10 Ağustos 2021 Salı

MARC AUGÉ, BİSİKLET MUCİZESİ ÜZERİNE... VOL 1!

Marc Augé'nin Bisiklet Mucizesi adlı kitabına derin bir kazı yapacağız. Derin kazı işlemine başlamadan evvel kitabın adı bize çok ilginç geldiği için ona bakmaya karar verdik. Kitabın Fransızca aslında adı "Éloge de la Bicyclette"! Türkçe karşılığı ise "Bisiklete Övgü"! Birkaç yıl önce, bizim de bu blogda tanıttığımız, Zebraska tarafından basılan Paul Fournel'in Bisiklete Övgü adlı kitabıyla isim benzerliği olmasın diye Türkçe baskısında adı değiştirilerek "Bisiklet Mucizesi" olmuş muhtemelen. Bu yeni başlığın kitabın içeriğiyle çelişmediğini, bilakis uyumlu olduğunu söylemeliyim. Hatta hatta "Bisiklet Mucizesi" adı bu kitap için "Bisiklete Övgü" den daha uygun düşmüş. Kitabın adı ile içeriği arasındaki uyumsuzluğu gideren yayıncılık dünyamızda nadir rastlanan bir isim değişikliği...

Mitten Ütopyaya Bisiklet

Marc Augé Bisiklet Mucizesi adlı kitabında modern insanın hayatına bir mit olarak giren bisikletin evrim geçirerek nasıl bir ütopyaya dönüştüğünü anlatıyor. İlkel insanın yarattığı mitler ile bisikletin geçmiş zamandaki popülerliği arasından bir benzeşim kuruyor, modern insanın yarattığı ütopyalar üzerinden de bisikletin modern insanın geleceğindeki yeri ve önemi arasında bir benzeşim kuruyor. "Mitten Ütopyaya Bisiklet" başlığı tam da bu benzeşim ilişkisi sayesinde anlam kazanıyor. Yazarın kişisel teorik bakış açısına göre geçmiş zamanda bir mit olan bisiklet, yine yazarın kişisel teorik bakış açısına göre gelecekte gerçekleşmesi muhtemel bir ütopyanın parçası olacaktır. Ancak bize göre bisikletin geçmişinde bir mit yoktur, tam aksine geçmiş zamanda bisikletin tarihsel gelişimi onu popüler yapan nesnel koşulların bir ürünüdür. Gelecekte de bisikleti popüler yapacak etkenler ütopik bir bakış açısının ürünü olamaz, olmayacaktır. Bisiklet gelecekte popüler olacaksa bu onun popüler olmasını sağlayacak nesnel koşulların, toplumsal zorunlulukların bir ürünü olacaktır. Madde var iken yok olmaz, yok iken var olmaz. Maddenin var oluşunu sağlayan bir somut neden olduğu gibi onun yok oluşuna neden olacak şey de yine bir somut neden olacaktır. 

"İnsan kendinden bahsetmeden bisikleti övemez. Bisiklet her birimizin hikâyesinin bir parçasıdır." (s.7) Kesinlikle... Bisiklete anlam katan insandır. Bisikletin üzerindeki insan öncelikle kendi bedenine sonra da bisiklete değer katar. Maddenin insan emeğiyle işlenmesi ve dönüştürülmesi sürecinde üretilen bisikleti anlamlı bir nesne hâline getiren canlı insandır. Bu yüzden bisikletten söz etmeye çalışan her insan mutlaka ama mutlaka kendisinden de bahsetmek zorundadır. Bisikleti övgüye değer bir varlık hâline getiren insanın kendisidir. Bir varlık türü olarak bisiklet, insandan bağımsız bir biçimde düşünülemez. İnsandan bağımsız olarak düşünülemeyen bisiklet, her insanın yaşam hikâyesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir çocuk oyuncağı olarak insan yaşamına giren bisiklet, gençlikte ve yetişkinlikte bir ulaşım aracı olarak insan yaşamının merkezinde var olmaya devam eder. 

Mucize, mit, ütopya, destansı... Bu sözcüklerin hepsi kitapta bisiklet için kullanılıyor. Evet, romantik dışavurumcu bir bakış açısıyla bisiklete baktığınızda retorik anlamda afili sözcükler bunlar. Ancak bundan öte bir anlam taşımıyorlar. Şiirsel bir dil... O kadar... Bir felsefe kitabında olmaması gereken akıl ve bilim dışı safsatalar... Bu kitap konusu bisiklet olan bir edebiyat ürünü olsaydı kesinlikle övgüye değer bir dil seçimi olarak kendisini övebilirdik; ancak felsefe alt başlığı ile yayınlanan bir kitapta bu tür sululuklara yer olmamalı. Beyler, felsefe Fransız postmodern teorisyenlerinin sululuklarına kurban edilecek kadar önemsiz bir düşünsel eylem değildir. Ayrıca bisiklet, "mit, ütopya, mucize, destan" değildir; tam tersine maddi temellere dayanan somut bir gerçekliktir. Zaten kitabın genel tezinin çürüklüğü de bir bakıma bu retorik dilin çarpıklığından kaynaklanıyor. Sözgelimi nükleer enerjiyi konu alan bir felsefe kitabında bu sözcükleri kullandığımızı varsayalım: Nükleer enerji mucizesi, nükleer miti, nükleer ütopyası, nükleer destanı... Her açıdan gayr-ı ciddi ve temelsiz bir yaklaşım. Yazarın bu romantik  yaklaşımını pagan kültürler üzerine çalışan bir antropolog olmasına bağlıyorum. Antropoloji üzerine yazarken bu terminolojiyi kullanması gayet doğal; ancak bisiklet ve felsefe bağlamında saygın bir üslup olarak kabul edilemez.

Bisiklet üretildiği hammaddelerden tutun da toplumsal alanda kullanım alanlarına kadar somut maddi temellere dayanan bir insan ürünüdür. Onu "mucize, mit, ütopya, destan" sözcükleriyle maddi temellerinden koparıp soyutlamak bisikleti gerçek hayatın dışında bir düşünsel nesneye dönüştürerek onu var oluş nedenine aykırı bir biçimde yeniden yaratmaktır. Bu bisikleti yeniden yaratma eyleminin varlığa değer katan bir soylulaştırma süreci olduğunu kabul edemeyiz. Zira bir varlığı doğasından uzaklaştırarak yapılan tüm yeniden yaratma ve soylulaştırma çabaları yozlaşmayı beraberinde getirir. Yozlaşmanın gerçekleşmemesi için yeniden yaratma eyleminin varlığın doğasına saygı duyan, doğasından kaynaklanan biçimsel özelliklerini ve kavramsal bütünlüğünü bozmadan yapılan neoklasik anlayışla yürütülmesi gerekir. Yazar bu gerçeği görmezden geliyor yahut düpedüz görmüyor. Somut maddi temellere dayanan bisikleti, bir "bisiklet mitolojisi" yaratmak uğruna yozlaştırıyor. Bisikletin ne olduğu ne olmadığı tartışması bu yazının bağlamı değil, onu başka bir bağlamda tartışmayı düşünüyorum.

Yazar yine Mitten Ütopyaya Bisiklet bölümünde şöyle diyor: "Artık 68'de değiliz." (s.8) Kesinlikle haklı. Yazar, kendisi ve ideolojik çevresi için çok doğru bir tepitte bulunuyor. O kuşak artık 68'de değil. Yenildiler, vazgeçtiler, pes ettiler, emperyalizme teslim oldular, ütopyalarını yitirdiler ve marijinalleşerek kitle çizgisinden uzaklaştılar. Onlar 68'de değiller; fakat biz her gün yepyeni 68'lere uyanmanın hayaliyle hâlâ diri tuttuğumuz toplumsal ütopyamızı gerçekleştirmek için tüm dünya çapında bir antiemperyalist mücadele örgütlemeyi başarabilmek hedefiyle yaşamaya devam ediyoruz. İnsan çürüyünce çok pis kokuyor, 68'linin çürümüşü daha pis kokuyor. Yazar bu sözün hemen ardından "Bugün hayatı değiştirmek önce şehri değiştirmektir." (s.8) diyebiliyor. Çünkü bu cümlelerin yazarı, 68'ini yitiren her devrimci gibi toplumsal sorunların çözümünü sınıf mücadelesinde değil neoliberal aktivistlikte arıyor. Acınası bir yok oluş... Ama eminim ki bizim ülkemizdeki bisiklet aktivistlerinin en çok paylaşacağı cümle bu olacaktır. Zira aforizmalarla düşünecek kadar sığ bir teorik zemine sahip bu aktivistlerden başka bir şey beklemek mümkün değil. Bu seviyeden derinlikli bir yorum çıkarsa büyük başarı bence.

Kitapta Barthes, Baudrillard gibi Fransız postmodern teorisinin büyük babalarına yapılan atıflara bakılarak Marc Augé'nin teorik temellerinin nereye dayandığını da görebiliyorsunuz. Felsefî anlamda boş laf kalabalıkları ve süslü safsatalar olma dışında hiçbir anlam taşımayan Fransız teorisinin yaklaşık olarak elli yıldır bütün dünyada düşünsel her alanda egemen kılınmaya çalışılmasını hayretle karşılıyorum. Tam bir akıl tutulması. Bununla alay etmek için bir kitap bütünlüğünde eleştirel metinler dahi kaleme alındı. (Alan Sokal, Jean Bricmont, Son Moda Saçmalar, Postmodern Aydınların Bilimi Kötüye Kullanmaları, İletişim Yayınları, Eylül, 2002) Ama Batı'nın hurdaya çıkardığı nesneler Doğu'da hâlâ makbul nesneler olarak alıcı bulabiliyor. Komprador yayıncılarımız ısrarla bu teorik kitapları basmaya devam ediyor ve komprador akademisyenlerimiz de inatla bu modası geçmiş kuramlara cafcaflı övgü cümleleriyle atıflarda bulunmaya devam ediyor. Fransız postmodern teorisyenlerine atıfta bulunmayan bir makalenin uluslararası hakemli dergilerde yayınlanma ihtimali yok. Aklı inkâra dayanan bu teorinin bilimsel bir sıfat taşıyor olması ise Yeni Ortaçağ düzeninde oldukça manidar.

Şimdilik bu kadar. Yazımızın ikinci bölümünde kitabın "Yaşanmış Mit" adlı bölümünü inceleyeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder