17 Mayıs 2021 Pazartesi

MUSTAFA İŞCİER, İKİ PEDAL ARASINDA


Görme engelli bisikletçi Mustafa İşcier’in bisikletli yaşamına dair deneyimlerini anlattığı “İki Pedal Arasında” adlı bir kitabı yayımlandı. Kitap, görme engelli bir bisikletçinin deneyimlerini anlatması bakımından bizim yayın dünyamızda bir ilk. Mustafa İşcier, bu kitabında bisikletle tanışma hikâyesinden başlayarak çıktığı uzun mesafe turlarını, tadına doyulmaz arkadaşlık deneyimlerini anlatıyor.

 
Görme engelli bir bisikletçi ne kadar bisiklet sürebilir ki demeyin! Mustafa İşcier’in bisikletle gezdiği yerleri otomobille bile gezemeyenler var. Bir bakıyorsunuz benim diyen bisikletçinin gitmeye cesaret edemeyeceği bir rotada Ordu-Tokat arasını turluyor, bir bakıyorsunuz Bursa’da bisikletle fink atıyor, kayalıklara tırmanıyor, oradan Batı Karadeniz’e geçiyor, sonra Ege sahillerinde turluyor. İhtiyaç sahiplerine bisikletle “engelsiz çorba” dağıtıyor, Kuzey Ormanları Savunması’na katılıyor, Kaz Dağları’na tırmanıp Ekofest’e destek oluyor. Nevşehir Gran Fondo’da yarış koşmuşluğu bile var. Görme engelli bireylere bisiklet deneyimini yaşatmak için kurulmuş Eşpedal Derneği’nin kurucu başkanlığını da üstlenmiş. Maşallah, on parmağında on marifet var.
 
İki Pedal Arasında adlı kitabında Mustafa İşcier, yukarıda özetlediğimiz şeyleri yaparken başından geçen ilginç olayları ve deneyimlerini anlatmış. İlginç tur günlükleri de var, yaşama dair oylumlu çözümlemeler de… Benim en çok dikkatimi çeken şey bisiklet deneyimi sırasında edindiği dostları oldu. Hepsi de birbirinden güzel, pırıl pırıl insanlar! Bu bisiklet denen gavur icadında bir şeytan tüyü var, üzerine binen her insanı bir şekilde güzelleştiriyor galiba. Boşuna “şeytanarabası” denmemiş kendisine evvel zamanda. Paylaşma, dostluk, dayanışma, uyum, özveri… İnsanı insan yapan pek çok erdemi içinde barındırıyor. İnsan bisiklete bindiği zaman dünya değişmiyor belki ama bisiklete binen insan kesinlikle değişiyor.
 
Görme engelli birinin bindiği bisikletin şeklini şemailini merak edenler mutlaka vardır. Bu bisikletlere “tandem bisiklet” yahut kısaca “tandem” deniyor. Tandem bisikletler, iki kişinin aynı anda bisiklete binmesine olanak tanıyan makineler. Kısacası çift kişilik bisiklet. Önde gören bir pilot, arkada görme engelli bir yardımcı pilot oluyor. Birlikte pedal çeviriyorlar. Böylece görme engelli bireyler de bisiklete binme deneyimini tadabiliyor. Mustafa İşcier ve arkadaşları, tandem bisikletleri görme engellilere bisiklet sürme deneyimini yaşatmak için kullanıyorlar. Sanılmasın ki bu bisikletler engelli bireylere bisiklete binme deneyimi yaşatmaktan başka bir işe yaramaz. Tandem bisiklet, nasıl ki gözleri görmeyen Mustafa İşcier’e bisiklete binme deneyimi yaşatarak onun farklı duyguları tatmasına imkân tanıyorsa bizlere de birbirimizi tanıma konuşunsa yardımcı olabilir. Daha nice nice faydaları var tandemin, anlatmakla bitmez. Burada lafı kısa kesiyoruz, belki sonra onu da ayrıntılı olarak anlatırım. Tandem bisikletlerin görme engelli bireylere neler kattığını öğrenmek istiyorsanız bu kitabı mutlaka okumalısınız.
 
“Eeee, yâni? Körün biri bir gün bisiklete binmiş, sonra da oturup hatıralarını yazmış da bize ne faydası var?” mı dediniz? Doğru söylüyorsunuz, size hiçbir faydası yok bu kitabın. Zaten sizin gibi düşünen insanlar için bu dünyada bu güne kadar yazılmış herhangi bir kitabın zerre kadar bir faydasının dokunacağına da inanmıyorum. Bundan sonra yazacaklarım sizi ilgilendirmiyor. Okumayın. Gerek yok. Ayrıca bu dünyadaki varlığınıza da gerek yok. Türemeyesiniz inşallah! Eveeet, ne diyorduk? Tamam. Mustafa İşcier bu kitabı niçin yazmış, niçin bastırmış, niçin daha çok insan tarafından satın alınıp okunmasını istiyor? Açıklayalım:
 
1. Bu kitabın geliriyle tandem bisikletler alınacak, bu bisikletlerle daha fazla görme engelli yurttaşımızın bisiklete binme deneyimini yaşaması sağlanacak.
2. Tandem bisikleti sürebilmek için iki kişinin bir araya gelip eşleşebilmesi gerekiyor. Tandem bisikletleri sürecek pilot ve yardımcı pilotların eşleşmesi için mobil bir uygulama oluşturulacak. Görme engelli bireylerimiz bu uygulama üzerinden pilotlarını rahatça bulabilecek.
3. Son olarak da gören ve görmeyen tüm bisikletçilerin deneyimlerini paylaştığı bir e-dergi çıkarılacak. Bu kitabı satın alarak yukarıdaki üç amacın gerçekleşmesi için bir katkı sunmuş olacaksınız.
 
Biz yazıcıların büyük üstadı Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde adlı romanının bir yerinde şöyle diyor: İnsan, insan için canını verebilmeli, yoksa kalabalık etmemeli dünyamızda. Ben sizden canınızı vermenizi istemiyorum, o seviyeye erişebildiyseniz ne mutlu size. Sadece İki Pedal Arasında adlı kitabı satın alarak, satın aldırarak başka görme engelli bireylerin de bu güzel deneyimleri yaşayabilmesine katkı sunmanız yeterli olacak. İnsan yan yana gelip çoğaldıkça daha da güçlenir, insan varlığını paylaştıkça zenginleşir.
 
Ama yine de bu kitabın en büyük faydasının görme engelli bireylere bisiklet sürme deneyimi yaşatmak olmadığını düşünüyorum. Bu kitap, kendisini okuyan insanlara görmemenin bu hayatı yaşamaya engel olamayacağını anlatacak. İki tane gören göze sahip olmasına rağmen yine de göremeyen insanların bazı gerçekleri görebilmesine vesile olacak. Bunlardan daha önemli olan bir kazanım daha var bence. Bu kitap, görme engelli bireylerin daha kolay pilot bulabilmelerini sağlayacak. Zira ben tandem bisikletin sadece görme engelli bireyler için farklı bir deneyim olduğuna inanmıyorum. İki gözü de sapasağlam olan bisikletçilere görme engelli biriyle aynı bisikleti paylaşma deneyimini de yaşatacak. Gören bisikletçiler bu kitapta anlatılan güzel duyguları yaşayabilmek için görme engelli bir arkadaşımıza pilot olmaya çalışacak. Sevgi, paylaştıkça çoğalacak. Dünyamız eskisinden daha güzel bir yer olacak.
 
Görme engelli bireylere yaşamı daha zor hale getiren biz gören bireylerin duyarsızlığıdır. Görmemek başlı başına büyük bir engel iken bir de bizim duyarsızlığımızın, umarsızlığımızın karşılarına çıkardığı engellerle mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Sosyal sorumluluktan uzak tutum ve davranışlarımız yüzünden bu hayat görme engelli bireyler için daha zor hâle geliyor. Kendimiz yahut ailemizden biri görme duyusunu kaybedene kadar görmemenin ne menem bir şey olduğunu anlayamıyoruz. Her konuda olduğu gibi bu konuda da empati yapmayı beceremiyoruz. Ancak kendi başımıza gelince anlıyoruz bazı gerçekleri. Eşekten düşmenin acı verici bir olay olduğunu anlayabilmek için illa ki eşekten düşmek zorunda mıyız?
 
İsmet Özel, Mataramda Tuzlu Su adlı şiirinde modern çağın sıkıntısıyla yaşamak zorunda olan insanlara yanıtlayamayacakları kadar zor bir soru yöneltiyordu: “Uzak nedir? / Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için / gidecek yer ne kadar uzak olabilir?” Mustafa İşcier de bu kitabı okuyanların zihninde bir soru belirmesini istiyor: Kör nedir? Evet, gerçekten de kör nedir? Sadece gözleri görmeyen kişilere mi kör denir? Yoksa gören iki gözü de olmasına rağmen görmeyen, göremeyen, görmemeyi yeğleyen kişiye mi kör denir? Kitabı okumaya devam ettikçe şunu mutlak bir kesinlikle kavrayabiliyoruz ki gözleri görmeyen birine kör diyemeyiz. Zira Mustafa’nın da gözleri görmüyor; fakat o, bazı gerçekleri iki gözüyle dünyaya bakan pek çok insandan daha iyi görebiliyor. Mustafa’nın gözleri “kendinin ücrasında yaşayan” bir insanın gözleri değil. Âşık Veysel gibi gözleriyle göremediği bu dünyayı gözleriyle gören birçok insandan daha iyi anlayabiliyor. Bu bağlamda Elias Canetti’nin Körleşme romanında sergüzeştini anlattığı Profesör Kien’i de anmadan geçmeyelim. İnsan bazı gerçekleri profesör olsa bile göremeyebiliyor.
 
Sonra da modern insanın kucağına pimi çekilmiş bir el bombası gibi şu soruyu bırakalım: Gözlerinizle görebildiğiniz konusunda emin misiniz? Gerçekten görebiliyor musunuz? İki gözü de görmeyen Mustafa İşcier görebiliyor, peki siz? Gördüklerinizin ne kadarı gerçek, ne kadarı yalan, ne kadarı kurgulanmış bir gerçekliğin ürünü?

9 Mayıs 2021 Pazar

KAPİTALİZM BİSİKLETİ SEVMEZ Mİ ACABA?


Geçen günlerde böyle bir tweet bisiklet gündemine bomba gibi düştü. Benim görebildiğim kadarıyla bisikletle ilgili her mecrada hunharca paylaşıldı. Forumlarda ve gruplarda dehşetli tartışmalar yarattı. Bisiklete ilgi duyan ve bu ilgisini sosyal medya araçlarını kullanarak insanlara aktarmaya çalışan birçok insan bu tweete paylaştı. Böyle kalsaydı sosyal medyada görüp hiç umursamadığım akıl, bilim ve mantık dışı onlarca mesajdan biri de budur deyip geçecektim. Benim iflah olmaz bir antikapitalist, çılgın bir bisiklet tutkunu olduğumu bilen bir arkadaşım bu resmi WhatsApp mesajı ile bana iletince işin çığırından çıkmış olduğunu anladım. İş WhatsApp toplu mesajlarına kadar düştüyse mesele ciddi dedim. Derhâl görev başına geçerek yanlış bilgilendirilen kitleleri aydınlatmam gerektiğini anladım (!) Oturup bu çok uzun ve gereksiz yazıyı kaleme aldım.  

Şimdi bu tweete madde madde irdeleyelim:

1. "Kapitalizm bisikleti sevmez." Acaba? Kapitalizm ve ondan beslenen kapitalistler, basit insanlar gibi "sevmek-sevmemek" gibi duygusal motivasyon araçlarına pek saygı duymaz ve değer vermez. Kapitalizmin en temel ilkesi minimum çaba ile maksimum kazancı elde edebilmek, bunu yaparken de işçi sınıfının ürettiği artık değeri kasasına indirerek sömürüye devam etmektir. Kapitalistler bu amaca hizmet edecek her nesneyi severler, severek kullanırlar, kullanılmasını gönülden desteklerler. Kapitalistler ucuza üretip pahalıya satabildikleri, üzerinden kazanç elde edebildikleri her türlü yatırım aracını severler. Buna bisiklet de dâhildir. Bir kapitalistin bakış açısından üzerinden kâr elde edilebilen her nesne sevilesi, saygı duyulası bir nesnedir. 

Satın aldığınız her bir bisikletle kapitalistlere para kazandırıyorsunuz aslında. Otomobil satın almak ile bisiklet satın almak arasında öyle muazzam bir fark yok maalesef. Otomobil satın aldığınızda otomobil endüstrisinin kapitalistlerine para kazandırıyorken bisiklet satın aldığınızda bisiklet endüstrisinin kapitalistlerine para kazandırıyorsunuz. Bindiğiniz bisikletin tekerinden gidon bandına kadar kendiniz üretmiyorsanız bisiklet satın aldığınızda da kapitalistlere para kazandırıyorsunuz demektir. Ayrıca o bisikleti kullanmaya devam ettikçe eskiyen, yıpranan, bozulan parçaları yenileriyle değiştirmek zorunda kalarak bisiklet endüstrisine yedek parça üreten alt kapitalist işletmelerin sahiplerini de zengin edeceksiniz. Kısacası kapitalist ekonomi modelinin uygulandığı bir ülkede bisiklet kullanmak da kapitalizmin çıkarlarına hizmet etmektedir. Sadece, bisiklet kullandığınız zaman otomobile göre daha az sömürülmektesiniz. O kadar...

2. "Çünkü bisiklet sürmek ekonomi için kötüdür." Hangi ekonomi modeli açısından kötüdür? Sözgelimi gelişmekte olan ülkelerin ekonomisi ile gelişmiş ülkelerin ekonomisi açısından durum aynı mıdır? Neoliberal ekonomik model, Keynesyen model, ithal ikameci model, sosyalist model, karma ekonomi modeli, planlı ekonomi modeli... Bisiklet sürmek bu ekonomi modellerinden hangisi için kötüdür, iyi değildir? Neresinden bakarsak bakalım sığ bir bakış açısı bu. Ayrıca nesnel gerçekliğe göre de doğru değil bu yargı. Zira bisiklet kullanmak ekonomi için oldukça iyidir. Bu yargıdan sonra verilen tüm örnekleri teker teker irdeleyince niçin ekonomi için iyi olduğu berreklaşacak; ancak şimdilik genel ekonomi bilimi bağlamında konuya değinmekle yetineceğim.

Bisiklet sürmek, yukarıda sıraladığımız ekonomi modelleri arasında sadece gelişmekte olan ülkelerin ekonomisi için kötüdür, o da sadece kısa vadede ve kamu maliyesi açısından... Zira bu ülkelerde özel sektör yeni yeni palazlanmaktadır, finansal yapı güçlü değildir, ekonomiyi güçlendirecek yapısal reformlar yapılmamıştır, sermaye birikimi konusunda sorunlar vardır, kamu maliyesini ayakta tutmak için tüketime konulan dolaylı vergiler hayatî bir öneme sahiptir. Böyle ülkelerde iç tüketimi daraltan, talebi azaltan her uygulama devlet için vergi kaybı demektir. Kısa vadede kamunun gelir kaynaklarının azalmasına, bütçe açıklarının artmasına neden olur; ancak uzun vadede tüketilmediği için tasarruf edilen kaynaklar sermaye birikiminin hızlanmasını sağlar, ülkenin dış finansal kaynağa olan ihtiyacının azalmasına neden olur ve dolayısıyla ekonomiyi uzun vadede düzeltir. Bisiklet sürerek tasarruf edilen kaynaklar önünde sonunda, mutlaka bir yatırım aracına yönlendirilmek zorundadır. Tasarruf birikimi, birikim yatırımı doğurur. Zira boş durmak sermayenin doğasına aykırıdır. Paranın doğasında yoktur bu. Yatırıma yönlendirilmeyen her 100 dolarlık sermaye birikimi o yılın sonunda en iyi ihtimalle 95 dolara düşer, para miktarı değişmese bile paranın alım gücü azalır. Hele hele yüksek enflasyonla yaşamak zorunda kalan gelişmekte olan ülkelerde durum daha da acımasızdır. 100 birimlik ulusal paranın alım gücü yıl sonunda %35 oranında düşebilir.

3. "Bisiklet süren otomobil almaz." Acaba? Otomobil satın alabilecek ekonomik düzeye sahip olmasına rağmen otomobil satın almayarak hayatın her aşamasında her zaman bisiklet kullanarak yaşamını idame ettiren kaç kişi var? Avrupa'da sayıları kaçtır bilemiyorum; fakat Türkiye'de birkaç yüz kişi ya vardır ya yoktur. Çevremde bisiklete binen kaç kişi varsa bakıyorum, hepsinin arabası var. Ekonomik durumu iyi olup da otomobil sahibi olmayan bisikletçi sayısı çok az. Kısacası bisiklet sahibi olanlar bal gibi de otomobil satın alıyorlar. Hatta hatta şehrin dışına çıkana kadar otomobilini kullanıp kırsal alanda turunu yaptıktan sonra bisikletini arabasına yükleyip evine dönen bisikletçiler var. Bunlar, bisiklet sürmek için daha güvenli yolların bulunduğu alanlara gidebilmek amacıyla otomobillerini kullanıyorlar. Ulaşım amaçlı olarak bisiklet sürenlerde de durum aynı... Dört mevsim her türlü hava şartında ulaşım ihtiyacını bisikletle karşılayan insanlar çok az. Onlar bile yağmurlu, karlı ve soğuk havalarda işe otomobilleriyle yahut toplu taşıma ile gitmeyi tercih ediyorlar.

4. "Dolayısıyla akaryakıt da almaz." Bir önceki paragrafta bisiklet sürenlerin bal gibi de otomobil satın aldığını ifade ettik. Otomobil satın alma yargısı ile akaryakıt satın alma yargısı aynı önermenin iki bileşenidir. Bisiklet sürenlerin büyük çoğunluğu otomobil sahibi olduğu için doğal olarak akaryakıt da satın almak zorunda kalıyorlar. Burada şunu söylemeden geçmeyelim: Bisiklet süren bir otomobil sahibi, bisiklet sürmeyen bir otomobil sahibine göre daha az miktarda akaryakıt tüketir. Akaryakıt tüketiminin azalması bizimki gibi petrol kuyusunun üzerinde yaşamayan ülkelerin ekonomisi için oldukça iyidir. Her yıl cari açık vermede yeni rekorlar kıran ülkemizin cari açığının artmasında petrol ithalatının önemli bir payı var. Akaryakıt tüketimi azalırsa cari açığımız da azalır. Kısa vadede akaryakıttan alınan vergilerin azalmasına, dolayısıyla devletin vergi gelirlerinin azalmasına ve bütçe açığının artmasına neden olsa da uzun vadede dış ticaret açığını azaltır ve bu da ekonomimiz için oldukça faydalıdır. Suudi Arabistan ya da Venezuela gibi petrol kuyusunun üzerinde yaşayan bir ülke olsaydık akaryakıt tüketiminin azalması ekonomimiz açısından kötü olabilirdi, oysa biz buğday ambarının üzerinde yaşıyoruz. Bu da yakıt olarak bol karbonhidrata sahip olduğumuz anlamına gelir. Karbonhidratı yakıp enerjiye dönüştürmek için de bisiklet birebirdir.

5. "Kasko yaptırmaz." Otomobil sahibi olmayan bisikletçiler kasko yaptırmaz, otomobili kasko yaptırmaya değecek kadar pahalı olan bisikletçiler bal gibi de kasko yaptırır. 100 bin liralık arabaya kasko yaptıran insanların sayısıyla 500 bin liralık arabaya kasko yaptıran insanların sayısını bir karşılaştıralım. Arabası pahalı olanlar doğal olarak daha çok kasko yaptırıyor, ucuz olan yaptırmıyor. Benim çevremdeki insanlar hep ucuz arabalara biniyorlar ve benim çevremde kasko yaptırma oranı çok düşük. 50 bin liralık bisiklete binip bisikletini sigortalatan bisikletçiler de var. Buna ne diyeceğiz? Bence çok doğru bir iş yapıyorlar, zira bisiklet otomobile göre daha kolay çalınabilen bir nesnedir. 50 bin liralık bir bisikleti çaldırırsanız onu tekrar yerine koymak mümkün olmayabilir. Bu yüzden bisikletçiler de bisikletlerini sigortalatıyorlar.

6. "MTV ödemez." Türkiye öyle bir ülke ki bakkaldan satın aldığınız bir liralık sakızın yarısına yakın ücretini vergiler oluşturuyor. Tam bir dolaylı vergiler ülkesiyiz. Bu ülkede yaşıyorsanız vergi ödemek zorundasınız. Vergiden kaçabileceğiniz hiçbir alan yok, bir pet şişe sudan tutun da bisiklete kadar her kalemde vergi var. Bisiklet fabrikada üretilirken vergi ödeniyor, satın alındığında vergi ödeniyor, bisiklet sürerken içtiğiniz kolada yediğiniz muzda vergi ödeniyor. Otomobili olmayan bir bisiklet sürücüsü, otomobili olan bir bisiklet sürücüsüne göre daha az vergi öder, o kadar... Otomobil sahibi olmayan bisikletçi MTV ödemez, bundan tasarruf eder; fakat hayatın diğer alanlarının tamamında otomobil sahibi olan yurttaşlarla aynı oranda vergi ödemeye devam eder. Elimizde bilimsel bir veri yok, ciddi bir araştırma yapılsa belki de bisiklet kullananların otomobil kullananlara göre daha fazla vergi ödediği ortaya çıkacak, hiç şaşırmayacağım. Dedim yaa... Elimizde güvenilir araştırmalara dayanan net bir istatistik veri yok.

7. " Arabayı servise götürmez." Çok doğru. Arabayı servise götürmez; fakat bisikleti götürür. Farkındaysanız bisiklet tamir, bakım, onarım isteyen bir araçtır. Çabuk kirlendiği için sık bakım ister. Arabanızı yılda bir defa servisine götürüp bakıma sokarsınız; ama bisiklete aylık hatta haftalık olarak bakım yapmanız gerekebilir. Çok çok ucuz bir bisiklete binmiyorsanız bisikletin bakım masrafları da otomobiller kadar can yakıcı olabilir. Türkiye'de doğru düzgün bisiklet bulmak zor, doğru düzgün bisiklet tamircisi bulmak ise çok çok zor. Büyük şehirlerde yaşamıyorsanız üst seviye bisikletlerin bakım ve onarımını yaptıracak usta da bulamıyorsunuz. Bisikletinizin bakım, onarım işlerini kendiniz yapmıyorsanız bisikletin servis maliyetleri de otomobili pek aratmaz.

8. "Lastik almaz." Acaba? Bisikletinizi jantın üzerinde sürmüyorsanız yahut yere temas etmeden havada bisiklet sürmenin bir yolunu bulmadıysanız lastik almak zorundasınız. En azından yılda bir defa bir çift lastik masrafınız olacak. Evde el yapımı lastik üretmiyorsanız bisikletiniz için de lastik satın almak zorundasınız. Bisikletimi hemen her gün ulaşım amaçlı olarak kullanıyorum, yılda ortalama 7500 km yol gidiyorum. Bu koşullarda bile lastiklerim bir yıl dayanmıyor. Yılda 15 bin km ve üzeri bisiklet kullanan arkadaşlarımızın durumunu düşünmek bile istemiyorum. Onlar muhtemelen yılda iki kere lastik değişimi yapıyordur. Bisiklet lastiği ucuzdur diye düşünmeyin kazın ayağı öyle değil, en ucuz yol bisikleti lastiği 100 liradan başlıyor ki bu lastik çöp bile değildir; en fazla iki bin kilometre sizi götürür. Kaliteli bir yol bisikleti dış lastiği 2021 yılı rakamlarıyla 250 lira bandında dolaşıyor. Yılda iki adet dış lastik tüketsek 500 lira lastik masrafımız var. Olayın bir de iç lastik boyutu var. Bakınız onu unuttuk.  Ben yılda 8 adet iç lastik tüketiyorum. bisiklet lastiği otomobil lastiginden daha sık patlıyor. Otomobil sahibi yılda en fazla iki kere patlak lastiği onarmak için lastikçiye gider, bisikletçi ise hemen hemen iki haftada bir lastik yamalamak zorunda kalır. Yaz aylarında deve dikeni denen illetyus yüzünden daha sık lastik yamamak zorunda kalıyoruz ayrıca. En ucuz iç lastik 50 lira, ben yılda 8 adet iç lastik tükettiğime göre toplamda 400 lira iç lastik masrafım oluyor bir yılda. Bisiklet süren biri lastik almaz mantığı da çok saçma. Otomobil karada gidiyor da bisiklet havada mı gidiyor? Otomobil hareket ederken lastik eskitiyor da bisiklet eskitmiyor mu? Bisikletle yılda 15 bin kilometre yapan bir bisikletçi, bir yılda aynı kilometreyi yapan bir otomobil sahibine göre daha fazla lastik harcaması yapar. Aksini iddia eden doğru düzgün bisiklete binmiyor demektir, hobi bisikletçisidir. 

9. "İşin kötüsü sağlıklı olur, sağlıklı insan doktora gitmez, ilaç almaz." Kapitalizm için makul olan insanların sağlıklı olması mıdır, sağlıksız olması mı? Sağlıklı olmak kapitalizm için işin kötüsü müdür? Yoksa yüz yıllardır arzuladığı bir şey midir? Avrupa vahşi kapitalizmden daha yumuşak bir kapitalizme geçerken "sosyal devlet" denen bir soytarılığı piyasaya sürmüştü. Sonradan neoliberal kapitalistler bu naif burjuva lütfunu da askıya aldılar. Avrupa'da ya da ABD'de hastalanmamanızı tavsiye ediyorum. Ölürseniz kurtulursunuz, ölmezseniz sıkıntı büyük! Varisleriniz binlerce dolarlık, binlerce euroluk hastane faturalarıyla cebelleşmek zorunda kalabilir. 

Kapitalizmin sömürü çarkının işleyebilmesi için sağlıklı insanlara ihtiyacı vardır. Sağlıklı insan fazla rapor almaz, mecbur kalmadıkça izin kullanmaz, Bu durum da işveren açısından iş gücü kayıplarının minimize edilmesi demektir. 365 günde 5 gün hastalık izni kullanan bir işçi ile 10 gün kullanan işçinin kapitaliste maliyeti birbirinden farklıdır. Daha az hasta olan işçiyi daha çok çalıştırıp onun ürettiği artık değeri gasp ederek daha yüksek bir kar elde etme imkânı varken kapitalistler bu imkânı neden kullanmasın? Kapitalistler bizim gibi küçük düşünen adamlar değildirler, onlar için ilaç, doktor, hastane gelirlerinden yaşanacak kaybın hiçbir önemi yoktur, asıl önemli olan kalifiye işçiyi minimum maliyetle maksimum kâr ilkesine göre çalıştırmak, bunu yaparken de verimliliği arttırmaktır. Zira ölen bir işçinin yerine yenisini koymak çok kolaydır; fakat kaçırılan yüksek bir kâr fırsatını bir daha kolay kolay yakalayabilmeniz mümkün olmayabilir. Kapitalist işletmelerin insan kaynaklarına bu kadar önem vermelerinin nedeni işçiyi çok seviyor olmaları değildir. Kapitalistler için 100 dolarlık banknot, işçiden daha değerlidir.

Özellikle son 10 yıldır büyük kapitalist-emperyalist ülkelerin tamamında mikro hareketliliği arttırma yönünde hükümet destekli kampanyalar yürütüldüğünü gözlemliyoruz. Bunlara kapitalistler tarafından kurulan vakıfların da destek olduğunu görüyoruz. Sizce bunu niçin yapıyorlar? Daha fazla insanı hasta edip onlara daha çok ilaç satarak kâr elde etmek eskisi kadar verimli değil. Otomobil fabrikası olan bir kapitalistin adını taşıyan ve onun ailesi tarafından fonlanan bir vakıf niçin bisikletli yaşamı inşa etmeye hizmet eden projelere sponsor olsun? Herkes bisiklete binmeye başlarsa onlara nasıl araba satacaklar, değil mi? İnsanlara daha fazla mal satabilmek için onları daha sağlıklı bir biçimde daha uzun süre yaşatmak zorundasın. Kalp, şeker, tansiyon hastası olan insanlar mı daha fazla tüketim yapar, hiçbir sağlık sorunu olmayan ve spor yapan insanlar mı? Kronik hastalığı olan sağlıksız insanlar mı daha verimli çalışır, spor yapan sağlıklı insanlar mı? Herhangi bir kalp, şeker, tansiyon vb hastasını bir düşünelim, bu insan daha yüksek bir gelir elde etmek için sağlığını riske atacak düzeyde ağır çalışma koşullarını göze alabilir mi? Tabii ki alamaz, ucunda kesin ölüm var çünkü. Şimdi de herhangi bir spor yapan sağlık insanı düşünelim, bu insan daha yüksek bir gelir elde etmek için sağlığını riske atacak düzeyde ağır çalışma koşullarını göze alabilir. Çünkü spor sayesinde disiplin altına aldığı vücudunun bu zor koşullara karşı direnç gösterebileceğini düşünür ve hasta insanlara göre daha kolay risk alabilir. Şimdi bu örnekleme göre düşünelim: Kapitalistler bunlardan hangisini daha çok sevecektir? Sağlıklı insanları mı sağlıksız insanları mı?

Sonuç

Görüldüğü gibi kapitalistler bisikleti de bisikletçiyi de sever. Hele hele bundan sonraki yıllarda daha fazla sevecekler. O kadar çok sevecekler ki bisiklete binmeyeni işe almayacaklar. Kapitalistlerin bisikletlileri niçin seveceğini yukarıda madde madde açıkladım. Buraya kadar sabırla ve inatla yazıya devam ettiyseniz siz de bu gerekçeleri okumuş olmalısınız. Şahsen ben kapitalist olsam bu bisikletçileri çok severim. Zira her kapitalist gibi işçinin zeki, çevik ve çalışkanını severim. Bisiklete binip bana para kaybettirmediği gibi daha fazla para kazanmama imkân tanıyacak koşulları da bana yük olmadan, bir kuruş masraf yaptırmadan kendi eliyle yaratan işçi ise tadından yenmez. İleride bir gün Rokefeller yahut Rotschild ailelerinden birkaç kişinin "Bisikleti seviyorum." yazılı t-shirtlerle herhangi bir bisiklet etkinliğinde karşımıza çıkması sizleri şaşırtmasın. Zira ben şaşırmayacağım.

Her çeşit sığ ideolojik insandan korkacaksınız. Hele hele solcunun sığından daha fazla korkacaksınız. Zira hileli fikirleri ve riyakâr zikirleri ile kitlelerin aklını bulandırmak dışında hiçbir işe yaramazlar. Bir de rakı sofrasında üçüncü dubleden sonraki muhabbetleri güzeldir. Sığ solcuların bilincinde şişede durduğu gibi durmayan rakının mucidi her kimse bizi nasıl bir dertten kurtardığının farkında bile değil muhtemelen. Cehennemde bizi duyabiliyorsa kendisine minnettar olduğumuzu belirtmek istiyorum bu satırlarda. Stalin bu sığ ve çapsız solcularla aynı dönemde yaşasaydı bunların alayını tee Gulag Takım Adalarına kadar kovalardı, Mao derhâl yeni bir kültür devrimi atılımı başlatır bu çürümüş kafaları ÇKP yönetiminden tasfiye ederdi, Marx kahrından rakıya başlar, Engels'in bütün itidal çağrılarına rağmen kendini heder ederdi. 

Neyse gırgırı bırakalım ve bu haddinden uzun yazıyı bir sonuca bağlayalım artık. Sığ bir kapitalizm eleştirisi de şekil A'da görüldüğü gibi kapitalistlere yarar. Demek ki neymiş? Birrrrr.... Destursuz bağa girmemek gerekirmiş! İkiii... Cin olmadan adam çarpmaya kalkmamak gerekirmiş!!! Üççç... Sığ düşünce yine sığ düşünen kitlelerin beğenisini kazanırmış!!!