp okumanız gereken bir kitap. Bisikletçinin "başucu" değil "başiçi" kitaplarından biri Bisiklette Övgü! 

Bu kitabı okuyun. Okuyun ki bir dönem profesyonel bisikletçilik yapmasına rağmen sonradan bisiklete olan inancını yitirenlerden olmayın. Bisiklete Övgü'yü okuyun ki Zeki Müren bisikletine binerek futbol maçı izlerken çektirdiği fotoğrafını sosyal medyaya koyan bisikletçilerden olmayasınız. Nokta.

Kitabı satın almayı istiyorsanız aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz. 

https://zebraska.com.tr/urun/bisikleteovgu/

18 Temmuz 2020 Cumartesi

MEHMET BÜYÜKARI - SON RAMPA / ALİ HÜRYILMAZ KİTABI 

Geçmişini bilmeyenin geleceği olmaz. Geçmişine saygı duymayanın saygı duyulacak bir geleceği de olmaz. Türk bisikletine geçmişte emek vermiş abide şahsiyetleri tanımadan Türk bisikletinin geleceğini inşa edemeyiz. Türk bisiklet sporuna emek vermiş kişilerin sergüzeştini öğrenmeden günümüzdeki sorunlara çözüm bulamayacağımız apaçık ortada. 1930'lardan günümüze kadar süregelen Türk bisiklet geleneği içinde sele üzerinde acı çekmiş, milli formayı terletmiş her kim varsa doğrusuyla, yanlışıyla bizimdir, bizim geleneğimizdir. Onların doğrularından da hatalarından da öğreneceğimiz çok şey olacak.

Bisiklet sporunun günümüzdeki durumuna bakarak konuşmak gerekirse geçmişte yapılan hatalardan ders almadığımız ortadadır. Geçmişte yaptığımız hataları aynen tekrarlamaya devam ediyoruz. Geçmişte Türk bisiklet sporunu yücelten hangi uygulama varsa hızla yürürlükten kaldırıyoruz. Türk bisiklet tarihine dair ne okusam hep aynı kısır çekişme hikâyeleri çıkıyor karşıma. Devrecilikten, bölgeciliğe; adam kayırmalardan, aklın ve bilimin reddine kadar her türlü konuda kısır çekişmeler organize edebilme yeteneğimiz Türk bisiklet sporunun da tarihini lekeliyor maalesef. Günümüzde dünya bisiklet arenasında Türk bisikletinin esamesi okunmuyorsa bunun sebebini geçmişimizde aramalıyız. Çünkü bu kadar bozuk bir düzen 10 yılda inşâ edilmiş olamaz. Bu kadar çarpık bir yapı inşâ edebilmek için en az yüz yıl ister.

Türk bisikletinin efsane isimlerinden biri Ali Hüryılmaz! Yaşam macerası ile de büyük bir insan aynı zamanda. Anavatanın dışındaki Türklerin yaşadığı sıkıntıların tamamını daha çocuk yaştayken çeken, acıların koynunda ana sütü yerine zehir içerek büyüyen bir çocuk Hüryılmaz! Anavatana, hürriyetine kaçmak yerine, onun kimliğini ve kişiliğini reddeden bir ülkede yaşamaya katlanabilme onursuzluğunu kabullenebilmiş olsaydı zamanının en büyük bisikletçilerinden biri olarak dünya bisiklet tarihine adını altın harflerle yazdıracaktı. Ama o kolay olanı değil, zor olanı seçti. Büyük bedeller ödemeyi de göze alarak Türklerin hür yaşadığı ülkemize iltica etti. 

Bu hayat hikâyesinin devamını Mehmet Büyükarı'nın kaleme aldığı Son Rampa adlı kitabından okumalısınız. Zira o benden daha akıcı ve daha etkileyici bir biçimde anlatıyor Ali Hüryılmaz'ın hayat hikâyesini. Ali Hüryılmaz kimdir, neler yapmıştır, Türk bisiklet sporuna nasıl hizmet etmiştir, ülkemizde bu sporu geliştirmek için kimlere karşı hangi mücadeleleri vermiştir, niçin ötekileştirilmiştir, hangi sebeplerden ötürü en formda olduğu dönemde bisiklet sporunu bırakmak zorunda kalmıştır? Hepsinin cevabı bu anıtsal kitapta! Bu kitabı okumadan yarış koşmaya kalkmayın. Pişman olursunuz. Bu kitabı okumadan ortamlarda bisiklet sporu yapıyorum demeyin, Ali Hüryılmaz adını bilmediğiniz için rezil rüsva olursunuz.

Öyle elinizde kahveyle çayla falan okunacak bir kitap değil bu. 160 sayfa nerede başlıyor nerede bitiyor bilemiyorsunuz. Bisikletçi yaşam öyküsü müdür, soğuk savaş polisiye romanı mıdır, yoksa çoksatar tarzı bir gerilim hikâyesi midir anlayamıyorsunuz. İlk okumanızda elinize aldığınız kahve ya da çay bir yudum dahi alamadan bardakta soğuyacak. İlk okumada yanınıza bunları alıp da israf etmeyin, tavsiye etmiyorum. İkinci okumanızda ise elinize bir kalem alıp önemli yerlerin altının çizilmesi gerektiğini anlıyorsunuz. Ali Hüryılmaz'ın not defterine kaydettiği parçalar her bisiklet sporcusunun hayat mottosu yapabileceği ilkeler içeriyor. İkinci okumada durup düşünüyorsunuz, sorgulamaya, eleştirmeye, çarpık olanın yerine daha iyisini koymaya yönelik yapıcı fikirler üretmeye başlıyorsunuz. Bu kitabı okurken bisiklet sporunun geçmişi ve geleceği üzerine düşünmek zorunda kalıyorsunuz. Kitap içeriğiyle, yazar ise üslubuyla sizi bunun üzerine düşünmek zorunda bırakıyor zira!

Türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz. Ali Hüryılmaz'ın yaşam öyküsünde bunun bir kere daha kanıtlanmış olduğunu görüyoruz ve kahroluyoruz. Ülkemizin harcanmış yetenekler ülkesi olmaktan çıkacağı günleri hasretle bekliyoruz. Bu bekleyiş edilgen bir bekleyiş değil, olmamalı! Ali Hüryılmaz gibi yanlışa yanlış diyebilenlerin yaşam öyküsünden ibret almalıyız. Susarak değil, onurumuzla savaşarak mücadele etmeliyiz. Bisiklet sporunu ayaklar altına alanlara karşı bu sporu yüceltmek için mücadele ederken, azmimizi ve kararlılığımızı Ali Hüryılmaz gibi Türk bisikletinin efsane kişiliklerinin yaşam öyküsünden almalıyız. 

Bugün ülkemizde 1000 kişi ile gran fondolar koşuluyor. Bu veri, bisiklet sporunun ülkemizde ulaştığı gelişmişlik düzeyinin bir göstergesi olarak sunuluyor bizlere. Bisiklet sporuyla ilgili paylaşımlar yapılan sosyal medya grupları on binlerce kişiye ulaşıyor. Böyle bir "gelişmişlik ortamında" bisiklet sporuyla ilgili bir kitabın bir yılda en az iki baskı tazelemesi gerekir. Bekleyip göreceğiz. Mehmet Büyükarı'nın Son Rampa adlı romanı ikinci baskısını ne zaman görebilecek? Benim pek umudum yok; ama bütün samimiyetimle söylüyorum ki bu öngörümde yanılmak istiyorum. İnşallah, bisiklet camiası denen her neyse artık, bu kitaba gerektiği ilgiyi gösterir. Ali Hüryılmaz ile aynı kaderi paylaşan Naim Süleymanoğlu'nun filmi milyonlarca kişi tarafından izlendi. Ali Hüryılmaz kitabı da binlerce kişi tarafından okunur diye umuyorum. Ummak istiyorum. En azından bisiklet sporuna başlamaya niyet eden genç çocuklar okusa yeter. Nasıl bir geleceksizlik ile karşı karşıya kalacaklarını bu kitaptan öğrenerek bu spora başlamış olurlar. Yok yok, gençler kesinlikle okumasın bu kitabı. Ali Hüryılmaz geleneğinden nasiplendikleri için birilerinin gözüne batarlar, sonra usulsüz ve haksız disiplin cezalarıyla terbiye edilirler. Gizli gizli okusunlar. Okuyup da çaktırmasınlar.

Ali Hüryılmaz yaşıyor. Siz "Öldü de kurtulduk bu aykırı sesten." diye düşünüyor olsanız da yaşamaya devam edecek. Onun hatırasına saygı gösteren vefalı bisikletçiler tarafından adı ve mücadelesi gelecek kuşaklara bir ibret hikâyesi olarak aktarılmaya devam edecek. Vefa'nın sadece bir semt adı olmadığını kanıtlayan, bu toprağın yetiştirdiği soylu onurlu bisiklet adamlarının çabasıyla Ali Hüryılmaz adı unutulmayacak. Çünkü tarihi silemezsiniz, çünkü tarih kâğıt ve kalemle değil; kan, ter, gözyaşı ve mücadele ile yazılır. Ali Hüryılmaz'ın hayat hikâyesinden öğrendiğimiz sarih gerçek budur. Bizden sonraki kuşaklara akatacağımız mücadeleci geçmiş de bu olacaktır.

Emeğine sağlık Mehmet Büyükarı! Yüreğine sağlık vefalı yoldaş Mehmet Gönenç! İyi ki varsınız. Vefa'nın bir semt adı olmadığını kanıtladığınız için sizlere sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Ali Hüryılmaz'a ne mutlu ki sizin gibi dostlar biriktirebilmiş. Ne diyor Ömer Hayyam? "Dost ile içilen şarap helâldir / Puşt ile içilen su bile haram!"   

27 Haziran 2020 Cumartesi

LEONARD RODGERS!!! TEK BACAK, TEK VİTES, SIFIR FREN; AMA KOCAMAN BİR YÜREK!!!

Kimi bisiklete binmeye ikna etmeye çalışsak hep aynı hikâye ile karşılaşıyoruz. Ben yapamam. Neden diye soruyoruz. Çok zor diye yanıt alıyoruz. Bedeninin spor yapmaya uygun olmadığını söyleyenler de çıkıyor hep karşımıza. Bahaneler üstüne bahaneler icat ederek bisikletli bir yaşamdan uzak durmak için bin dereden su getiren bu arkadaşlarımızla uğraşmaktan bıktık. Onları bisikletli yaşama ikna etmek için ortaya koyduğumuz her argümana karşı bir antitez üretmeyi başarabildikleri için kendilerini kutluyorum. Başka bir şey gelmez elimden. Normal bisikleti bir yana bırakalım, birilerini fixed geara ikna edebilmek için çekeceğimiz sıkıntıları bir düşünün derim. İnsanları daha frenli-vitesli bir bisikleti kullanmaya ikna edememişken onları frensiz-vitessiz bir fixed geara nasıl ikna edebiliriz ki? Hayal bile değil!

Bu yazıyı onlara farklı bir bakış açısı sunmak için yazıyorum. Bedenlerini nasıl harcadıklarını, yaşamlarını nasıl tekdüzeleştirdiklerini görmeleri için onlara aykırı bir yaşamdan örnekler sunacağım. Doğanın onlara vediği, her uzvuyla parçalanamaz bir bütün oluşturan, insanı hayret içinde bırakan bir uyumla tasarlanmış insanın bedeninden söz ediyorum burada. O kusursuz uyum abidesi bedende bir parçanın yerinde olmadığını hayal edin ve bu eksik parçalı beden de sizin bedeniniz olsun. Empati kurmak o kadar da zor olmamalı ama değil mi? Ölürken son sözlerim "Empati, biraz empati!" olacak muhtemelen. Çocukluğum boyunca bana başka çocukları örnek göstererek benim başarısızlıklarımı yüzüme vuran sevgili ebeveynlerimi burada saygıyla anıyorum. Bir insanı başka bir insana örnek olarak göstermekten bu yüzden nefret ediyorum; ama bunu bu yazımda yapacağım. Affedin beni sevgili dostlarım.

Bu blogda da okuduğunuz "Bisiklete Binerken Terliyorum. Ne yapayım?" adlı yazımı aynı zamanda Bisikletforum'da da yayınladım. O yazımın altına yapılan yorumlardan birinde Berk Evren adlı bir forum kullanıcısı tarafından ilginç bir YouTube videosu paylaşıldı. O videoda hayat hikâyesi anlatılan fixieci dostumuzu ben de bu paylaşım sayesinde tanıdım. Kendisini tanımama vesile olduğu için Berk Bey'e buradan da teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Videoda tanıtılan kişi normal bir fixieci olsaydı geçip giderdim. Ama o öyle bir fixieci ki, fixed gear hakkındaki tüm önyargıları yıkabilecek güçte bir insan. Hakkında uzun uzun yazılmayı bu yüzden hak ediyor.

Leonard Rodgers, nâm-ı diğer Leo Rodgers-(Burada bir aslan vurgusu var sayın seyirciler) bir çılgın fixieci. Normal bir insanda iki adet olan bacak adlı uzuvdan kendisinde bir adet var. Kısaca tek bacakla fixiesini sürüyor. Hikâye burada bitmedi. Tek bacakla frensiz bir fixie sürüyor. Zira her çılgın fixieci gibi fixieye fren takılmayacağını biliyor. Fixiede vitesin olmadığını siz zaten biliyorsunuz. Bilmiyorsanız şimdi öğrendiniz. Tek bacakla vitessiz bir bisiklet sürüyor Leo! Şimdi denklemi toparlayalım. Bu koca yürekli insan, tek bacakla frensiz ve vitessiz bir fixed gearı kullanabiliyor. Ve hâlâ hayatta! Tek bacakla frensiz bir fixieye bindiği için ölmedi, kalbimizde değil gerçek hayatta kanlı canlı bir biçimde yaşıyor. Bitti mi? Bitmedi.

Leo Rodgers, kendisine özel olarak tasarlanmış bir fixed gear bisikletle velodromda yapılan pist bisikleti yarışlarına katılıyor. (Aynakolun sadece bir tarafı var, diğer kol ağırlıktan tasarruf etmek için çıkarılmış, siz ne sandınız? Geriye kalan parçalar normal bir fixed gear ile aynı. ) Kalabalık fixieci gruplarıyla uzun ve çılgın turlara çıkıyor. Tek bacakla sürdüğü fixiesi ile yokuş tırmanıyor. O da bir şey mi, tek bacakla kullandığı frensiz bir fixie ile yokuş iniyor. Gravel bisikleti ile dağlarda tepelerde dolaşıyor. Bir bisiklet dükkânı var. Geçimini kimseye muhtaç olmadan buradan kazandığı para ile sağlıyor. Her çeşit bisikleti burada A'dan Z'ye tamir ediyor, bakım yapıyor. Bu saydıklarımın tamamını kimseden destek almadan kendi başına yapabiliyor. Tek bacakla yürümek teknik olarak mümkün olmadığı için bisiklete binmediği zamanlarda günlük ihtiyaçlarını karşılamak için koltuk değneklerini kullanıyor.

Bisikletle ilgili her alanda sosyal sorumluluk projelerine katılıyor, destek veriyor. Dünyanın en ünlü bisiklet dergilerine kapak olacak düzeyde büyük işler yapıyor. Bisiklet dergilerinde kaçımızın yaşam öyküsü kapak oldu ya da olabilir? Bizim bisikletli yaşamlarımızın kaçı manşete taşınabilir? Binlerce takipçiye sahip sosyal medya kanalları tarafından kendisine mikrofon uzatılıyor. Çünkü yaşam öyküsü sosyal medyayı etkin kullanan gençler için saygı duyulası bir örnek! Ana akım medyada onlarca kez yaşam öyküsü ile haberlere çıkıyor. Engelli bireylerin toplumsal yaşama katılması konusundaki her çabaya yaşam öyküsü ile örnek oluyor. Milyonlarca engellisini çeşitli imkânsızlıklar dolayısıyla eve hapsetmek zorunda kalan bir ülke için de yaşam mücadelesi ile örnek olmaya devam ediyor. Oysa bir bisiklet bile herhangi bir engelli bireyin yaşamında ne kadar büyük değişiklikler yaratabilir. Bunu Leo Rodgers'in yaşam öyküsünden öğrendik. 

Başka ülkelerde insanlar yoksunluklarını aşarak bisikletli bir yaşamın kapılarını aralıyor. Biz de ülkemizdeki sapasağlam insanları bisikletli ulaşıma ikna etmek için çabalayıp duruyoruz. İşe bisikletle gidiniz diyoruz; ama terliyorum diye yanıt alıyoruz. Günlük hayatta kısa mesafeli ulaşım ihtiyaçlarınızı bisikletle karşılayın, en azından ekmek almaya giderken bisiklete binin diyoruz; yoruluyoruz diyorlar bize. Fixed gear kullanmalarını bir kenara bırakalım normal bir bisiklet sahibi olup onu günlük hayatta etkin olarak kullanmalarına bile razı olacağız. Ama yok! Şevk bitmiş. Hayata dair bir beklentisi kalmamış insanlarla muhatap oluyoruz. Toplu taşıma araçlarının içinde üst üste alt alta seyehat etmek çok konforlu bir şeymiş gibi bisikleti hor görüyorlar.

Hayat insanın önüne çok büyük engeller çıkarabilir. Bir gün önce yerinde olan kolunuz bir gün sonra yerinde olmayabilir, bir gün önce üzerinde yükseldiğiniz bacağınızı bugün yaşayacağınız bir kaza sonucu kaybedebilirsiniz. Başınıza her şey gelebilir; ama hayat her şeye rağmen devam edecek. Siz nefes almaya devam ettikçe yaşam da akıp gidecek. Büyük bir felaket sonucunda bedensel bütünlüğünüzü yitirdiğiniz zaman umudunuzu yitirmeden hayata bağlı kalmayı nasıl başarabilirsiniz? Ne kadar zor bir soru, değil mi? Bedenimizin her yerinin sapasağlam olmasına rağmen bisiklete binmemenin bahanesi olamaz. Tek bacakla harikalar yaratan bir insan varsa, bisikletli bir yaşam tek bacakla yapılabiliyorsa iki bacakla daha kolay yapılabilir. Bacaklarınız henüz yerli yerindeyken onları onurlandırın. Bisiklet kullanın, belki ileride kullanamayacaksınız. Nereden bilebilirsiniz ki?

Yürüyebiliyorken yürüyün, koşabiliyorken koşun, bisiklete binebiliyorken binin! Hayatta başınıza ne gelirse gelsin, bisikletten asla vazgeçmeyin! Leonard Rodgers, asla vazgeçmedi, umutsuzluğa kapılmadı, kendi bedeninin sınırlarını bilerek kendi hayatına renk katan akılcı ve bilimsel bir bisikletli yaşam inşa etmeyi başarabildi. Kendisini ayakta alkışlamak dışında elimizden bir şey gelmiyor. Leo Rodgers adını zihninizin bir köşesine altın harflerle yazın. Kim size bisiklet süremeyeceğini söylerse onun hayat hikâyesini örnek gösterin.

Kaynaklar 

1. https://youtu.be/GtpsevprnoA
2.https://www.bicycling.com/culture/a32346213/leo-rodgers-amputee-cyclist/
3. https://tampamagazines.com/tampa-confidential-leo-rodgers/

17 Haziran 2020 Çarşamba

BİSİKLET YOLLARI ÜZERİNE... VOL 1

İNSANLAR BİSİKLETE BİNDİĞİ İÇİN Mİ BİSİKLET YOLU YAPILIR; YOKSA BİSİKLET YOLU YAPILDIĞI İÇİN Mİ İNSANLAR BİSİKLETE BİNER?

Tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan paradoksunun bundan daha karmaşık olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu "insanlar bisiklete bindiği için mi bisiklet yolu yapılır; yoksa bisiklet yolu yapıldığı için mi insanlar bisiklete biner" paradoksu bisikletçiler arasında ciddi bir tartışma konusudur. Bisikletle uzaktan yakından alakası olmayan insanların çok da salladığı bir paradoks değil; fakat bisikletçilerin üye olduğu forumlarda ve sosyal medya gruplarında bu konu hakkında saç baş yolduracak kadar şiddetli tartışmalar yapılıyor. Bir grup, bisiklet yolları yapılırsa şehirlerde bisiklet kullanan insanların sayısının doğal olarak artacağını savunuyor. Bir şehirde bağlantı noktaları güvenli bir biçimde tasarlanmış, toplu taşımaya entegre bisiklet yolları yapılırsa o şehirde bisiklet kullanan insan sayısının artacağı tezini savunuyorlar. İnsanlar trafikte bisiklet sürerken kendilerini güvende hissetmiyor, bu yüzden de trafikte bisiklet kullanmıyor, bölünmüş güvenli bisiklet yolları yapılırsa daha fazla insan ulaşım için bisiklet sürmeye başlar diyorlar. İnsanlar kendilerini bisiklet yollarında güvende hissederse onları gören daha fazla insan bisiklet kullanmaya başlayacaktır ön kabulünden hareketle tezlerini geliştiriyorlar.

Diğer grup ise insanlar yoğun bir biçimde bisiklet kullanmaya başlarsa bisiklet yollarının kendiliğinden yapılacağını savunuyor. Ne kadar çok insanı bisikletli bir yaşam konusunda ikna edip saflarımıza kazanırsak o kadar güçlü oluruz. Bisiklet yolları olmadan bisiklet kullanmaya ikna ettiğimiz kitlelerle politik bir baskı mekanizması oluşturabiliriz. Böylece yerel yönetimlerden başlayarak merkezi idareye politik baskı uygulayacak bir kitlesel çoğunluk elde edebiliriz. Bu çoğunluğa ulaştıktan sonra yerel ya da merkezi iktidarlara baskı uygulama gereği duymadan dahi bisiklet yollarını kazanabiliriz. Ülkemizin her neresinde olursa olsun, her sabah binlerce insanın işe bisikletle gittiği bir şehirde, o şehrin yönetiminden sorumlu olanlar doğal olarak bisiklet yolları yapmak zorunda kalacaklardır. Zira modern insanın icat ettiği saçmalıklardan biri olarak liberal demokratik düzen bunu gerektiriyor. Binlerce bisiklet kullanıcısı aynı zamanda da seçmendir. Onların oyunu almak istiyorsan onlara hizmet götürmek zorundasın. Politik bilinç sahibi her seçmen kendi kişisel çıkarlarına hizmet eden politik öznelere destek verir. Yerel politikadaki politik tercihler ile ulusal politikadaki tercihler farklı olabilir. Yerel politikada bisikletli yaşamı inşa edecek kapasite ve kalitede bir adaya kendi görüşünüze uygun bir partiden olmasa bile oy verebilirsiniz. Modern insan, kişisel çıkarlarıyla en çok örtüşen adaya oy verir. Modern insanın ekonomik tercihleri politik tercihlerini belirler. İnsanlar bisiklet kullandığı için bisiklet yolları yapılır tezinin temel dayanak noktası kentsel yatırımların bir ihtiyaçtan kaynaklanması gerektiği ön kabulüdür. Bisiklet yollarını bir ihtiyaç haline getirecek oranda çok sayıda insan şehirlerde bisiklet kullanmaya başlarsa doğal olarak bu ihtiyacı karşılamak için bisiklet yolları yapılacaktır.

İki gurubun da haklı gerekçeleri olduğunu kabul etmek gerekiyor. Fakat bu noktada ülkemizdeki bisiklet yolu pratiklerinden öğrendiğimiz şeylerden hareketle bir teori inşa etmek zorundayız. Bisiklet yolları şu aralar yapılan "pop up bisiklet yolları" ile gündem olmasına rağmen ülkemizde bisiklet yolu yapma pratiğinin ilk örnekleri bunlar değil. Önceki örneklerden uygulaması yapılan ve başarı elde eden yol örnekleri var. Yahut yapıldıktan sonra ortadan kaldırılan bisiklet yolu örnekleri de var. Hepsini incelediğimizde şunu görüyoruz ki bir ihtiyaç dolayısıyla yapılan bisiklet yolları kalıcılığı yakalıyor. Bir ihtiyaçtan doğmayan, çeşitli sivil toplum örgütlerinin baskılarıyla yapılan bisiklet yollarının ömrü kısa oluyor, yapıldıkları hızla yok olup gidiyorlar. Tasarlamak kolaydır; ama yapılan tasarımın gerçekleştirilebilir olması daha önemlidir. Ben de şehir haritasını önüme alıp şuraya buraya bisiklet yolu tasarlarım; ancak bu yollar insanların ihtiyaçlarına yanıt vermezse, yani teori gerçek hayatın nesnel gerçekliğinde sınanarak onanmazsa bunlar soyut hayaller, kişisel fanteziler olarak kalacaktır. Gerçek hayat bizim kişisel fantezilerimize göre şekillenmez. Gerçek hayat zorunluluklar üzerine kuruludur. 5 milyon insanın yaşadığı bir şehirde 250 kişi bisiklet kullanıyor diye bisiklet yolu yapılamaz. Yapılırsa bu yol süreklilik kazanamaz, kalıcı olamaz. Aynı şehirde 1 milyon insan ulaşımını bisikletle yapmaya başlarsa bisiklet yolları bir zorunluluk haline gelecektir. Yerel ve merkezi iktidar bu kadar büyük bir kitlenin ihtiyacını görmezden gelemeyecektir.

Sahil kenarına yapılan bisiklet yollarında kalıcılığın sağlandığını görüyoruz. Şehir içinde çıkar çatışması yaşanan alanların çok olduğu (semt sakinleri, esnaf) noktalarda yapılan bisiklet yollarının ise kalıcı olamadığını görüyoruz. Çünkü insanlar hafta sonlarında -hatta hafta içinde bile- sahillerdeki bisiklet yollarını etkin biçimde kullanıyorlar. Şehir içindeki yolları ise kullanmıyorlar. Deniz kenarında trafik gürültüsünden uzak bir ortamda bisiklet sürerek spor yapmaktan zevk alıyorlar, zevkli geldiği için de sık sık kullanıyorlar. Aklı başında her insan doğal bir ortamda spor yapmak ister. Ben şehir içi rotalarımda bile trafiğin az ağacın bol olduğu rotaları tercih ediyorum, yolumu uzatmak zorunda kalsam bile... Deniz kenarındaki bisiklet yollarını kullanan insanlarımız da tam olarak bu yüzden o yolları tercih ediyorlar. O yolda bisikletlerini sürüp spor yapıyorlar, turdan sonra bir kafeye oturup yiyip içiyorlar (esnaf bisikletçiden para kazanıyor), doya doya denizi seyredip ferahlıyorlar. Bütün bu nedenler de oradaki bisiklet yolunu insanlar için cazip kılıyor. Bu cazibe merkezi de bisiklet yolunun kullanım oranını arttırıyor. Bu bisiklet yolu kullanıcıları, çoğunlukla bisikleti spor amaçlı bir hafta sonu etkinliği olarak kullanan insanlar. Aralarında ulaşım amaçlı bisiklet yolu kullanan kimseler de var tabii. Fakat bir şehirde kaç kişinin işi sahildeki bu bisiklet yollarının üzerinde olabilir ki? Doğal olarak çok az. Peki, ulaşım amaçlı olarak bisiklet kullanacak bireyler için ne yapabiliriz. Onları bisikletli yaşama nasıl kazanabiliriz? Asıl yanıt aranması gereken soruların bunlar olduğuna inanıyorum.

Şehir içinde ulaşımı sağlamak amacıyla sivil toplum kuruluşlarının baskısı ile yapılan bisiklet yolları var. Bu yollar yukarıda açıkladığımız birinci teze göre yapılıyor. Yani bir bölgede güvenli bisiklet yolu olursa bisiklet kullanımı da artar tezine göre hareket eden bisiklet sivil toplum kuruluşları belediyelere baskı yapıyor ve bu bölgelerde bisiklet yollarının yapılmasını sağlıyor. Yapılan yollar geniş halk kitleleri tarafından desteklenmeyen sivil toplum kuruluşları veya derneklerin arzusuyla inşa edildiği ve toplumsal bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığı için de kullanılmıyor. İnsanlar bu yolları ulaşım amaçlı olarak kullanmıyorlar. Bomboş bisiklet yolları da bölge halkında tepki uyandırıyor. Bisiklet sivil toplum kuruluşları geniş halk kitlelerini örgütleyebilen bir yapıda olsalar, sözgelimi yapılan yolu her gün binlerce bisikletlinin kullanmasını sağlayacak kadar geniş bir halk tabanına dayansalar bu yollar kalıcılığı yakalayacak; ancak bisiklet sivil toplum kuruluşları böyle geniş bir halk tabanına sahip değiller. Bir sonraki dönem belediyeyi devralan siyasi irade tarafından bu yolların kolayca yok edildiğini görüyoruz. Bu yollar bir türlü kalıcı olamıyor; çünkü yapılan yollar geniş halk kitleleri tarafından kullanılmıyor. Bölgedeki semt sakinlerinin ve esnafın baskısı ile yok ediliyorlar. İşin ilginç kısmı şurası ki semt sakinlerinin ya da esnafın baskısı ile yok edilen sahil bisiklet yolu neredeyse yok gibi. Çünkü bu yollar etkin bir biçimde insanlar tarafından kullanılıyor. Oraya ayrı bir bisiklet yolu yapmasanız bile insanlar o bölgedeki kaldırımda bisiklet süreceklerdir. Şöyle bir anagram yapalım: Bir gece İzmir-Kordon'daki bisiklet yolu belediye tarafından yok edilse ve yerine kilit taşı döşeli bir kaldırım tarzında yürüyüş yolu yapılsa bile insanlar orada bisiklet kullanmaya devam edecektir. O bölgedeki bisiklet yolunu kaldırarak insanların orada bisiklet kullanmasını engelleyemezsiniz. Ciddi para cezaları içeren caydırıcı yasaklar getireceksiniz ki insanlar orada bisiklet kullanmaktan vazgeçsin.

Bir yerde bisiklet kullanmak kitlesel bir ihtiyaç haline gelmişse, iktidar sahipleri hangi yasağı koyarsa koysun, orada insanların bisiklet kullanmasına engel olamayacaklardır. Bisikleti insanlar için bir ihtiyaç haline getirecek kitlesel propaganda araçlarını etkin bir biçimde kullanmak zorundasınız. Kitleleri bisikletli yaşama kazanmayı başarabilirseniz, o kitlelerin oyunu almak isteyen politikacılar da bu realiteye duyarsız kalamayacaktır. Bir yere bisiklet yolu yaptırmak kadar kolay bir şey yok. Onu anladık. Birkaç dernek, kalabalık üye sayısına sahip birkaç sosyal medya grubu buna yetebiliyor. Asıl sorun yapılan bisiklet yolunu bisiklet süren insanlarla doldurmayı başarabilmektir. Onu başarabildiğimiz zaman bisiklet yolları kalıcılığı yakalayacak ve kent kültürünün bir parçası haline gelebilecektir. Politik bir eylemde başarının altın anahtarı kitleselleşmedir, bisikletli bir yaşama yönelik kentsel dönüşünü sağlamak da devrimci bir politik eylemdir, o halde geniş halk kitlelerini bisikletli yaşamın saflarına kazanmak zorundayız. Bisiklet şehri olma talebi geniş halk kitleleri tarafından dillendirilmeye başladığı zaman dönüşümün vakti gelmiş demektir. Bir şehirde yaşayan insanların ezici çoğunluğu bisikletli ulaşımın saflarında örgütlenmişse onların haklı taleplerinin önünde hiçbir lobi duramaz.

Sonuç olarak yazının başında sizlere sunduğum paradoksa benim verebileceğim yanıt şu olacak: İnsanlar bisiklete bindiği için bisiklet yolları yapılır; bisiklet yolu yapıldığı için insanlar bisiklete binmeye başlamaz!

14 Haziran 2020 Pazar

BİSİKLETE BİNERKEN TERLİYORUM!!! NE YAPAYIM?

Günlük ulaşım ihtiyacını bisikletle karşılamak isteyen insanları düşündüren en önemli sorun terlemedir. Herkes işe bisikletle gitmek ister ancak hiç kimse terli bir biçimde de akşama kadar çalışmak istemez. Şehirlerimizde bisikletli ulaşımın gelişmemesinin en önemli sebeplerinden biri terlemedir. Şehirlerimizde yeterli miktarda bisiklet yollarının olmaması ya da trafikte karşımıza çıkması muhtemel tehlikeler bisikletli ulaşımın gelişmesine terleme sorunu kadar engel teşkil etmiyor.

İşe bisikletle gidip gelmelerini tavsiye ettiğim normal insanların tamamının terleme konusunda büyük endişeler taşıdığını görüyorum. İşe bisikletle gidip gelen anormal bir insan olan bana ilk sordukları soru "Terlemiyor musun?" oluyor. İşe bisikletle gitmeme konusunda ortaya attıkları ilk bahane de yine "terleme" oluyor. Konuştuğum herkes bir şekilde işe bisikletle gitmek istiyor; ancak hiç kimse terlemek istemiyor. Anlayamadığım bir nokta var burada: İnsanların hayvan gibi otobüslere-metrolara doldurulduğu toplu taşıma araçlarında da terliyorlar ama bunu hiç dert etmiyorlar. Fazla benzin yakmasın diye klimasını açmadan kullandıkları otomobillerinde bir türlü açılıp da akmayan trafiğe karşı sinir krizleri geçirip ağız dolusu söverek işe gidip gelirken de terliyorlar; ama bunu da hiç dert etmiyorlar.

Yaklaşık olarak 5 yıldır işe bisikletle gidip geliyorum. Her gün terliyorum. Ama hiç kokmuyorum. Peki, bunu nasıl başarıyorum. Yıllardır işe bisikletle gidip gelen biri olarak bu konuda kendi yaşamsal pratiğimden elde ettiğim çözüm yollarını size sunmak istiyorum. Bu çözüm yollarını uygulayıp uygulamamanızı ise pek önemsemiyorum. Zira ben hâlimden memnunum. Bu yöntemler beni temiz tutmaya yetiyor. Sizi de temiz tutmaya yetebilir diye düşünüyorum. Benden önermesi. Uygulayıp uygulamamak size kalmış. Hatta sizlerin de terlememe konusunda yahut terledikten sonra kokmama konusunda birtakım pratik yöntemleriniz vardır mutlaka. Benim önerilerimden farklı yöntemleriniz varsa siz de yorumlarda bunlardan söz edebilirsiniz. Ben de sizin yaşamsal pratiğinizden farklı bir şeyler öğrenebilirim diye düşünüyorum.

Öncelikle terleme nedir, insan neden terler oradan başlayalım. Vücut ısımızı sabitlemek için ter bezlerinin sıvı üretmesi olayına terleme diyoruz. Bu açıdan bakarsak, vücudun soğutma sistemi terlemedir. Otomobillerde radyatörün yaptığı işi vücudumuz açısından terleme yerine getiriyor. Artan vücut ısısını düşürmek ve sabitlemek için ter bezleri sıvı üretir ve bu sıvıyı deri aracılığıyla dışarı atar. Bu sıvı kirli bir sıvı değildir. Bilinenin aksine ter kokmaz. Terin kendi kokusu yoktur. Koku, terli bölgenin ıslak kalması sonucunda o bölgede üreyen mikroorganizmaların ürünüdür. Yani kokan şey sizin teriniz değildir, terledikten sonra kurulanmayan vücutta türeyen bakterilerdir.

Herhangi bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkmıyor ise terleme gayet sağlıklı ve doğal bir süreç. Bir vücudun ısınınca terlemesi gayet doğal ve sağlıklı bir durum. Sözgelimi koşunca terlerseniz bunu pek dert etmeyin, terlemiyorsanız işte o zaman sorun büyük. Terlediğiniz için suçluluk duymayın, bu çok saçma bir şey. Yemek yemeye ihtiyaç duyduğunuz için suçluluk duyuyor musunuz? Yahut tuvalete gittiğiniz için? Peki, gaz çıkardığınız için? Ya da sevdiğiniz biriyle seviştiğiniz için suçluluk duyuyor musunuz siz?

Bunların tamamı bedeninizin temel işleyiş mekanizmasının yâni doğasının bir ürünü. Bunları yaptığımız için utanç duyamayız. Ancak bunları yapmanın belli toplumsal kuralları var. Ortalık yere dışkılamaya çalışamazsınız, toplum içinde gaz çıkaramazsınız, açık alanlarda sevişemezsiniz, yemek yemeye ayrılmış mekânlar dışında yemek yiyemezsiniz. Bunlar çok büyük kabalık, değil mi? Terlemek de vücudumuzun doğal bir sürecidir; ama terledikten sonra temizlenmediğimiz için ortaya çıkan kokuya çevremizdeki insanları katlanmak zorunda bırakmak çok büyük bir kabalıktır.

Terledikten sonra kokmak istemiyorsanız terledikten sonra yıkanmalı yahut bir şekilde vücudunuzu kurulamalısınız. Koku yaratan bakterilerin üremesine imkân sağlayan ıslaklığı yok ederek kokuya engel olabilirsiniz. Ben işe bisikletle gidip terledikten sonra kokmamak için şu yöntemleri kullanıyorum. Belki sizin de işinize yarar.

1. Her gün sabah bir, akşam bir yıkanırım. Yaz kış bu düzende bir değişiklik olmaz. Gün içinde bisiklet sürüp terlesem de kokunun oluşumuna imkân vermeden yıkanmış olurum.

2. Bir gün giydiğim iç çamaşırını asla ama asla ertesi gün giymem. Her gün düzenli olarak iç çamaşırlarımı değiştiriyorum. Gün içinde terlemeyle ıslanmış olsalar da ertesi gün aynı çamaşırları kullanmadığım için koku üretemiyorlar. 

3. Sabah iş yerine gittiğimde değiştirmek üzere bir adet iç çamaşırı takımını bisiklet çantama akşamdan yerleştiriyorum. Çantam su geçirmez olmasına rağmen yine de çamaşırları iyice katlayıp kilitli buz dolabı poşetinin içine yerleştiriyorum.

4. Başka bir poşete de küçük bir havlu koyup akşamdan çantama yerleştiriyorum. Ertesi gün iş yerine gittiğimde çok terlemişsem iş yerimin tuvaletinde havlu ile vücudumu iyice kuruladıktan sonra iç çamaşırlarımı değiştiriyorum.

5. Böylece duş almadığım hâlde iş yerimde kuru ve temiz kalmayı başarabiliyorum. Sabah iş yerime bisikletle giderken terlemiş olmama rağmen kendimi kuruladıktan sonra iç çamaşırlarımı değiştirdiğim için akşama kadar kuru bir şekilde işimi yapabiliyorum. Kimsenin ruhu duymuyor. Tuvalete çantayla girip çantayla çıkmam dışında dikkat çekecek bir davranış yok. 007 Bisikletçi James Bond iş başında!

6. Akşam işten çıkıp eve bisikletle dönüyorum. Genelde yolu uzatarak eve dönüyorum ve doğal olarak daha çok terliyorum. Eve girer girmez ilk işim banyoya gidip yıkanmak oluyor. Tabiî ki yıkadıktan sonra temiz çamaşırlar giyiyorum. Terli çamaşırları makineye atıyorum.

Gördüğünüz gibi herkesin bildiği temel temizlik kuralları dışında mucizevi şeyler yaparak terleme ve onun sonucu olan kokudan kurtulmuyorum. Kişisel bakım ve temizliğime dikkat etmenin dışında yaptığım tek şey iş yerime her gün bir takım iç çamaşırı götürmek ve onu iş yerimde buna müsait bir alanda değiştirmek oluyor. Öyle kimsenin bilmediği bir numarası yok yâni. Atomu parçalamaktan kolay! Ter kokusunu perdelemek için parfüm yahut terlemeyi engellemek için deodorant gibi doğal olmayan kimyasal maddeleri kesinlikle vücuduma sürmüyorum. Çünkü benim vücudum kâr amaçlı kimya şirketlerinin pazar alanı falan değil. Benim vücudum benim kararım!!!

Günlük rutin hâline getirilen birtakım yaşamsal ilkeler sayesinde bisiklet sürerken de temiz ve kuru kalabiliyorsunuz. Bahaneler icat etmeden, bizi esir alan ve işlevsel olmayan yanlış günlük rutinlerimizden kurtularak terlemeye çözüm bulabiliyoruz. Basit birtakım ilkesel değişiklikler ile işe bisikletle gidip gelirken bile ter kokmuyor, temiz ve kuru kalmayı başarabiliyoruz. İşin tek olumsuz yanı evdeki çamaşır makinenizi birazcık yoruyorsunuz. Ama işe bisikletle gidip gelerek elde ettiğiniz kazanımların yanında makinenin fazla çalışmasının lafı mı olur allasen?

Bu önerilere bile "İş yerimde çamaşır değiştirebileceğim bir yer yok!" bahanesini ileri sürerek kendi uyuşukluğuna kılıf ayarlamaya çalışanlara söylenecek bir sözümüz yok. Onların hayatta karşılaştıkları her soruna uygun birer bahaneleri vardır zaten. Uyuşukluk karakterleri olmuş. Onlara ne deseniz kâr etmez. Onları bisikletli bir yaşama ikna etmenin imkânı kalmamıştır. İğrenç toplu taşıma araçlarında kan ter içinde işe gidip gelmek onların hak ettikleri bir yaşam tarzı. Ellemeyin. Çeksinler.

(Burada sağlık sorunları yüzünden bisiklet binemeyecek durumda olan insanlar için bir parantez açmak istiyorum. Onlar tabii ki toplu taşıma araçlarını kullanacaklar; çünkü kullanmak zorundalar. Umuyorum ki en kısa zamanda bisiklet sürebilecek kadar sağlıklı olurlar ve onları da bisikletli yaşamda aramızda görebiliriz. Ekonomik durumu yüzünden bir bisiklet sahibi olamayanları da bu konuda ayırıyorum. Onlar da toplu taşımaya mecbur edilen insanlarımız. Yiğidin töresinde mazluma vurulmaz!) 

Hiçbir geçerli bahanesi olmadan toplu taşıma araçlarında yahut akmayan metropol trafiğinde ömür tüketenlere ne söylenebilir ki zaten? Onlar toplu taşıma araçlarında el âlemin ağız kokusunu çekerek, sıkış tepiş bir ortamda sicim sicim terleyerek işe gidip gelsinler; biz bisikletlerimiz üzerinde sadece kendi ter kokumuzu çekerek püfür püfür işe gidip gelmeye devam edeceğiz. 

Anlayana kıssadır vesselâm!

EK 1: Son kısım bazı arkadaşlar için biraz ağır ve kırıcı olmuş galiba. Kendilerine kesinlikle katılmadığımı belirterek onlara birkaç soru yöneltmek istiyorum. Ve yanıt bekliyorum. Benim toplu taşıma araçlarını kullananlar hakkındaki bazı ifadelerimi eleştirenlere soruyorum: Yani siz toplu taşıma araçlarına insanların hayvanlar gibi doluşturulmadığına mı inanıyorsunuz? Yani siz toplu taşıma araçlarında başkalarının ağız kokusunu çekmeden yolculuk yaptığınıza mı inanıyorsunuz? Yani siz yaz sıcağında klimasız araçlarda sicim sicim terlemediğınizi mi iddia ediyorsunuz? İlginç. Sizlerin aşağılama dediğiniz şeylerin tamamı nesnel gerçekliktir. Bir otobüse 120 insan kapasitesi vardır yazmak ve 120 insanı o otobüse binmeyin mecbur kılmanın kendisi aşağılamadır. Bizleri insanlık dışı toplu taşımaya mecbur ve muhtaç eden zihniyete tek kelime söylemeden o zihniyetin yarattığı ortamın sonuçlarını nesnel bir şekilde tahlil eden bir yazarı, insanları aşağılamakla suçluyorsunuz. Acaba bir kere bile kendinize sordunuz mu? Biz neden bu otobüslere-metrolara sıkış tepiş binmek zorunda bırakılıyoruz? Neden biz böyle bir toplu taşıma düzenine karşı başkaldırmıyoruz? Asıl sormanız gereken sorular bunlar. Önce bir bunu sorgulayın. Sonrasına bakacağız artık!  

27 Mayıs 2020 Çarşamba

FİXED GEAR İLE 245 KM!

FİXED GEAR İLE 245 KM!
ÇORUM - ANKARA!

Uzun mesafe dayanıklılık turlarının hazırlık aşamasındaki en önemli kısım planlamadır. Kamucu, planlamacı bir kültürden geldiğim için bu konuda hiçbir sıkıntı yaşamadım. Gayet gerçekçi bir bakış açısıyla turun zorluk katsayısını analiz ettim ve rotada kendi form düzeyime uygun birtakım planlamalar yaptım. Nerede yemek yiyeceğim, nerede telefona şarj desteği alacağım, sıvı alımlarını nasıl düzenleyeceğim? Bunların hepsini kağıt üstünde planladım. Turun gerçekleşeceği güne kadar bu planda sayısız değişiklik yaptım. Ancak ana omurgada radikal bir değişiklik olmadı. Turu yapacağım günün hava sıcaklığına, nem durumuna baktım, rüzgârın yönü ve şiddeti hakkındaki tahminleri gözden geçirdim.  

İkindiye doğru saat dörtte yola çıktım. Rüzgârı arkama alarak uzunca bir süre yol alacağımı bilmenin rahatlığıyla ortalama hızımı 30 km/s bandında sabitledim. Çorum ile Sungurlu arasındaki Koparan Yokuşu'na geldiğimde aynı tempo ile bir süre daha devam ettim. Yokuşun dik bölümünde hızım düştü. Fakat Yokuşu çıktıktan sonra Sungurlu'ya kadar iniş vardır. Bastım, gittim. Sungurlu Ocaklı Dinlenme Tesisleri'nde sağlam bir akşam yemeği yedim. Yaptığım plana göre Kırıkkale Köfteci Yusuf'a kadar bir şey yemeden yola devam edecektim.

Sungurlu ile Kırıkkale arasında kayda değer bir yokuş yoktu. Kısa iniş çıkışları olan klasik bir İç Anadolu yol profili karşımdaydı. En fazla 5 kilometrelik az eğimli kısa yokuşlar vardı. Beni fazla yormadı. Fazla yıpranmadan Kırıkkale'ye kadar geldim. Bu sırada rüzgâr yön değiştirdi. Sağ yan tarafımdan vurmaya başladı. Bisiklet üzerindeyken en sevmediğim rüzgâr yönü budur. Kafa rüzgârını bile severim ama sağ yan rüzgârdan nefret ediyorum. Sağdan vurdukça beni yolun soluna, yani ortasına doğru süpürüyor. Bu da kazalara davetiye çıkarıyor. 

Kırıkkale merkezi geçtikten yaklaşık 10 kilometre sonra Yahşihan'da Köfteci Yusuf var. Orada Elmadağ meydan okuması öncesinde karnımı iyice doyuracağım. Teoride plana göre en az iki porsiyon köfteyi mideye indirdikten sonra o kalorileri yakarak yokuşu tırmanmak vardı. Boş mide ile yokuş çıkmam. Neyse... Olmadı. Gece saat 3 gibi Köfteci Yusuf'un önüne geldim ve kapı duvar. Her şeyi planlayan büyük planlamacı Fixeci Ali Dayı, bu sefer duvara tosladı. Köfteci Yusuf kapalıydı ve en yakın dinlenme tesisi Yıldırımlar'a bir saatlik yolum vardı. Oranın da açık olup olmadığı meçhuldü. Baskı altında hızlı karar vermem gerekiyordu. Ben de verdim. Yola devam ettim. Yaklaşık olarak bir saat sonra önüne vardığım Yıldırımlar da kapalıydı. Yine de enseyi karartmadım. Şükürler olsun ki kolay pes eden bir sapiens türü değilim (!) Elmadağ yokuşu boş mide ile çıkılacaktı. 

Gözümü karartıp kendimi Elmadağ yokuşuna vurdum. Bonklamamak için her 5 dakikada bir birkaç yudum su içmeye özen göstererek, gücümü de kararında kullanarak tırmanmaya başladım. Elmadağ yokuşunu eski yoldan çıkmak zorunda kalsaydım kesinlikle benim için tur burada bitmiş olacaktı. Neyse ki yeni yol ve viyadük sayesinde eğim azaltılmış yol da kısaltılmıştı. Eskiden arabayla bile 45 dakikada çıkılan yokuşu, bisikletle yaklaşık olarak bir saatte çıkmayı başardım. Elmadağ'a birkaç kilometre kala, yol çalışması olan bölümde ışıklandırma yoktu ve benim de ışığımın pili bitmişti. Orada yoldan çıkıp orta refüje çarptım. Yokuş yukarı çıkarken hızım çok azaldığı için ciddi bir yaralanma olmadı. Birkaç çizik ile atlattım çok şükür. Bu olaydan sonra motivasyonum dibe vurdu. Son iki kilometreyi bisikletin üzerinde neredeyse yürüme hızında çıkarken pedallar ayaklarımın altında ağırlaşmaya başladı. Uzun mesafede motivasyon her şeydir. Sağlam motivasyon, boş mideyle bile Elmadağ yokuşunu size tırmandırır. 

Elmadağ yokuşunu inanılmaz bir hızla indim. Bir an önce yemek yiyebileceğim bir yere ulaşmak için ayaklarımı kalpiyelerden çıkardım. Frensiz bir fixiede intihar denemesi gibi bir şeydi. O dik yokuşu nasıl indim, nasıl hayatta kaldım, bilemiyorum. Elmadağ yokuşunu indikten hemen sonra gördüğüm ilk benzinlikte durdum. İki adet soda, birkaç bardak çay ve iki adet bisküvi ile enerjimi yerine koymaya çalıştım. Benzinlikteki pompacı arkadaşlar ile yarım saat güzel bir sohbete daldık. Bisiklet üzerine güzel bir sohbet oldu. Her uzun turcuya sorulan klasik sorulara klasik yanıtlar verdim. En çok şaşırdıkları nokta ise bisikletin frensiz olmasıydı. Bundan sonra yol Ankara'ya kadar dümdüz sayılırdı. Kaybolan enerjimi yerine koymuş, sodalarla mineral takviyesi yapmıştım. 

Saat 6 gibi buradan yola çıktım. Terimi soğuttuktan ve soğuduktan sonra yola devam ettiğim için biraz üşüdüm. Isınmak için her kısa yokuşta seleden kalkıp tempo yaparak ısınmaya çalıştım. Mamak'taki askeriyenin önüne geldiğimde ısınmaya başlamıştım. Oraya kadar ciddi seviyede üşüdüm. İç Anadolu böyledir işte. Yazın bile üşüyebilirsiniz. Tahminen iki saat sonra Aşti'de olacaktım. Turun en zor kısmı Ankara şehir içinde geçecekti. Daha önce de Ankara'da şehir içinde bisiklet sürme hatasını yapmış biri olarak bunun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunu Ankaralı bisikletçi dostlarımız kadar iyi biliyordum. Anlatmaya gerek yok. Memur şehri olarak bilinen bir şehirde sabah saat 6 ile 8 arasında şehir içi trafikte pedallamak çok riskli. İntihar teşebbüsü gibi bir şey.

Sonuç olarak sağ salim bir biçimde turumu tamamladım. Yorgun ve uykusuzdum. İyi bir kahvaltı yaptıktan sonra bisikletimi otobüsün bagajına atıp eve doğru yola çıktım. Frensiz bir fixed gear ile toplamda 245 kilometre yol yapmıştım. Gece yolculuğu yaz mevsiminde harikaydı. Güneşte yanmadım. Sabaha karşı biraz üşüdüm. Ama o kadar da olur yani. Sonuçta molalar dâhil 12 saate yakın bir süre yoldaydım. Fixed gearı sadece 50 kilometrelik gezinti turlarında kullanılabilecek bir bisiklet olarak görenlere unutamayacakları bir ders vermiştim. Onlar bu turumdan ders aldı mı almadı mı, bilemem. Ben dersimi verdim. Alan alır, almayan almaz. Dudaklarımda bir Yozgat türküsü ile (Dersini Almış da Ediyor Ezber) evim evim güzel evime döndüm. Daha otobüsteyken Denizli-İzmir arasındaki 210 kilometrelik turumu planlamaya başlamıştım bile...

Bu turumu gece yaptığım için fotoğraf çekemedim. Ama tura çıkmadan önce hatıra kalsın diye evin içindeyken yüklü haldeki bisikletimin fotosunu çekmiştim. Yukarıdaki makine odur. 

Turun Strava kaydını aşağıya bırakıyorum.  

Çorum - Ankara 245 km

23 Mayıs 2020 Cumartesi

BİSİKLET, EKONOMİK BİR YATIRIM ARACIDIR.

Türkiye'de bisiklet kültürünü yaymak veya günlük hayatta bisiklet süren insan sayısını arttırmak için kamu kurumları ve özel kurumlar birçok proje yürütüyor. Her biri kendi düşünsel arka planına uygun bir proje üretip uygulamaya geçirmeye çalışıyor. Bunların büyük çoğunluğu ütopyacı düşüncelerin bir ürünü. Ütopyacı düşünceye karşı değilim. Bir hayal kurmakla başlar her şey, bunu biliyorum. Ancak hayaller âleminde de yaşamıyoruz. Dünya bizim hayallerimize göre değil milyarlarca yıllık bir oluşum sürecinde şekillenen evren yasalarına göre dönüyor, gelecekte de bizim kişisel fantezilerimize göre değil bu evrensel yasalara göre dönecek. Bisiklet kültürünü yaygınlaştırma amacıyla geliştirilen pek çok ütopik yaklaşıma artık gülemiyorum bile. Bisiklet kültürünün yaygınlaşması için yapılan mış gibi sosyal sorumluluk projeleri, belediyelerin ve birtakım bisiklet dernekleri ve topluluklarının çabaları vesaire artık bende gülme etkisi yaratıyor. Peki, neden? Manyak mıyım kardeşim ben? Neden gülüyorum bu özverili çabalara? Açıklayayım. 

Bu sosyal sorumluluk şeysileri apaçık bir sosyolojik gerçeği görmezden geliyor. Toplumun sadece bisikletli yaşamı inşa etme amacını taşıyan bir ideolojik propaganda ile kazanılabileceği ön kabulünden hareketle eyleme geçiyorlar. Tarihte sadece propaganda yapılarak kazanılmış tek bir savaş gösteremezsiniz; çünkü yoktur. Savaş silahlarla ve o silahların başarıya götüreceğine inanmış kitlelerle kazanılır. Ama bu arkadaşların kitleleri kazanma gibi bir derdi de yok anlaşılan. Bu eylem türlerinde halkı aptal yerine koyarak yapılıyor her ne yapılıyorsa. Halkı aptal yerine koymak nasıl mı oluyor? Onu da açıklayayım: Bu arkadaşların teorisine göre halk, bisikletin faydalarından habersiz bir koyun sürüsüdür. Bisiklet temalı sosyal sorumluluk projelerinin yürütücüleri ise bisiklet konusunda aydınlanarak nirvanaya ulaşmış ve bu seviyeden hareketle halkı aydınlatma görevini üstüne vazife edinmiş üst bilinçli insanlardır. Bu çok üst bilinçli bisiklet insanları halka giderek onu bisiklet konusunda eğitecek, aydınlatacak ve bir şekilde ikna edecektir. Bu düşünsel temelli faaliyetler sonucunda halk aydınlanacak ve bisikletli bir kent yaşamının inşası tamamlanacaktır. Alkışlar, alkışlar, alkışlar...

Gerçekçi olalım beyler, halk sizin nesnel gerçeklikle uzaktan yakından bağlantısı olmayan önkabullerinizden hareketle saptadığınız oranda cahil ve aptal değil. Dünyanın en pragmatik, en akılcı ulusunun içinde yaşıyoruz. Halkını ve ulusunu tanımayan kimselerin yaptığı sosyolojik analizlere itibar ederek halkınızın nesnel gerçekliğine yabancılaşıyorsunuz. Bu yabancılaşma olgusunu görmezden gelerek Hegel'in diyalektiğine benzeyen ayakları yere basmaya, baş aşağı duran kuramlar kasıyorsunuz. Bu durumdan hareketle örgütlediğiniz sosyal sorumluluk projeleri de işte tam olarak bu yüzden hüsranla sonuçlanmaya mahkûmdur. Neden mi? Nesnel gerçekliğin somut temellerine dayanmıyor bu teoriler. Yani temeli olmayan bir bina gibi bunlar. Doğal olarak her defasında toplumsal alanın sert duvarına kafasını çarpa çarpa başarısızlıkla sonuçlanıyorlar ve bu süregelen başarısızlık nedeniyle pek çok bisikletçi dostumuzda bisikletli bir yaşamın inşası konusunda umutsuzluk beliriyor, o da öğrenilmiş çaresizliği pekiştiriyor ve giderek Oblomovvâri bir gamsızlığı doğuruyor. "Yok abi ya, bu cahil halkla hiçbir şey yapılmaz. Türkiye kim bir bisiklet ülkesi olmak kim allasen? Yel değirmenlerine karşı bisiklet mücadelesi veriyoruz. Bu ülkede bisikletli ulaşım falan yüz yıl sonra mümkün olur ancak." gibi serzenişlerin tamamının nedeni işte bu yukarıda açıkladığımız yanlış ideolojik propaganda stratejisidir.

Benim bu konudaki çözüm önerim bisikleti bir yatırım aracı olarak kabul ederek propagandasının yapılması olacaktır. Zira bisiklet bir spor aracı olmaktan çok bir ulaşım aracıdır. Sizi bir yerden bir yere ekonomik olarak taşır. Bunu yaparken de birtakım ek kazanımlar sağlar. 1 liranın hesabını yaparak yaşamak zorunda bırakılan bir halkın içinde yaşıyoruz. Bizler de iki yakamızı bir araya getirmek için günlük, haftalık, aylık, yıllık bütçeler yaparak kıt kanaat yaşamımızı devam ettirmeye ve elimizde para kalırsa da birikim yapmaya çalışıyoruz. Halkın geri kalanı da Bizden farklı değil. Ülkemizin en zengin insanları bile başka ülkelerin zengin insanlarına göre daha fakir sayılır. Bu sosyolojik gerçeği görmezden gelerek, ülkemiz bir Baltık ülkesiymiş gibi, yahut G8 ülkesiymiş gibi bisikletli yaşam propagandası yapıyoruz. Avrupa'da Critical Mass var, eee biz de yapalım. Onlarda pop up bisiklet yolları var, eee haydi biz de yapalım, mantığıyla hareket ediyoruz. Oraların nesnel koşulları ile buraların nesnel koşulları arasındaki bariz farkı görmüyoruz yahut görmezlikten geliyoruz. Bu körleşmenin üzerine de Don Kişot gibi bisiklet etkinlikleri düzenleyerek başarılı olacağımıza inanıyoruz. Ne büyük bir saflık!

Her bitki belli bir iklimde yetişir. Her toplumsal olay da ortaya çıktığı ülkenin nesnel koşullarının bir ürünüdür. Dünyanın farklı coğrafyalarında birbirine benzer toplumsal olaylar gerçekleşebilir; fakat örneğin Fransa'da devrime burjuvazi önderlik ederken Rusya'da işçi sınıfı önderlik edebilir. Bisikletli yaşamı inşa etme amacıyla örgütlenen bireylerin kullanacağı strateji ve taktikler de ülkeden ülkeye değişiklik gösterecektir. Şimdiye kadar bizim ülkemizde uygulanan yöntemlerin bizi başarıya ulaştırmadığı ortada. O hâlde bu ülkenin nesnel koşullarına uygun bir bisikletli yaşam inşâ stratejisi geliştirmek zorundayız. Küresel ekonomik kriz dünyadaki bütün ülkelerin vuracak. Ancak kırılgan bir ekonomiye sahip olan ülkemizde yaratacağı tahribat diğer ülkelerden daha fazla olacak. İş kayıpları yaşanacak. En iyi ihtimalle ücretlerin azalması gerçeği ile karşı karşıya kalacağız. Bu koşullarda sistem bizi hayatta kalmak için daha fazla tasarruf yapmaya zorlayacak. İşte bu koşullar tam olarak olgunlaştığında geniş halk kitleleri için bisiklet bir yatırım aracı olarak makul ve mantıklı bir hâle gelecek.

O günler gelmeden önce, öncülük yaparak bisikletin bir yatırım aracı olarak propagandasına girişmeliyiz. Bisiklet de dolar gibi, euro gibi, altın gibi, hisse senetleri gibi bir ekonomik yatırım aracıdır. Hatta bunların tamamından daha sağlam ve güvenilir bir yatırım aracıdır. 2 bin lira ile yukarıdaki klasik yatırım araçlarından hangisini alırsanız alın size 3 yıl içinde iki katı bir kazanç garantisi veremez. İlla ki bir kazanç elde edersiniz ama bu kazanç risklerden arındırılmış garantili bir kazanç değildir. Bisiklet ise onu kullanmaya başladığınız andan itibaren para kazandırmaya başlar, bisiklet onu kullanmaya devam ettikçe size para kazandırmaya devam edecek bir yatırımdır. Bisikletin selesine oturup pedal çevirmeye başladığınız anda para kazanmaya başlarsınız. Bir yılda bu yatırım kendini amorti eder. İkinci yıl kazandırmaya başlar. Üçüncü yılın sonunda hem ona harcadığınız parayı size geri verir hem de harcadığınız paranın iki katı bir kazanım sağlar. 3 yıl içinde fiyatların hiç artmadığı bir ekonomik senaryoda bile, ki bizim ülkemizde imkânsız gibi bir şey bu, aynı kazancı elde ediyorsunuz. Dolar, euro, altın,  hisse size böyle bir kazanç garantisi verebilir mi? Hatta hatta vade sonunda belli bir miktarda gelir garantisi veren vadeli mevduat bile bu oranda bir getiri sunmaz sizlere.

Tezimizin teorik zeminini açıkladık. Şimdi ise bisiklete binerek nasıl para kazanacağınızı uygulamalı olarak anlatalım. Aşağıda kullanacağım rakamların tamamı 2020 yılı güncel rakamlarıdır. Gidilecek yol miktarını 15 kilometre ile sınırlıyorum. Çünkü bu rakam Avrupa'da ortalama bir bisikletlinin, şehir içinde ulaşım ihtiyacını karşılamak amacıyla bisikletle yaptığı günlük mesafedir. Yani herhangi bir sporcu geçmişi olmayan, hafiften göbekli bir erkek yahut balık etli bir kadının form düzeyi esas alınarak belirlenmiş bu rakam. Mesela ufak çaplı bir evrimleşmiş goril yavrusu olarak Boris Johnson'u ele alalım. O da işe bisikletle gidip geliyor zira. Aslında ortalamanın üzeri esas alınsaydı daha yüksek bir rakam da olabilirdi. Yoksa işe gidip gelirken günlük 50 km yapan bisikletçi dostlarım var. Hepsi de normal insanlar. Kripton gezegeninden falan gelmemişler yani. Bisikletin sadece işe-okula gidip gelirken kullanıldığını varsayıyoruz. Sözgelimi ekmek almaya giderken, çarşıya-pazara birkaç ihtiyaç malzemesini almaya giderkenki kullanımlarını hesaba katmıyoruz.

İstanbul'da tam Akbil 3.5 TL. Öğrenci ise 1.75 TL. Haftada 6 gün çalışan bir birey günlük olarak işe gidiş gelişe 7 lira harcar, haftalık olarak 42 liraya tekabül ediyor, aylık olarak ise 168 TL ulaşım masrafı oluyor. Yılın bir ayını tatil yaparak geçirdiğini düşünelim. (Nerdeymiş o beyaz yakalı allasen?) İstanbul'da 11 ay etkin olarak çalışmak ve dolayısıyla işe gidip gelmek zorunda olan bir birey, bir yıl içinde toplu taşıma sisteminde tam tamına 1848 TL kaybediyor. Şehir içi ulaşım için tasarlanmış Corelli Fit Bike 1.0'ın 2020 sezonu sıfır satış fiyatı sadece 1550 TL! Biraz araştırma ve pazarlık yeteneği ile daha ucuza da alınabilir. Bu bisikleti alıp bir yıl işe bisikletle gidip geldiğinizde bisiklet kendini amorti ediyor. Birinci yılın son iki ayında kazandırmaya başlıyor. 3. yılın sonunda ise onu alırken yatırdığınız paranın iki katından daha fazlasını size kazandırmış oluyor. Ankara'daki toplu ulaşım fiyatları ile İstanbul fiyatları aynı. İzmir ise her alanda olduğu gibi bu alanda da diğer metropol kardeşlerinden ayrılıyor. Tam fiyatı 15 kuruş daha fazla, öğrenci fiyatı daha ucuz. Anarşik ya bu şehir, illa bi farklılık yapacak, yapmasa olmuyor gaari! 

Sıfır bir bisiklet, eğer yapısal bir sorunu yoksa, 3 yıl içinde lastik patlaması dışında ciddi bir masraf çıkarmaz. Hayır, çıkarsa ne olacak allasen? Bisikletin sıfırı 1550 lira. Bunun çıkaracağı masraf ne olacak? Bisikletin bakım ve onarım masrafları da çok ucuzdur. Mahalle bisikletçilerinde 20-30 liraya bakım yaptırırsınız. Yok efendim benim gibi Harpagon'a rahmet okutacak cinsten bir cimriyseniz You Tube'dan tamir bakım videoları izleyerek bir bisikletin bakımı nasıl yapılıyor A'dan Z'ye öğrenirsiniz. Ona da para vermezsiniz. Oh miss! Şükürler olsun ki bisiklet tamir ve bakımı atomu parçalamaya benzemiyor. Ortalama zekâ ve yumurta kırmaya yetebilecek bir el becerisine sahip olan bir insan evladı, herhangi bir bisikletin tamir, bakım ve onarım işlerini kısa bir sürede kolayca uygulamalı olarak öğrenir. 

Daha büyük bir hata yaparak işe arabayla gidip geldiğinizi varsayalım şimdi de. Şehir içi trafikte en az yakan araba 30 kuruş yakar. (Öyle bir araba kaldı mı acaba?) 15 kilometrelik bir mesafede bir araç günlük olarak 4.5 TL yakar. 6 iş günü olan bir haftada 27 TL, bir ayda 108 TL,  bir yılda 1188 TL yakar. Sadece yakıt masrafı bu kadar. Trafik sigortası, kasko, Mtv, yıllık bakım masraflarını da ekleyin üzerine, sadece işe gidip gelirken kullanılan bir otomobilin yıllık maliyeti en az 5000 TL. Sadece işe bisikletle gidip gelerek yapacağınız tasarruf miktarını görebiliyor musunuz? Yıl olmuş 2020, şehir içinde ekmek almaya giderken araç kullanan kimseler tanıyorum. Herhangi bir sağlık sorununuz yoksa, ailecek bir yere gidip gelmeniz gerekmiyorsa, bisikletle taşınamayacak ağırlıkta bir yük taşımanız gerekmiyorsa şehir içi ulaşım ihtiyacınızı karşılamak için araç kullanmak yapabileceğiniz en akıl dışı davranış olacaktır. 

İşe bisikletle gidip geldiğiniz zaman dolaylı olarak her gün düzenli spor yapmış olacaksınız. Her gün düzenli spor yapan bir birey, düzenli spor yapmayan bireylere göre daha sağlıklı olur. Neden? Çünkü düzenli spor yapan kimselerin bağışıklık sistemi yapmayan kimselere göre daha güçlü olur. Hastalıklar yüzünden iş gücü kaybınız daha az olur. Burada rapor alıp ise gelmeyen işçisinin aylığından yahut günlüğünden kesinti yapan "şerefli" kapitalistleri saygıyla anmadan duramıyorum. Çok sık hastalanmadığınız için ilaç ve hastane masraflarınız da yarı yarıya azalıyor. Baskı altında doğru karar vermenizi gerektiren ve bu özelliğiyle psikolojiniz üzerinde yıkıcı etki yapan bir mesleğiniz varsa aylık psikiyatri masraflarını da düşmeniz gerekecek, zira bisiklet sporu vücuda seratonin hormonu basıyor. Sizi masaj salonuna gitmiş gibi rahatlatıyor, pamuk gibi oluyorsunuz. Psikolojik destek masrafları da düştü mü harcama listesinden? Sadece bir bisikleti kullanarak sağlık masraflarından da tasarruf ederek kâra geçmiş oluyorsunuz. 

İş ve ev arasında mekik dokurken kadın olduğunu unutacak kadar kendi bedenine yabancılaşan çalışan kadınlar, size sesleniyorum, beni rahatla dinleyin. 60 kilonun üzerinde bir profesyonel kadın bisikletçi yok gibi bir şey. 1.85 boyu varsa o ayrı tabii. Anladınız siz onu kanımca. İşe bisikletle gidip gelirken günlük 15 kilometre yol yapın ne yağ kalır ne kilo. Birinci yılın sonunda Serenay Sarıkaya görünümüne kavuşmak bedava! Harcamalar listesinden diyetisyen, pilates, yoga ve spor salonu kalemini de çıkarabilirsiniz. İzin veriyorum size. İşe bisikletle gidip geldiğinizde inanılmaz düzeyde fit ve çekici bir vücuda sahip olacaksınız. Para harcayarak zayıflama modundan para kazanarak zayıflama moduna geçiş yapacaksınız. Her zamankinden daha fazla yiyerek her zamankinden daha zayıf olduğunuzu gören eşiniz, sevgiliniz vs size hayran olmaktan kendini alamayacak. Bakın işte buna paha biçilemez! Tabiî aynı koşullar erkek kullanıcılar için de geçerli. Bisiklet sürüyorsanız fazla kilolarınızla olan seviyeli birlikteliğinizin kısa bir süre sonra sona ereceği çıktı falınızda. Erkek kullanıcılar için ek bir kazanım daha var. Onu sonra konuşuruz. Zira burada ortam müsait değil. 

Finansal bir kriz yaşıyoruz. Para bulmakta ve borçlanmakta zorlanıyoruz. Risk primi en yüksek ülkelerden biriyiz artık, tefeci faiziyle bile kimse bize para vermiyor. Bu duruma bir çözüm bulunamazsa yahut bu durum sürülebilir olmaktan çıkarsa, Allah muhafaza eylesin, finansal kriz ekonomik bir krize evrilebilir. Ekonomik kriz henüz başlamadı bile. Kitlesel işten çıkarmalar, sektöründe stratejik öneme sahip büyük şirket iflasları, kapanan fabrikalar gibi olaylar henüz yaşanmıyor. Ancak yakın bir gelecekte dünya küresel bir ekonomik krize girecek. Büyük Buhran'a rahmet okutacak cinsten bir küresel ekonomik kriz kapıda bekliyor. Bu ortamda işsizlik ve enflasyon artacak. En iyi ihtimalle ücretler birkaç yıl artmayacak. İşini kaybetmeme şansına sahip olan alt ve orta sınıflar ciddi gelir kayıplarına uğrayacak. Gelirleri azalmayan gruplar bile tasarrufa yönelmek zorunda kalacaklar, zira artmayan gelirleri enflasyon yüzünden kuşa dönecek. Kriz ortamında gelirlerini arttırmayı başarabilecek bir avuç insan dışında herkes bu savaştan yaralanarak çıkacak. Yaşanan gelir kayıpları yüzünden kapının önünde durup hiç benzin yakmasa bile yılda 5 bin lira yiyen bir motorlu aracı finanse edebilmek mümkün olmayacak. Bu maliyeti karşılayabilecek düzeyde zengin kitleler için ise kriz döneminde daha kârlı yatırım araçları varken nakit parayı otomobile bağlamak cazip gelmeyecek. 

Ekonomik kriz sıkıştırmasa bile sağlık endişeleri yüzünden insanlar toplu taşımadan hızla uzaklaşacak. Kısa mesafelerde toplu taşıma yahut otomobil kullanmak yerine bisiklet kullanmayı tercih edecekler. Bu yıl ve önümüzdeki yıl bisiklet bayileri orta ve alt segment bisikletleri piyasaya yetiştirme konusunda sorun yaşayabilirler. Şehir içinde kullanım rahatlığı sağlayan bisiklet modellerinin satışlarında bir patlama yaşanmasını bekliyorum. Ekonomik durumu iyi olan üst sınıflar ise sağlık kaygıları yüzünden bisiklete yönelmek zorunda kalacaklar. Zira düzenli spor yapmanın ve dolayısıyla bisikletin bağışıklığı arttırdığına yönelik bulgular inkar edilemeyecek açıklıkta. Ölüm ya da açlık korkusu her türlü konformist aracı rafa kaldırmaya yetecek düzeyde ikna kabiliyetine sahip toplumsal araçlardır. Ana akım medya araçları tarafından yedi gün yirmi dört saat virüs haberlerinin topluma pompalandığı bir ortamda kitleleri bisikletli bir yaşama yöneltmenin nesnel koşulları oluşmaya başlamıştır. Gelecek dönemde, insanlara bisiklet kültürü kazandırmaya çalışan bisikletli yaşam savunucularını komik durumlara düşüren sosyal sorumluluk projemsilerine ihtiyacımız kalmayacak. Biz değil içinde devinmek zorunda kaldığımız hayat, toplumu bisikletli bir yaşama geçmeye zorlayacak.

Ne dolar ne altın ne borsa! En güzel yatırım pedallama! Üstelik sağlıklı ve fit bir vücut da bedava! Gel vatandaş gel! Var mı böyle bir yatırım aracı dünyada? Bunu duyan Elon Musk, Tesla'yı haraç mezat satıp Salcano'ya ortak olmak için araya adam sokmaya çalıştı. Rockefeller ailesi "Altın, dolar da bir yere kadar kardeşim! Gelecek bisiklet yatırımında!" diyerek altın madenlerini bir bir elden çıkardı. Siz hâlâ toplu taşıma araçlarında ya da kişisel otomobillerinizde para kaybetmeye devam edin. Birileri sadece işe gidip gelirken bisiklete binerek zengin olmaya başladı bile. Bundan 30 yıl sonra havuzlu tripleks villalarının kapısından Colnago marka bisikletleriyle sabah antrenmanlarına giden emekli amca ve teyzeler görürseniz fazla şaşırmayın. Zira bugün yediğiniz hurmalar o gün geldiğinde sizi tırmalayacak! Bizden söylemesi...

4 Mayıs 2020 Pazartesi

FİXED GEAR İLE 150KM+ BİR TUR YAPILABİLİR Mİ?

Yağmursuz bir günü uzun bir turla değerlendirmekten daha güzel ne olabilir? Tabiî ki hiçbir şey! Fixed gear ile ilk uzun turumdaki rüzgâr ve yağmurdan kaynaklanan hayal kırıklığımı 150+ kilometrelik bir tur yaparak atma isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Hava durumunda sıcaklığın 15 derecelerde seyrettiğini, yer yer güneşli ve parçalı bulutlu olduğunu da görünce artık beni kimse tutamazdı. Daha önceden planlamış olduğum, Gümüldür'den başlayarak Seferihisar üzerinden Alsancak şehir merkezine ulaşan, oradan da Gaziemir, Menderes, Ahmetbeyli, Özdere istikametini takip ederek tekrar Gümüldür'ün kutsal topraklarına ulaşan küçük bir çember çizerek turumu tamamlayacaktım.

Rüzgârsız bir havada Gümüldür'den yola çıktım. Ürkmez'e kadar hafif bir tempoda ısınacak biçimde rahat bir pozisyonda yol aldım. Fırsat düştükçe bol bol denizin seyrine de dalarak havayı kokladım. Havanın kokusu Seferihisar'dan Güzelbahçe'ye kadar rüzgârı arkadan alacağımı söylüyordu. Öyle de oldu. Bir önceki uzun turda fırtınalarla cebelleştikten sonra rüzgâra karşı aşılanmış sayılırım. O mesele değil de yağmur yağar mı yağmaz mı diye uzun uzun havayı koklamaya devam ettim. İyi haber, akşama kadar yağmur yağmayacaktı. Kötü haber ile dönüş yolundaki 75 kilometre kafa rüzgârına karşı mücadele ile geçecekti. En sevdiğim rüzgâr, aralıksız esen kafa rüzgârıdır. En azından rüzgâr döner mi, ne zaman döner kaygısı olmadan basar gidersin.

Seferihisar'a doğru giderken önümdeki bir adet sıkı yokuş dışında yolun dümdüz olduğunu bilerek pedallıyorum. Denizden ileriye doğru döndüğüm andan itibaren rüzgârı arkama aldığımı biliyorum; ama sık orman yüzünden bunun etkisini pek hissetmiyorum. Karakoç çıkışındaki yokuşu tırmandıktan sonra Seferihisar'a kadar iniş var. Yokuşun dikliğine bakarak inişin dikliği hakkında bir fikir ediniyorum. Frensiz bir fixie ile iniş zor olacak yine. İnişteki ortalama hızımı 35'in üzerine çıkarmamak için pedal kontrolünü mutlak surette elimde tutmak zorundayım. Sonuç olarak yokuşu aheste aheste iniyorum. Sorun çıkmıyor. Bundan sonra Güzelbahçe'ye kadar çok az bir tırmanma dışında dik olmayan tatlı bir iniş beni bekliyor. Çemberin ilk kısmı sorunsuz bitmiş sayılır.

Güzelbahçe'de Alican Kebap'ta ayak paçayı gövdeye ilâve ettikten sonra sahil yolundan Alsancak'a doğru seyr-ü sefer eyledim. Balçova-Üçkuyular arası tam bir işkence idi. Kafa rüzgârı bir yana trafik mahvediyor adamı. Yol çok dar, şehir içi trafik. Mithatpaşa Caddesi tam bir bisikletçi soykırımı mekânı. Kesinlikle tavsiye etmiyorum. Ulaşım amaçlı olarak bu yolu kullanan bisikletçilere Allah sabır versin Üçkuyular'dan itibaren sahildeki bisiklet yoluna çıkıyorum. Bu bisiklet yolunun buraya yapılmasında emeği olan herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bu bisiklet yolunu yapacak sosyal bilince ulaşmış belediye başkanından başlayarak park ve bahçelerin işçilerine kadar herkesin emeğine sağlık. Bisiklet yolu nasıl olur görmek isteyen belediye başkanı İzmir'e gelsin de görsün diyorum. Daha da bir şey demiyorum.


Alsancak'a kadar bisiklet yolundan devam ediyorum. Denizin seyrine doyum olmuyor. Kıbrıs Şehitleri Caddesi'nde bir aşağı bir yukarı piyasa yaptıktan sonra Starbucks'a oturuyorum, filtre kahvemi zevkle yudumluyorum. Çemberin geriye kalan kısmında beni telef etmeye hazırlanan kafa rüzgârının şiddetini kendimce hesaplıyorum. Bu seneki tatilde bütün hesaplamalarımın alt üst olmasından hareketle bu hesapların da suya düşeceğini biliyordum. Ama yine de planlama yapmaktan geri durmuyordum. "Taktik maktik yok; bam, bam, bam!" olayını çıkaran arkadaşı burada rahmetle anıyorum. Her ihtimâle karşı yine de dolu mide her zaman iyidir mantığına uyarak Gaziemir'de bir yemek molası veriyorum. Burger King'de karnımı bi iyice doyurduktan sonra gövdeye bir büyük boy ayran iki tane de Beypazarı sodası indirerek yolun kalan kısmına hazır olduğum hissine ulaşıyorum.

Yolun geriye kalan kısmı için söylenecek çok da bir şey yok aslında. Özetle şiddetli kafa rüzgârına karşı 75 km, son 15 kilometrede sol yandan yanağıma muttasıl darbeler indiren sağanak yağmur, son 20 kilometrede in çık, in çık testere gibi bir yol güzergâhı... İki kere gevşeyen zincirin atması da cabası... Ama olsun. Olumsuzluklar bizi yıldıramaz. Fixieci olmayı göze aldıysan her türlü olumsuzluğa karşı da yılmadan mücadele etmeyi de göze alacaksın. Fixie, bisikletle kendi bedenine ve doğaya karşı bir meydan okuma sanatından başka bir şey değil sonuçta.

Neymiş? Üzerinde fren tertibatı olmayan fixed gear bir bisikletle, Türkiye'nin en büyük 3. şehrinin içinden geçen, sağ salim bir biçimde tamamlanabilen 150+ kilometrelik bir uzun tur yapmak mümkünmüş. Şair burada tam olarak bunu demek istemiş. Bir sonraki fixed gear uzun turda buluşmak üzere hoşça kalın, esen kalın sevgili dostlar.

Check out my activity on Strava: https://strava.app.link/Qn5v4vAsST

FİXED GEAR İLE 100+ KM YOL GİDİLİR Mİ?

Fixed gear bir bisiklet ile 100+ bir tur düzenlenebilir mi? Kafamda bu deli soruyla yaklaşık olarak bir yıl fixieyle dolaştım. Bunu nasıl yapabileceğim üzerine etraflıca düşündüm. Bedenimin buna hazır olup olmadığı konusunda şüphelerim vardı. Fixed gear bisikletlerle uzun uzun turların, yarışların yapıldığı dönemler yaklaşık olarak yüz yıl önce sona ermişti. Çağdışı bir kafa yapısına sahip olduğum kesin. Fakat bedenim de kafam kadar çağdışı mıydı? Onu anlamak için öncelikle yol bisikletim ile uzun bir tur yapmam gerekiyordu. Yaptım. Yol bisikletim ile 200+ birkaç tur yaptıktan sonra bedenimin buna hazır olduğuna kesin kanaat getirdim.

Bu yılki 15 tatilde İzmir'in yağmurlu olmasından da güç alarak şehir içindeki ulaşım maceralarımda her türlü zor şarta karşı benimle birlikte mukavemet eden sevgili fixed gear bisikletim Revolver ile ilk gran fondomu yapmaya karar verdim. Bu amacımı gerçekleştirmek için pek çok rota çalışması yaptım. Çeşitli rota çalışmaları yaptıktan sonra bunun çok zor olmayacağını düşünüyordum. Oysa kazın ayağı öyle değilmiş. Bu sefer evdeki hesap çarşıya uymadı. Bütün hesaplamalarımı yükseklik bakımından en uygun rota üzerine yapmıştım. Tırmanması en az olan yoldan gidecektim ve 100+ kilometreyi tamamlayacaktım.

Yağmur için hazırlıklı gelmiştim. Yağmurlu havalarda bisiklet sürdüğümde yaşadığım en büyük sorun arka tekerden sıçrayan çamur olurdu. Uzun bir çamurluk ile bu sorunu çözdüm. Ama fırtına bütün rota planlarımı altüst etti. Bakınız rüzgâr demiyorum. Rüzgâr çok başka bir şey. Bir anlamda İzmir'in alamet-i farikasıdır rüzgâr. İzmirli bisikletçiler için rüzgâr olağan bir doğa olayı. Alıştık gari! Rüzgârsız günü o kadar az ki İzmir'in, biz de bütün tur planlarımızı turun başından sonuna kadar kafa rüzgârıyla mücadele edecekmiş gibi planlamaya özen gösteriyoruz. Rüzgârı da hesaplamıştım; fakat bu bir rüzgar değildi, fırtınaydı! Anladım ki Antalya'daki hortumun esintisi İzmir'de fırtına yaratmış!

Otobüsten indiğim anda nasıl bir cehennem azabı ile karşı karşıya olduğumu anladım. O anda gran fondo hesaplarım suya düştü. Rüzgârın estiği yönü gördükten sonra eve bisikletle sağ salim ulaşabilmenin bile büyük bir başarı olacağına kanaat getirerek eve en kısa rotadan ulaşmaya karar verdim. En kısa yol ise tırmanması en fazla olan yoldu. Yapacak bir şey yoktu artık. 60 kilometre kafa fırtınasına karşı savaşarak sağ salim eve ulaşacaktım. Eve gidip karnımı doyurup temizlenip paklandıktan sonra, eğer hâlâ kendimde pedal basacak güç bulabilirsem kuru ve temiz kıyafetler ile kilometreyi 100'e tamamlayacaktım.

Menderes-Gümüldür yolundaki Ovacık'a tırmanan yokuşun başına kadar geçen 40 kilometrede herhangi bir sıkıntı yaşamadım. Yine kafadan esen fırtınaya karşı mukavemet ediyordum; fakat yine de direniyordum. Yokuşun başına geldiğimde ise hem eğim hem de fırtına ile mücadele etmem gerektiğini anladım. En azından dağların fırtınayı bir miktar azaltacağını düşünmüştüm. Öyle olmadı. O notaya kadar yer yer rüzgârı yandan yiyerek yol aldığım fırtına yokuşa geldiğimde yolun tam karşısından esmeye başlamıştı. Fixieciliğin altın kurallarından biri olan "duruma göre konum al" anlayışına uyarak duruma göre konum aldım. Tehlikeli ama etkili bir rampa çıkma yöntemi olan yolda S çizme taktiğini izleyecektim. Yolun sakin olmasından yararlandım. S çize çize yokuşu emniyetle tamamladım.

İşin en zor kısmı buradan sonrasında başlıyordu. Fren tertibatı olmayan bir bisiklet ile 380 metreden deniz seviyesine kadar inen, eğimi yer yer %9'lara varan bir yokuşu inecektim. Bu noktada korktuğum başıma gelmedi. Hattâ hattâ yokuş aşağı inerken bile beni pedal basmak zorunda bırakan bir fırtına sayesinde hiç skid yapmadan yokuştan aşağı inmeyi başardım. Sadece yanal rüzgârlarda bisikleti tek çizgi üzerinde tutmak çok zor oldu. Yer yer çizgimi kaybettim. Gidon hakimiyeti konusundaki psikopatolojik takıntım yüzünden bu konuda da büyük bir sorun yaşamadım. Fixiede pedal hakimiyeti ve gidon hakimiyeti her şeydir. Fixiede bu ikisinin hakimiyetini yitiren her şeyini yitirir.

Yokuşu indikten sonra hızla eve gittim. Karnımı doyurdum. Fırtına daha da şiddetlenmişti; fakat bu beni yıldırmadı. Turun kalan kısmını eğlenceli bir sahil gezintisi formatında tamamladım. Denizler tanrısı Poseidon'u her kim kızdırdıysa artık ortalığı fırtına ve dalgalar mahvetmişti. Özdere sahil yolundaki dalgalar yer yer bisiklet yoluna kadar ulaşmaya başlamıştı. Manzaranın seyrine daldım. İç Anadolu'da mahrum kaldığım deniz kokusunu denizden esen rüzgâr sayesinde derin derin içime çektim. Gönül rahatlığı içinde 100+ turu tamamladım.

Neymiş? Fixed gear bir bisiklet ile 100+ bir tur yapılabiliyormuş. Tüm olumsuzluklara rağmen yılmadan, pes etmeden bir fixie uzun turu yapmak da mümkünmüş. Bir sonraki hedef 150+ bir tur yapabilmek!!! Haydi bakalım, hayırlısı...