30 Eylül 2021 Perşembe

MARC AUGÉ'NİN BİSİKLET MUCİZESİ ÜZERİNE... VOL 5! SON BÖLÜM!


Dünyaya Dönüş

Marc Augé'nin Bisiklet Mucizesi adlı kitabının son bölümü "Dünyaya Dönüş" başlığını taşıyor. Bu bölümde Ütopya bölümünde kurulan hayallerin pembe bulutları dağılıyor, yazarın ayakları birazcık da olsa nesnel gerçekliğin zeminine sağlam basmaya başlıyor. Yazarın kişisel fantastik dünyasının biraz da olsa dışına çıkabiliyoruz bu bölümde.

"Ütopyaya kendimizi fazla kaptırınca hayal kırıklığına uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalırız." (S.75) Kitabın sonuna doğru yazarın da bunu anlamış olması büyük başarı aslında. Burada küçük bir eksik var ki o da yazarın yaptığı hatanın en önemli kısmı ütopyaya kendini fazlaca kaptırmak değil aslında. Önceki bölümlerde ayrıntılı olarak eleştirisini yaptığımız, yazarın gerçekliği yanlış tahlil etmesi en önemli kusurudur. Gerçekliği hakikate uygun biçimde tahlil etmeden yapılan tüm kuramsal çalışmalarda olduğu gibi bu çalışmada da hayal kırıklığı kaçınılmaz son olarak karşımıza çıkıyor. Yazar gerçekliği bilimsel doğrulara dayanarak kavramayı başarabilse daha işlevsel bir felsefi  kuram inşa etmeyi de başarabilecek. Bunu yapamadığı için başaramıyor. Burada ütopyanın toptan bir reddiyesini yapmıyoruz, elbette ütopyalar kurulacak; fakat ütopyalar üzerine teori inşa edilemez. Teoriler hayatın nesnel gerçekliğinden damıtılır, daha sonra tekrar hayatın nesnel gerçekliğinde sınanır, hayatın acımasız sınav kâğıdında test edilip gerçekliğe uygunluğu onanan teoriler bilimsel bir nitelik kazanır.

"Bisikletçilik bedenin artırılmış kuvvetinden başka bir yardım almaksızın bu zahmetsiz hareketlilik ülküsünün bir ölçüde gerçekleşmesini sağlar. Bisiklet sürücüsünün hayali, mekânın zorluklarına göğüs germesi gerekse de karadayken sudaki balıkla ya da gökyüzündeki kuşla özdeşleşmektir." (S.76) Son kısımdaki şiirsel bir metafor olmaktan öte bizim açımızdan herhangi bir anlam taşımayan "sudaki balık ve gökyüzündeki kuşla özdeşleşmek" gibi ciddi bir felsefe metnini sakatlayan yazınsal sulukları bir kenara bırakacak olursak "bisiklet sürücüsünün mekânın zorluklarına göğüs germesi" ve "bedenin arttırılmış kuvvetinden başka bir yardım almaksızın bu zahmetsiz hareketlilik ülküsü" ifadelerini ayrıntılı olarak açmamız gerekecek. "Bisiklet sürücüsünün mekânın zorluklarına göğüs germesi" kısmının ne demek istediğini bisiklete binen herkes az çok anlamıştır, bunu geçelim. Asıl mesele ikinci noktada.

Bisiklet sürücüsü bedenin arttırılmış kuvvetinden başka bir yardım almaksızın harekete geçmektedir, yalnız burada "zahmetsiz hareketlilik ülküsü" ilk kısımdaki tezle uyuşmuyor. Bisiklet zahmetsiz hareketlilik ülküsünü vaaz eden bir keşiş olmaktan çok "zahmetli hareketlilik ülküsünü" yaşama geçirmeye çalışan bir gerçekçidir. Boğazına kadar konformizmin bataklığına batmış bir insanlığa bisikleti ve bisikletçiliği anlatırken "zahmetsiz hareketlilik" ifadesini kullanmak, bu konfor düşkünü insanları bisiklete yönlendirmek amacıyla kullanılan sığ bir propaganda sloganı olmanın ötesinde hiçbir anlam taşımıyor, zira bu tez gerçeklikle çelişiyor. Bisiklet, son derece zahmetlidir bir hareketlilik aracıdır, nesnel gerçeklik budur ve inkâr edilemez. Motorize ulaşım hegemonyasına maruz kalan bilinçlerdeki derin tahribatı gidermeden ve tedavi etmeden kof propaganda cümleleriyle sonuç alıcı eylemler üretmek akla ve bilime aykırı ütopik bir bakış açısıdır. Motorize aklın egemen olduğu bir dünyada insan bedeni hızla hareketsizleşirken beden yozlaşmaktadır, buna binaen insan zihni de bu konforun yarattığı rehavet ile tembelleşmektedir. Zahmetsizce yapılan işlerin tamamı bu dünyada hareket ederek var olmak üzerine evrimleşmiş insan bedenini daha güçsüz kılmaktadır.

"Zira bisikletçiliğin marifeti, bu fazlasıyla baştan çıkarıcı hayalin aksine, tam da bize daha keskin bir mekân ve de zaman bilincini dayatmasıdır." (S.76) "Bisikletçilik nedir?" diye sorulsa en kısa cevaplardan biri mutlaka "insana keskin bir zaman ve mekan bilinci kazandıran bir faaliyettir" demek yeterli olacaktır. Şehirde "var olmak" ile "yaşamak" birbirinden faklı olgulardır. Motorlu bir araçla şehri hiç zahmet çekmeden ve terlemeden dolaşan biri sadece zamanda ve mekânda var olmaktadır, o şehri yaşamamaktadır. Şehri bisikletle gezen biri ise, bisikletle yaptığı yolculuk sırasında zahmet çeker, terler, şehrin coğrafyasının her türlü bileşenine karşı sadece bacak ve akıl gücü ile mücadele eder, bu yüzden bisikletli özne içinde var olduğu şehrin edimsel bir parçası olur, o şehrin içinde "yaşayan bir özne" hâline gelir. Doğadaki insan da böyledir, bisiklet doğadaki insanın yaşadığı duygusal yoğunluğu şehrin içinde simüle eder. Doğanın içinde var olan birey vücudunun tüm hücreleriyle doğayı algılar, şehir içinde bisiklete binen birey de vücudunun bütün hücreleriyle şehri algılar.

"Bisikletin mucizesi, bisiklet kullanan herkesi asgari düzeyde uyanık olmaya mecbur etmesi gibi, biyolojik düzene sevimli bir çağrıymışçasına tatlı tatlı işlemesidir." (S.77) Bisiklet, kendisini kullanan herkesi en yüksek düzeyde uyanık ve ayık olmaya zorlar. İki teker üzerinde sürekli pedal çevirerek var olmak zorunda kalan bisikletçi doğal olarak uyanık olmaya mecburdur. Çünkü şehiriçi trafikte bisiklet kullanarak hayatta kalabilmek için başka bir seçeneği yoktur. Bisiklet insanın biyolojik düzenine en uygun ulaşım aracıdır, yürümek ve koşmak bile belli oranlarda bedene zarar veren ve bedeni yıpratan faaliyetlerken bisiklet sürme bedeni minimum düzeyde yıpratarak maksimum düzeyde fayda sağlayan verimli bir ulaşım aracıdır. Bisiklet budur; fakat bunların hiçbiri yazarın iddia ettiği gibi "bisikletin mucizesi"nin bir ürünü değildir. Burada şu mucize olayını tekrar eleştirmek zorunda olduğum için okurdan özür diliyorum. Zira yazarın bir antropolog olmasına yorduğumuz mucizeler, mitler, efsaneler yaratma fantezisi kitabın her bölümünde karşımıza çıkıyor.

"Pedal çeviriyorum, o hâlde varım." (S.78) Yazar burada Descartes'ın "Düşünüyorum, o hâlde varım." (Cogito ergo sum.) sözüne atıfta bulunuyor. İnsanın varoluşunu ontolojik bağlamda düşünme edimine bağlayan Descartes'a atıfta bulunarak yeni insanın varoluş nedenini pedal çevirme eylemine bağlıyor. Bisikletçiler için mâkul ve mantıklı bir varoluş temellendirmesi olabilir belki; fakat bisiklete binmeyen milyarlarca insan için bir retorik güzellemesi olmanın ötesinde hiçbir anlam taşımıyor. Kaldı ki dünya üzerindeki bütün insanlar bisikletli olsaydı bile padal çevirme eylemini insan varoluşunun temel nedeni olarak kabul etmek mümkün olmayacaktır. Zira insan varoluşu pedal çevirme gibi basit ve anlamsız bir eylemin sonuçlarına bağlanacak kadar basit bir olgu değildir. Obsesif kompulsif bir bisikletçi için dahi yaşamsal varoluşun nedenleri pedal çevirme eylemine bağlanamaz. İnsan pedal çevirme eyleminden yahut bisikletten büyüktür; insan yaşamının nedeni yine insan üretimi bir nesneye bağlanacak kadar değersiz değildir. Bisiklet alınıp satılır, üretilir ve yok edilebilir. Bu bağlamda edilgen bir nesnedir. Onu etken hâle getiren haraket ettirici güç insandır. İnsanın varlığı bisiklete değil bisikletin varlığı insana bağlıdır.

"Bisiklet modası kuşkusuz kısmen bu görüş bildirme olayına bağlıdır ama seleye oturduğumuz anda işler değişir ve kendimizi buluruz, kendi sorumluluğumuzu yeniden alırız. Kişisel tarihimiz idareyi ele alır. Dış dünya en fiziksel boyutlarıyla somut olarak bize kendini dayatır. Bize direnir ve bizi bir irade çabasına zorlar fakat aynı zamanda kendini bize bir mahrem özgürlük ve kişisel inisiyatif mekânı, kelimenin ilk ve tam anlamıyla, şiirsel bir mekân olarak sunar." (S.79) Parçanın sonundaki "şiirsel bir mekân" ifadesi olmasa altına imzamızı atıp geleceğimiz oldukça gerçekçi bir bölüm diyecektik bu bölüm için. Oysa yazar yine retorik yapacağım derken nesnel gerçeklikten çıkarılan teoriyi zedelemeye devam ediyor. Bisikletle deneyimlenen mekân şiirsel bir mekân olmaktan öte gerçekçi bir mekândır. Bisikletin üzerinde devinen bir özne olarak insan, mekânı bütün boyutlarıyla hakikate mümkün olan en yakın şekilde algılar. Bisikletin üzerinde devinen bir özne olarak insan, kişisel tarihinin sorumluluğunu eline alır, bu ise özgürlüğün minimum şartıdır, kendi tarihine yön verme konusunda iradeyi yine kendi eline almayan kimse özgür bir birey olarak tanımlanamaz. Bisikletin üzerindeyken dış dünya varlığını en yalın hâliyle bize dayatır, birey bisikletin üzerindeyken dış mekânın bütün bileşenlerine karşı tek başına mücadele etmek zorunda kalır. Bu durum onu eğitir, geliştirir, güçlendirir. Bunların hiçbirinde şiirsel bir yan yoktur, bunların tamamı çırılçıplak gerçektir. Hakikatin ta kendisidir.

"Bisikletçilik pratiğinin, hayattaki zevklerin herkesin önceliği haline geleceği ve herkese saygı duyulmasının sağlanacağı ütopik bir dünya hayalini akla yatkın kılması bile tek başına bize umut etmemiz için bir neden verir. Ütopyaya dönüş, gerçeğe dönüş - ikisi neredeyse aynıdır. Hayatı değiştirmek için haydi bisikletlerinize! Bisikletçilik bir hümanizmdir." (S.80) İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı bisiklete binmemek değildir, burada açık bir çarpıtma var. Hakikat şudur: Mülkiyet ilişkileri yüzünden insanlar arasında bir eşitsizlik vardır. Mülkiyet üzerindeki eşitsizliği gidermeden insanlar arasındaki eşitsizliği sadece bisikletçilik pratiği üzerinden sağlamaya çalışmak gerçekçi bir hedef değildir. Yazar diğer bölümlerde olduğu gibi burada da bisikletçilere şirin gelecek söylemlerle edebiyat yapmanın ötesine geçemiyor, kitabın sonuna geldiğimiz bu bölümde açıkça fark ediyoruz ki aslında yazar edebiyat yapmanın ötesine geçmek de istemiyor. İstese bunu çok rahat yapabilecek kapasitede entelektüel donanıma sahip olmasına rağmen retorik üzerinden kitleleri manipüle edip popüler olmayı ve övgüler almayı daha kolay ve daha ulaşılabilir bir hedef olarak kendine koyuyor. Kitabın genelinde durum böyle, hakikate en çok yaklaştığı noktalarda bile bir popüler olma arzusuyla gerçeği ortaya koyuyor. Burada amaç hakikati ortaya koyarak hakikatin hakkını vermek değildir, asıl amaç hakikatin inandırıcılığını kullanarak yaratmaya çalıştığı bisiklet mitine, bisiklet ütopyasına, bisiklet mucizesine alan açmaktır. Sözgelimi "Bisikletçilik bir hümanizmdir." söylemi hakikatini ta kendisidir; ama ona gelene kadar savunulan tüm fikirler hakikatin dışında yazarın teorik fantezilerinin bir ürünüdür. Bisikletçilik pratiği insanı süreç içinde eğiterek kaba bir insandan eylemli bir hümanist yaratan niteliğe sahiptir; fakat bunu ütopyaya dönüş ile gerçeğe dönüşü birbirine eşitlemek suretiyle yapmaz. Aksine bisikletçilik pratiği bunu bireyi apaçık ve yalın gerçekliğe daha da yaklaştırarak yapmaktadır.

SONUÇ

Toplamda 80 sayfa tutan bir "felsefe" kitabı -punto abartılmamış olsa hepi topu bir forma- hakkında bu kadar derin düşünüp uzun uzun eleştiri yazmaya değer miydi? Kitabın kendisi bağlamında düşünecek olursak evet değmezdi; fakat kitabın bisiklet kültürü konusunda yaratacağı zihinsel tahribatı önlemeye değer bir çaba yürüttüğüme inanıyorum. Zira toplumsal mücadelenin her alanına "sivil bir örümcek" gibi ağ ören emperyalizm, ülkemizde yeni yeni popülerleşen bisiklet aktivistliği alanını boş bırakacak değildi. Ülkemizin neoliberal bisiklet aktivistlerine felsefî bir kaynak kitabı olması amacıyla bu kitabın basıldığında inanıyorum. Yayınevi editörlerinin pandemi koşullarında can çekişen bir yayıncılık sektörü gerçeğine rağmen bu kitabı basmaya nasıl ikna oldular, çok merak ediyorum doğrusu. Zira bu ülkede bisiklet konulu bir kitaptan para kazanılamaz. Sosyolojik alt yapımız buna pek müsait değil.

Her şeye rağmen bisikleti merkeze alan bir felsefe kitabının Türkçeye çevrilmesi ve ülkemizde yayımlanması olumlu bir gelişmedir. Kitap, bütün kusurlarına ve kuramsal temelinin çürüklüğüne rağmen bisiklet konulu kitaplar alanında tam bir çölü andıran yayın dünyamızda farklı bir seçenek olarak kendini gösteriyor. Türkçe dilinde daha fazla basılması gerektiğini düşündüğümüz bisiklet kitapları alanında gözlemlediğimiz kapatılamaz açığın bir bölümünü olsun örtmeyi başarabiliyor. Okunmalı, tartışılmalı, eleştirilmeli... 

Eleştiren herkesin hain ilân edildiği bir toplumsal ortamda bir bisiklet kitabını eleştirme cesaretini gösterdiğim için beni kutlamanızı beklemiyorum. Her türlü linç girişimine açığım. Evet, neydi bir aralar çok popüler olan o pejoratif laf? "Siz vurdunuz da biz ölmedik mi?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder