9 Mart 2025 Pazar

BİSİKLET FONU

2025 yılı için “Bisiklet Fonu” adlı yeni bir projeye başladım. Kent içi ulaşımda otomobil kullanmak yerine bisiklet kullanırsak ne kadar birikim yapılabileceğini uygulamalı olarak hesaplayacağım. Bir yıl boyunca işe, çarşıya pazara, markete, her zaman ve her yere bisikletle gideceğim. (10 yıldır bunu yapıyorum zaten, benim açımdan yeni bir olgu değil.) Bir yılda yaptığım toplam kilometreyi hesaplayacağım. Bu ulaşım ihtiyacımı otomobil ile karşılamış olsaydım ne kadar para harcayacağımı hesapladıktan sonra bu para ile çeşitli yatırımlar yapacağım. Bir yılın sonunda ulaştığım toplam tasarruf miktarını ve bu tasarruflar ile yaptığım yatırımların yıllık getirisini sizlerle paylaşacağım. Bu projeme “Bisiklet Fonu” adını uygun gördüm. 2025 yılı için bir yıllık bir planlama yaptım, sonraki yıllar için aynı projeyi farklı yatırım stratejileri ile uygulayacağım. Her yıl yapılan tasarrufları ve bunlar ile yapılan yatırımların getirilerini paylaşacağım. Ömrüm yeterse 10 yıl sonra projeyi sonlandıracağım. Bakalım toplamda ne kadar bir para biriktirmiş olacağım? Ben bunu çok merak ediyorum. Kişisel bir meydan okuma (challenge) gibi bir şey oldu benim için. Kimseye bir şey kanıtlama derdim de yok. Sonuçta hiçbir şey elde edememiş olsam bile sonucu şeffaf bir biçimde paylaşmaktan geri durmayacağım. Sonuç benim beklentimin dışında gerçekleşmiş olsa dahi bir bilim adamı nesnelliği ile sonucu sizlerle paylaşacağım. 

Ayrıca kent içi ulaşımda bisiklet kullanmak yerine otomobil sahibi olsaydım bu aracın da masrafları olacaktı. Kent içi ulaşımda otomobil kullanmanın maliyeti sadece yakıt parasından ibaret değildir. Hatta genele vuracak olursak yakıt maliyeti bir otomobilin diğer maliyet kalemlerinin yanında çerez parası gibi kalır. MTV, zorunlu trafik sigortası, araç muayene ücreti, kasko, periyodik bakım, yıllık yakıt ücreti gibi kalemler bir otomobilin en temel masraflarıdır. Otomobil satın alınca masraf bitmiyor. Satın alınırken otomobile verilen parayı “yatırım sermayesi” olarak düşünmek gerekiyor. Kullanılan her otomobilin aynı zamanda bir “işletme maliyeti” de var. Satın aldıktan sonra otomobili kapalı bir garaja çekip hiç kullanmasanız bile durduğu yerde aylık ortalama 3 bin ₺ harcıyor otomobil. 1300 cc altı bir motor hacmine sahip olan 2020 model ve üzeri alt sınıf bir otomobilin yıllık işletme maliyetini şöyle hesapladım: 2025 yılında alt sınıf bir otomobilin yıllık işletme maliyeti şöyledir: MTV: 7577₺, zorunlu trafik sigortası 6244₺, araç muayene ücreti (2 yıllık) 2620₺, kasko 6521₺, periyodik bakım 4500₺! Ben bu rakamlara nasıl ulaştım? Periyodik bakım ücreti hariç diğerlerinin tamamını internetten siz de sorgulatabilirsiniz. Üç aşağı beş yukarı benzer sonuçlara ulaşacaksınız. Yıllık bakım ücretini de ATO’nun 2025 yılı için sanayi esnafına önerdiği azami ve asgari bakım ücretleri rakamlarının ortalamasını alarak hesapladım. Benim günlük yaptığım kilometreye göre yıllık benzin harcamamı da 16200₺ olarak hesapladım. Bu rakama da şöyle ulaştım: Her gün ortalama 15 km yol yapıyorum. Aracımın şehir içi trafikte kilometrede 3₺ yaktığını varsayıyorum. Ayda ortalama 450 km yol yapıyorum, aylık yakıt harcamam 1350₺ oluyor, yıllık yakıt harcamam da 16200₺ oluyor. Bütün maliyet kalemlerimi topladığımda kent içi ulaşımda otomobil kullanmanın bana yıllık maliyetinin 43662₺ olduğu sonucuna ulaşıyorum. Yıllık maliyeti 12 aya böldüğümüzde 3638₺ sonucuna ulaşıyorum.

Otomobilin “işletme maliyeti” var da bisikletin yok mu? Onun da yıllık bakım masrafları olacak. Onları da kalem kalem bir köşeye yazacağım. Bir yılın sonunda bisikletin toplam işletme maliyetini tasarruf edilen miktardan düşeceğim. Son tahlilde yıl sonunda elde edilen birikim miktarının şeffaf olabilmesi için bu temel bir şart. Kent içi ulaşımda otomobilin yerine kullanacağımız bisiklet masrafsız bir araçmış gibi deneyi yaparsak nesnellikten uzaklaşırız. Bu da elde ettiğimiz sonucun güvenilirliğine güçlü bir darbe vurur. Şimdi bana “Kapitalizm bisikleti sevmez.” ya da “Eximbank CEO'su şöyle şöyle demiş.” gibi şehir efsaneleri ile yanıt verecek arkadaşlara tavsiyem bu blogda benim yazdığım ve bugüne kadar kendimi yazmaya zorlayarak kaleme aldığım tek yazı olan “Kapitalizm Bisikleti Sevmez Mi Acaba?” adlı yazımı okuyabilirler. Koskoca beş A4 sayfası boyutlarında bu konuyu ayrıntılı olarak açıklamıştım. Ulu Tanrım!!! Ne gereksiz ne boş ne anlamsız bir işti!!!! Pandemi sürecinde hepimiz benzer içerikli saçmalıklar yaptık. Geçelim… 

Konuya dönelim. Kent içi ulaşımda otomobil kullanmak yerine bisiklet kullanırsam ayda 3638₺ tasarruf edeceğim. Yıllık olarak da 43622₺ tasarruf yapmış olacağım. İş sadece burada bitmiyor. Bisiklet Fonu, bu işin neresinde diye soracaksınız. Tasarruf, sermaye birikiminin ilk ve en önemli aşamasıdır. İkinci aşama ise tasarruf edilen paranın yatırıma yönlendirilerek yavrulatma yöntemiyle çoğaltılmasıdır. Ben yatırım aşamasında 2025 yılı için şunu yapacağım: Tasarruf ettiğim bu parayı “kâr payı ödeyen hisse senedi fonları”na yatıracağım. Burada ikili bir kazanç var. Hisse senedi artışlarından yararlanarak paramı çoğaltacağım, ayrıca 3 ay ya da 6 ay aralıkla kâr payı ödeyen bu fonlar sayesinde parayı yavrulatmış olacağım. Biriktirdiğim her lot başına ödenen ₺ ile tekrar bu fonlardan sıfır maliyetli lotlar satın alacağım. 3 ya da 6 ay sonra onlar da kâr payı getirecek ve böylece birleşik bir kazanç elde edeceğim. 2025 yılında bisiklet kullanarak tasarruf ettiğim parayı böyle değerlendireceğim. Allah ömür verir de bu projeyi sonraki yıllara taşımak nasip olursa fon çeşitliliğini arttırarak toplam riski azaltacağım. Öncelikli hedefim yıl sonunda (2025 Aralık) 50 bin ₺ üzerinde bir birikime ulaşmak. Sonraki yıllara bakacağız artık. 

Tasarruf edilen parayı bir fon sepetinde biriktireceğim. Bu fon sepetinde şu fonlar yer alacak: 1. Azimut Portföy Kâr Payı Ödeyen Hisse Senedi Fonu (GSP) 2. İş Portföy Kâr Payı Ödeyen Hisse Senedi Fonu (KPH) 3. Ata Portföy Kâr Payı Ödeyen Hisse Senedi Fonu (AYA) 4. Kuveyt Türk Portföy Kâr Payı Ödeyen Katılım Hisse Senedi Fonu (KPA). Bu fonlardan GSP ve KPH, altı ayda bir olmak üzere yılda iki defa kâr payı dağıtıyor. AYA ve KPA fonları ise üç ayda bir olmak üzere yılda dört defa kâr payı dağıtıyor. Bisiklet Fonu'nda biriktirilen paralar düzenli aralıklarla bu fonlara yatırılacak, fonlara yatırılan paranın getirdiği kâr payları ile de tekrar bu fonlardan düzenli alımlar yapılacak. Bu fonların geçmiş getirilerine baktığımızda hiçbirinin uçan kaçan ya da bir anda çakılan fonlar olmadığını görüyoruz. Dördü de gayet saygın ve sağlam bir yönetim yapısına sahip. Neden bu fonları seçtim? Öncelikle kâr payı dağıttıkları için seçtim bu fonları. 10 yıl sonra dağıtılan kâr payları ile birlikte birleşik getirisi katlanacak. Bu fonlar BİST 100 içinde yer alan ve temettü dağıtan şirketlere yatırım yapıyorlar. Bu dört fonu aldığınız vakit neredeyse BİST 100 içinde yer alan temettü şirketlerinin tamamına birden aynı anda yatırım yapmış oluyorsunuz. Kısa vadede çok büyük getirileri olmuyor; ama orta vadede (3-5 yıl) ile uzun vadede (5-10 yıl) çok büyük getirileri olacaktır. Bunların içindeki en eski fon olan GSP’nin geçmişe dönük 10 yıllık performansına baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. 2025 yılında bisiklet kullanarak tasarruf ettiğim parayı bu fonlara yatıracağım. 2026’da projeye devam edersem fonları çeşitlendirmeyi düşünüyorum. Ama ilk yıl hiç kazanmamayı da göze alarak temel bir yatırım alt yapısı inşa etmeyi planlıyorum. 

Bisiklet Fonu adlı deneysel bisikletli tasarruf ve yatırım projem vatana, millete ve tüm bisiklet camiasına hayırlı uğurlu olsun. 04/01/2026 tarihinde deneysel çalışmadan elde ettiğim sonuçları yine buradan sizlerle paylaşacağım. Yazının başlığı da “Bisiklet Fonu 2025 Yıl Sonu Bilançosu” olacak. Bisiklet Fonu projesi ile ilgili özellikle karşıt görüşlerinizi benimle paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. Akıl akıldan üstündür. 

18 Aralık 2024 Çarşamba

BİSİKLET AKTİVİZMİ VE KENTLİ GENÇ KİTLELERİN KENT İÇİ ULAŞIM TERCİHLERİ ÜZERİNE BAŞIBOZUK DÜŞÜNCELER: YEL DEĞİRMENLERİNE KARŞI...

Son yıllarda YouTube üzerinden en çok dinlenen şarkılar arasında yer alan iki rap şarkısına bakarsanız o şarkı sözlerinde Otomobile Tapanlar Tarikatı'nın temel ritüellerini açık bir şekilde görebilirsiniz. “En güzel aşklar arabada başlar.”, “ Arabanın kusuruna bakmayın kızlar.”, “En güzel arabalar bizde var / En sarışınlar bizde var.” “Aksın sokaklara Mercedes Benz’ler.” “Koltuklar full arabada gaz pedal. “ Liste böylece uzar gider. Bu ve buna benzer ideolojik aygıtlar aracılığıyla kitlelerin bilincinde otomobil, kadına erişimin temel simgesi hâline getirilmiştir. Bu şarkıları papağan gibi tekrarlayan genç kitlelerin bilincinde otomobil ve kadın birbiri ile doğrudan ilişkili iki arzu nesnesi olarak öne çıkarılmaktadır. En güzel arabaya sahip olan genç erkek, en güzel kadınlara erişim sağlar. Böylece uygun dişilerle çiftleşme olanaklarına erişebilmesi sayesinde DNA’sını kopyalayabilir ve evrimsel olarak soyunu devam ettirme şansı daha yüksek olur. Bu şarkı sözlerinin bilinçaltı mesajlarının kodlarında bunlar yüklü. 

Meseleyi abarttığımı düşünenler olacaktır. Abartmıyorum. Etrafımdaki tam zamanlı bisikletçilere şöyle bir bakıyorum. Hepsi yalnız yaşıyor; bir başına, yalnız, yapayalnız… Kadın ya da erkek fark etmiyor. Günlük hayatta bütün işlerini bisikletle gören, asla bir otomobil sahibi olmayan, otomobil almayı da düşünmeyen tam zamanlı bisikletçilerin tamamı yapayalnız bir yaşam sürüyorlar. Evli değiller, düzenli bir ilişkileri de yok. Çünkü otomobili olmayan bir kadını ya da erkeği kimse tercih etmiyor. Kadınlar bu konuda erkeklere göre biraz daha şanslı sadece. O kadar… Ama uzun süredir çalışmasına rağmen hâlâ bir otomobil satın almayı başaramamış bir kadın, erkeğe göre daha dezavantajlı duruma düşüyor. Bunca yıldır çalışmasına rağmen nasıl bir otomobil bile satın alamamış acaba algısı oluşuyor erkeklerde ve erkekler bu durumu o kadındaki birtakım niteliklerin eksikliğine bağlıyorlar. Kimse müsrif bir kadınla evlenmek istemez. Evlenmiyorlar da zaten. Gerçek hayatın acımasız sosyolojik gerçekliği böyle. Deve kuşu gibi kafayı kuma gömmenin âlemi yok! 

Son yıllarda bozulan ekonomik veriler yüzünden gençlerin en fazla yakındığı durum sıfır arabaların artık satın alınabilir olmaktan çıkması olmuştur. Araba fiyatları gençlerin belli bir süre çalışarak satın alabileceği boyutları geçince hem sosyal medyada hem de gerçek hayatta gençlerin serzenişlerinde ciddi bir artış görüldü. Bugün sıfır otomobil fiyatları gençlerin satın alabileceği düzeylere düşşün yarın bu genç kitlelerin ekonomik kriz algısında radikal değişiklikler olur. Aynı denklemi I-phone üzerinden de kurabilirsiniz. Otomobil bir arzu nesnesi hâline getirildi, yahut arzu vaat eden diğer şeylere (saygınlık, kadınlar, arkadaşlar, ortamlar) ulaşmanın aracı olarak genç kitlelerin bilincine yerleştirildi. Ekmek olmadan yaşamayı hayal edebilen ama otomobil olmadan kent içi ulaşımı hayal dahi edemeyen bir genç kitle türetildi. Artık 18 yaşın altındaki genç bireylerde I-phone sahibi olmak saygınlık göstergesi olarak kabul edilirken 18 yaş ve üzerindekiler için bir otomobil sahibi olmak bir toplumsal saygınlık göstergesidir. 

Son yıllarda otomobil, bir erkeğin toplumsal statüsünü ortaya koyan temel bir gösterge hâline geldi. Erkekler; temelde otomobili olan erkekler ve otomobili olmayan erkekler olarak ikiye ayrıldı. Otomobili olan erkekler ise ucuz otomobili olan erkekler ve pahalı otomobili olan erkekler olarak ikiye ayrıldı. Rastgele bir sokak röportajında bile kadınların otomobili olan erkekler konusundaki olumlu düşüncelerini açıkça gözlemleyebilirsiniz. Tercih büyük çoğunlukla otomobili olan erkekten yana. Şehirli genç kadının arzuladığı erkek tipi, onu iş yerinin önünden lüks bir araba ile alıp bir yerlerde bir şeyler içtikten sonra yine o lüks otomobil ile evine bırakabilen bir erkektir. Onu toplu taşıma aracıyla işten almaya gelen erkek değil, ya da onu kan ter içinde bisikletle almaya gelen bir erkek hiç değil. Bu konuda en avantajlı grup, pahalı ve lüks otomobile binen erkekler. Böyle bir toplumsal ortamda gençleri bisikletli yaşama kazanabilmek mümkün müdür? Yel değirmenlerine karşı mücadele ediyoruz.

Son yıllarda kadın özgürleşmesi hareketinin (feminizm) kadınlara gösterdiği birincil hedefin bir araba ve ehliyet sahibi olarak erkek egemen zihniyete muhtaç olmadan serbestçe seyahat edebilme özgürlüğü olarak öne çıkarıldığını görürsünüz. Otomobil sahibi olmak, genç şehirli kadını büyükşehirlerin iğrenç toplu taşıma sistemlerinden uzaklaştıran bir olgu olarak da öne çıkmaktadır. Genç şehirli kadın, tez vakitte bir otomobil sahibi olmayı ve sıkış tepiş binilen, her türlü tacize son derece müsait olan toplu taşıma araçlarından kurtulmayı istiyor. Toplu taşıma araçlarını kullanmamak için motosiklet satın alan yüzlerce şehirli genç kadın tanıyorum. Motosiklet alıyorlar; çünkü araba satın almaya güçleri yetmiyor. Mâlum, genç ve niteliksiz kadın işçilere verilen ücretler ülkemizde oldukça düşük. Sonuç olarak günümüzde otomobil sahibi olmak kadın özgürlüğünün birincil göstergeleri arasında yerini almıştır. Artık kendi arabasını sürebilen kadın, şehirli çağdaş kadın olmanın birincil sosyolojik göstergesi olmuştur. Kendi ayakları üzerinde durabilen çağdaş şehirli kadın, kendi arabasını kendisi sürebilen, bunu başarabildiği için de erkeklere ihtiyaç duymayan güçlü kadındır. Güncel özgür kadın algısı maalesef böyle. 

Beni bilirsiniz. Kişisel gelişim kitapları okumam. Çok büyük bir yayın olayı hâline gelmediği sürece böyle kitapları okumak bana zaman kaybı gibi gelir. Ama bu kitapları okumayı çok seven bir arkadaşım bana yeni çıkmış bir kitaptan bir bölüm gönderdi. Konuyla ilgili olduğu için sizinle paylaşıyorum. "Mesela hem çocukluğunda hem de evliliğinde çok fazla olumsuz deneyim yaşamış bazı kadın danışanlarım ehliyet aldıklarında kendilerine güvenlerinin inanılmaz derecede arttığını, bu hayatta bir şeylere güçlerinin yetebileceğini ilk defa hissettiklerini söylediler." (Budak, 2024: 82). Ehliyet, Türk toplumunda eril bir iktidar simgesidir. Onu elde eden kadınlar da eril gücü ve iktidarı ellerinde tuttuklarını hissederler. Ehliyet sahibi olmadan da otomobil sahibi olabilirsiniz ama ehliyet, başka bir eril iktidar simgesi olan otomobili kullanmanızı sağlayan yasal araçtır. O olmadan yasal olarak otomobil ile trafiğe çıkamazsınız. Bu yüzden ehliyet sahibi olan kadın, bir şeylere gücünün yettiğini hissetmektedir. Ehliyet; onu güce ulaştıran ve onun değerli hissetmesini sağlayan bir arzu nesnesi ve bir güç kaynağıdır. 

Eskiden sadece erkeklerin arabalarıyla duygusal bir bağ kurduğunu duyardık. Artık kadınlar da arabalarıyla duygusal bir bağ kuruyor, yahut duygusal bir bağ kurduğunu söylüyor. Ev satın almak için arabasını satmak zorunda kalan kadınların hüngür hüngür ağladığını bizzat görmüşlüğüm vardır. Uzatmalı sevgilisinden ayrılırken bu kadar ağlamamıştı, bu derece yıkılmamıştı. Nedenini sorduğumda aldığım cevap beni hayretler içinde bırakmıştı: “Çocuğumdan ayrılıyor gibi hissettim.” Otomobil ile arasında kurduğu bağı, bir kadının bu dünyada sahip olabileceği en yüce duygu,  en yüksek gayr-ı resmî rütbe olan annelik üzerinden betimlemeye çalışan bir kadın! Alın size Otomobile Tapanlar Tarikatı'nın sadık bir müridi daha!!! Biz eskiden sadece erkeklerin Otomobile Tapanlar Tarikatı'nın müridi olabileceğini düşünürken hata yapmışız, geçen zaman içinde kadınlar her alanda olduğu gibi bu alanda da aradaki farkı hızla kapatıp öne geçmişler. Böyle bir ortamda gençleri bisikletli yaşama kazanmamız mümkün müdür? Bu da mı yel değirmenlerine karşı mücadele değil? 

Herhangi bir yerde işe başlayan genç bir bireyin -kadın ya da erkek fark etmez- belli bir miktarda birikim yaptıktan sonra ilk düşündüğü şey bir tur bisikleti alarak hafta sonu tatillerinde şehrin çeperlerinde uzun bisiklet turlarına çıkmak olmuyor artık. 70’li yılların hippileri bile -çok az bir kısmı olsa dahi- yıkık dökük arabalarla Hindistan turuna çıkıyordu. Farkında mısınız? İşe girip bir miktar birikim yapan gençlerin ilk satın alacakları şey bir otomobil oluyor, önce bir otomobil alıp onunla diyar diyar geziyorlar. Önce bir otomobil alıp gezmek istedikleri yerleri onunla geziyorlar, bisikletle değil, otomobille!!! Burayı uzun uzun tekrar ederek şiddetli bir biçimde vurgulamalıyız, çünkü burası çok önemli. Daha sonra bu arabayı satıp, geçen sürede biriktirdikleri parayı da üzerine ekleyerek 1+1 bir ev satın alıyorlar. Evin borcunu ödeyip bir miktar da para biriktirdikten sonra bir otomobil daha satın alıyorlar. Ekonomik döngü bu şekilde devam ediyor. Şehirli genç kitleler arasında yer alan istatistiksel olarak önemsiz sayılabilecek kadar küçük bir azınlık ise bisiklet satın alarak kent içi ulaşımını bu bisikletle yapmayı tercih ediyor. 

Şehirli genç kitlelerin işe gidiş geliş rutinleri de bisikletli ulaşımı destekleyecek bir mahiyette değil maalesef. Öyle değil ise kanıt gösterin, çünkü ben göremiyorum. Körüm belki de… Günlük hayatta da şehirli genç kitlelerin büyük bir çoğunluğu işe toplu taşıma araçları ya da kişisel motorlu araçları ile gidip geliyor. İşe yeni başlayan ve hiç birikimi olmayan bireyler toplu taşımayı kullanıyor. Biraz birikim yaptıktan sonra ya elektirikli bir scooter ya da 50 cc.lik bir benzinli motosiklet satın alıp onunla işe gidip geliyorlar. Biraz daha birikim yapınca motoru satıp biriktirdikleri paranın üzerine koyarak uygun fiyatlı bir otomobil alıyorlar. Zamanla birikimleri arttıkça arabanın modelini ve markasını da yükseltiyorlar. Önce düşük model ve ucuz bir İtalyan ya da Fransız otomobili ile başlıyorlar, daha sonra kademeli olarak Japon araçlarına geçiyorlar, en sonunda ise asıl ulaşmak istedikleri noktaya gelerek üç büyük Alman'dan birine geçiş yapıyorlar. Bisikleti ise bir kent içi ulaşım aracı olarak değil, hafta sonlarında spor yapmak için kullanılan rekreatif bir eğlence aracı olarak satın alıyorlar. Onlar bile otomobillerinin bagajına sığabilen bir katlanır bisikleti tercih ediyorlar. Yani bir bisiklet satın aldıkları zaman bile otomobil temel ölçüt olarak kullanılıyor. En ideal bisiklet otomobilin bagajına sığabilen bisiklettir!

Nasıl bir sosyolojik gerçeklikle mücadele ettiğimizi anlayabilmek için somut bir yaşantı örneği paylaşalım: 1.5 motorlu C segmenti Suv'una binerek AVM’de bulunan bir spor salonları zincirinin şubesine 20 km otomobil sürerek giden şehirli genç kadın ya da erkek burada bir buçuk iki saat antrenman yaptıktan sonra evine yine otomobil ile dönüyor, gidiş dönüş toplamda 40 km otomobil sürüyor. Üstelik spor salonuna da en düşük emekli maaşı kadar bir yıllık abonelik ücreti ödüyor. Ertesi gün de evine 10 km mesafedeki iş yerine aynı otomobili kullanarak gidiyor. Bu saçma sapan yaşam döngüsündeki akıl dışı ve verimsiz süreçleri görmüyor, yahut görse de görmezden geliyor. Bisiklet aktivistliği yapanların bir kısmı dahi kış aylarında spor yapabilmek için bu döngünün içine giriyorlar. Nereden mi biliyoruz? Şükürler olsun ki sosyal medya diye bir şey var ve insanlar her şeylerini orada paylaşmaya bayılıyorlar. İnstagram hikâyeleri çok derin sosyolojik analizler yapmamıza yarayacak oranda nitel veri sunuyor bizlere. Şimdi bu bireyleri nasıl otomobilden indirip bisiklete bindirmeyi düşünüyorsunuz? Spor yapmak için dahi otomobille 40 km giden birini işe bisikletle gitmeye nasıl ikna edeceksiniz? Kentli bireylerin kent içi ulaşımda işe gidiş geliş rutinlerini nasıl değiştireceksiniz?

Çalışan kitlelerin işe gidiş dönüş rutinlerindeki tercihleri sosyolojik olarak böyle gözlemleniyor. Ama bisiklet aktivistleri bu sosyolojik gerçekliği bir türlü görmüyor, görse de anlamıyor, nesnel gerçekliğin toptan reddi üzerine kurulmuş, gerçek hayatın somut verilerinden uzak, akıl ve bilim dışı önyargılarla sakatlanmış, masa başında klavye üzerinde geliştirilmiş kuramsal çalışmalar yürütüyorlar. Gerçek hayatta hiçkimse “arabadan inip bisiklete binmiyor”, tam tersine bir an önce arabaya binmek için can atıyor, o arabaya binmek için deli gibi para biriktiriyor, yetmezse çılgın düzeyde yüksek faizlerden kredi çekerek dört yıl boyunca bankaya köle gibi borç ödüyor. “Arabadan in, bisiklete bin!” sloganının ayakları yere basmıyor. Bu sloganı atan bisiklet aktivistleri bile günlük hayatta otomobil kullanıyor. Koskoca ülkede hiç otomobili olmayan, günlük hayattaki bütün işlerini bisiklet ile gören, ömründe hiç otomobil almamış bisiklet aktivisti sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. 

Bu sosyal kabuller değişmeden insanları bisikletli ulaşıma ikna etmeniz mümkün olmayacaktır. Siz ne yaparsınız yapın, ne söylerseniz söyleyin fark etmez; kent içi ulaşımda büyük kitlelerin tercihi otomobilden yana olacaktır. Yel değirmenlerine karşı mücadele eden Don Kişot durumuna düşmeyin. Rüzgâr bisikletli ulaşımın arkasından değil karşısından esiyor, ne ekonomik olarak ne de toplumsal olarak bisikletli ulaşımı destekleyici olumlu bir ortam yok. Hiçkimse ekonomik olarak iyice dibi görmeden otomobilini bırakıp bisiklete binmiyor. Ekonomik olarak iyice dibi görse bile bisikleti tercih etmeyen, gerekirse Tofaş'a bile binebilen büyük bir kitle var. Bu durum hiçbir şey yapmamamız gerektiği anlamına gelmez. Gerçekçi mücadele yöntemi nedir? Günümüzdeki kentlerin fiziki yapıları ve kenti içi trafiği göz önünde bulundurulduğunda hiçbir eğitimi ve deneyimi olmayan kitlelere kent içi ulaşımda “arabadan in, bisiklete bin” demek onları göz göre göre ölüme göndermekle eşdeğerdir. Daha gerçekçi daha ulaşılabilir hedeflerle yolumuza devam etmeliyiz. Türkiye'de Hollanda benzeri bir bisikletli yaşamı bizim ve bizden sonraki kuşağın göremeyeceğini artık anlamış olmalıyız. Bundan sonra hangi teoriye göre hangi eylemi geliştirmemiz gerektiğini bu sosyolojik yapıyı inkâr etmeden gerçekçi bir biçimde belirlemeliyiz.

Kaynakça

Budak, B. (2024). Hayat acemileri için yaşam rehberi. Kronik Kitap. İstanbul. 

12 Haziran 2024 Çarşamba

GRAN FONDO BİR BİSİKLET YARIŞI DEĞİLDİR!!!

Gran fondo bir "bisiklet yarışı" değildir. Gran fondo "bisiklet sporu" değildir. Gran fondo bir bisiklet turizmi etkinliğidir, gran fondo rekreasyon amaçlı bir bisiklet etkinliğidir, gran fondo bir bisiklet endüstrisi aracıdır; bu yargıların hepsine evet derim ve bu yargılara hiçbir şekilde itiraz etmem. Hatta bu ön kabulden hareketle bir bisiklet turizmi etkinliği olarak daha fazla fondo yapılmasını da desteklerim; ama bunların bisiklet sporu ya da bisiklet yarışı olarak pazarlanmasına tahammül edemem, bu düpedüz sahtekarlıktır. Ülkemizde düzenlendiği biçimiyle gran fondo “burjuva çocuklarının hafta sonu bisiklet eğlencesi”dir. 

Şöyle düşünelim. Beş yaşındaki çocuk da koşuyor ama onun yaptığı faaliyet atletizm sporu olarak kabul edilmiyor. Gran fondocular da bisiklet sürüyor; ama yaptıkları şey bisiklet sporu ya da yarışı değil. Bir turizm faaliyeti olabilir, bisiklet etkinliği olabilir, ama yarış değil ama bisiklet sporu değil. Rekreasyon etkinliği derseniz ona da tamam derim. Ama yarış ya da spor başlığı altında bunların ele alınmasını asla kabul edemem. Peki benim bu yargım ne zaman değişir? Gran fondo etkinlikleri ile bisiklete başlayan bir çocuk, profesyonel bisiklet sporuna geçiş yapıp Ahmet Örken gibi bir bisikletçi olabilirse fondolar hakkındaki bütün düşüncelerim değişir. Hayatta sınamamış fikir çöptür, fikri şekillendiren hayatın nesnel gerçekliğidir. Nesnel gerçeklik değişirse fikir de değişir.

Bisiklet camiasındaki bazı arkadaşlar gran fondoları futboldaki alt liglere benzetiyorlar. Peki, gran fondolar futboldaki alt liglere benzetilebilir mi? Hayır, bu öyle bir şey de değil. Bisiklet sporunda alt lig denen olgu günümüzde hiç yok. 60'lı 70'li yıllarda yapılan bölgesel yarışlar vs alt lig olarak kabul edilebilirdi. Sözgelimi Tornacı Hüsamettin'in oğlu Hıdır'ın komşusundan emanet aldığı bin liralık çelik bisikleti ile ücret ödemeden katılıp da yarışabildiği bir yarış değil bunlar. (70’li yıllarda bisiklet sporuna böyle başlayan bir demircinin oğlu Balkan Şampiyonu oldu. Bkz Erol Küçükbakırcı) O zamanlar alt lig benzeri bir oluşum Türkiye'de vardı ve bu oluşumlar bisiklet sporunda başarıyı getirdi. Bugün yok, ayrıca bisiklet federasyonu da bunu becerebilecek seviyede adamlar tarafından yönetilmiyor zaten. Geçelim.

İlk olarak şunu söylemeliyim ki Hollanda'da Belçika'da 5 bin kişinin katıldığı fondolar gördüm, duydum, biliyorum. Yazıyla da yazsan rakamla da yazsan beş bin (5000) çok büyük bir sayı. Adamlar ülkelerindeki bisiklet kültürünü öyle bir seviyeye taşımış ki bir gran fondoya beş bin kişi taşıyabiliyorlar. Biz ise gran fondonun ülkemizde olmayan bisiklet kültürünü geliştirmesini bekliyoruz. Adamlar öküzü arabanın önüne koşuyorlar, bizim yaptığımız gibi arabayı öküzün önüne koşmuyorlar. Yapılması gereken önce bisiklet toplulukları, okul eğitimleri, sonuç alıcı sosyal sorumluluk projeleri ile bisiklet kültürünü geliştirmektir, daha sonra gelişen bu bisiklet kültürünün üzerine de bir üst yapı kurumu olarak gran fondoyu yerleştirmektir. Benim yukarıdaki yargılarım Türkiye'deki gran fondolar ile ilgilidir. Buradakiler yarış da değil spor da değil. Ne olduğu da belli değil. Herkes kendi kafasına göre bir yorum yapıyor.

İkinci nokta ise şudur: Biz bu ülkede her şeyi Avrupa'daki örneklerine birebir benzer yapmak zorunda değiliz. Bizim ülkemizin koşulları çok farklı. O hâlde kurallar da bu koşullara göre yeniden tasarlanmalıdır. Sözgelimi Almanya'da muz yetişmiyor, orada muz yetiştirmek ne kadar mantıklı ise bizim ülkemizde de Avrupa fondolarına benzer organizasyonlar yapmak mantıksız. Bizim ihtiyaçlarımıza göre bunları tasarlamalıyız. Bizim ihtiyaç düzeyimiz, ruhuna el Fatiha okunacak seviyeye düşürülmüş bisiklet sporunu tekrar ayağa kaldırmak, öncelikle bir olimpiyat madalyası kazanmak, daha sonra ise üç büyük tura bisikletçi göndermek... Fondolar buna hizmet edecek biçimde tasarlanmalıdır. 

Yaklaşık olarak on yıldır Türkiye'de gran fondo yapılıyor, buralardan yetişen tek bir profesyonel bisikletçimiz yok. Evet, gran fondolar beyaz yakalı amatör bisikletçi sayısını arttırdı; ama bunlar da olimpiyat koşacak yaşı çoktan geçmiş kerli ferli, ensesi kalın tipler. Bugün pro olan bütün Türk bisikletçileri alt yapı takımlarından büyük fedakârlık ve zorluklarla yetişen gariban halk çocukları. Bir iç lastiği beş kere yamayıp antrenman yapa yapa bu seviyeye gelmişler. Fondoların bu çocukların üzerinde bir gram katkısı yok. Anadolu'daki dört beş fedakâr antrenör dışında kimse de bu çocukları sallamıyor. Fondocular büyük büyük bisikletçi, bu çocuklar ise sporun ötekileri... Fondo birincilerine binlerce liralık hediyeler verilirken bu çocuklara kupkuru bir teneke madalya veriliyor ki tanesini 30 liraya istediğiniz kırtasiyede yaptırabilirsiniz. Böyle bir çifte standart kabul edilebilir mi?

Ayrıca Avrupa'da yapılan gran fondolar ne kadar bisiklet yarışıdır? Avrupa'da yapıldığı biçimi ile gran fondoları bir bisiklet sporu türü olarak kabul edebilir miyiz? Bu konu dahi tartışmaya açıktır. Avrupa'da düzenlenen fondoları "bisiklet yarışı" yahut "bisiklet sporu" olarak değerlendirmek ya da değerlendirmemek benim haddim de hakkım da değil. Onu o ülkenin bisikletçileri değerlendirecek. Ben benim ülkemin koşulları ile fondo mantığını birleştirmek derdindeyim.

1. Bazı arkadaşlar diyor ki gran fondolar da olmasa ülkemizde bisiklet adına hiçbir şey yapılmayacak. Peki, gran fondolar da olmasa bisiklet adına yapılacak pek bir şeyin olmaması da acınılası bir durum değil midir? Kim düşürdü bu ülkede bu sporu bu seviyeye kadar? Bu çöküşün sorumlusu kim? Bu çöküşün nedeni ne? Bu sporun bu seviyeye düşürülmesini kabullenmeli miyiz?

2. Arkadaşlar diyor ki gran fondolara binlerce kişi katılıyor, bu kadar çok kişi katılıyorsa bunları bisiklet sporu olarak kabul etmeliyiz. Her sene Ayder Yaylası'nda geleneksel olarak düzenlenen tahta araba yarışlarına da binlerce kişi katılıyor, hatta Çeşme Gran Fondo’dan daha fazla katılımcı ve izleyici var o yarışlarda, o halde bu etkinliği de "spor" yahut "yarış" olarak kabul edebilir miyiz? Mesela Ayder Tahta Araba Rallisi adıyla Türkiye Otomobil Yarışları Federasyonu’nun yarış takvimine bunu yerleştirebilir miyiz? Böyle düşününce ne kadar komik geliyor değil mi? Ama benzer durum bisiklet sporunda gran fondolarda da var, ama ona kimse gülmüyor.

3. Bazı arkadaşlar da diyor ki Türkiye'de düzenlenen federasyon yarışları gran fondolardan daha kalitesizdir. Federasyon yarışlarının fondolardan daha kalitesiz olmasının sorumlusu kimdir, devlet destekli bir kurumun yaptığı etkinliğin alelade bir turizm şirketinin düzenlediği etkinlikten daha kalitesiz olmasının sorumlusu kimdir? 

Gran fondolara katılan bisikletçilerden bir katılım ücreti alınıyor, alınan ücretin de bir kısmı Türkiye Bisiklet Federasyonu'na aktarılıyor. Gran fondolardan elde edilen gelirin tamamı şeffaf bir şekilde ve liyakat esasına göre alt yapıdaki bisiklet takımlarına aktarılsın, bir daha federasyon aleyhinde cümle kurmam. Namus sözü veriyorum. Şart olsun. Ama bunu yapamayacaklarını da biliyorum; çünkü mecburiyetleri var. Onları o koltuklara getirenlere verdikleri maddi ve manevi sözler var. Yapamazlar. 

Antalya'da 10'dan fazla fondo düzenlendi bu güne kadar. Bugün Antalya gibi bir yerde alt yapıdan bisiklet sporcusu yetiştirmeye çalışan hocalar ne bulursak çocukları ona bindiriyoruz, elimizde antrenman yaptıracak doğru düzgün bisiklet bile yok diyorlar. Bisikletler farklı, ekipmanlar farklı, formalar farklı, kasklar farklı… Bugüne kadar saysak, Kapadokya Gran Fondo’dan başlasak mesela, 50’yi geçen sayıda gran fondo yapılmıştır bu ülkede. Bir gran fondodan elde edilen gelirle bir çocuğun bisiklet malzemesi masrafları çıksa idi bugün 50 çocuğu bir örnek tepeden tırnağa donatıp yarışa çıkarabilirdik. Yapıldı mı? Hayır! Yapılacak mı? İnanmıyorum. Herhangi bir Yıldız A ya da Yıldız B kategorisi yarış start listesini elinize alıp bakın, 50 çocuk var mı? Yahut o rakama 50 çocuk daha ekleyin. Gördünüz mü nasıl gelişiyor bisiklet sporu?

Bazı arkadaşlar diyor ki triatlon federasyonu da ücretli yarışlar düzenliyor, triatlon branşında da katılımcılardan yarış ücreti alınarak yarışlar yapılıyor, onların yaptıkları spor oluyor da gran fondolar neden olmasın? Öncelikle triatlon federasyonu çok farklı bir zeminde yer alıyor. Bizimki ile aynı kefeye konulması bile triatlon federasyonu camiasına büyük hakaret olur. Avrupa'da yarış koşup derece alan sporcuları var. Her organizasyonları karnaval gibi... İnsanlar o yarışlara yarışmak için değil eğlenmek için gidiyor. Mesela gran fondoda ölen bisikletçiler var, siz triatlon yarışlarında böyle bir olay yaşandığını gördünüz mü duydunuz mu? Başkanları zaten marka olmuş bir adam. Triatlonun Talat Tunçalp'i olacak. Efsane başkan diye anılacak. Paraları nereye harcarız değil nereden para kazanır da kazandığımız bu parayı triatlona yatırırız derdindeler... Mesela bizim Siverek'te bisiklet takımımız var, çok çalışkan ve inatçı bir hocaları var, aslan gibi çocuklar yetiştiriyor. Bu takım triatlon branşında olsa idi ne yapılır ne edilir bu takıma para bulunur, malzeme bulunur, bir yerlere gelmeleri sağlanırdı.

İkinci bir önerim de şudur: Bisiklet Federasyonu kendi yarışlarını özelleştirsin, kendi yarışlarını ihale usulü bisiklet turizmi şirketlerine pazarlarsın, bu yarışları da fondocular yapsın, ama profesyonel yarışçılar ile amatörler aynı parkurda yarışmasın. Mesela Türkcell Gran Fondo ile aynı gün farklı parkurlarda yarış koşulsun, elde edilen gelir minik ve yıldız takımlarına açık ihale usulü ile yerli bisiklet üreticilerinden bisiklet alınarak hibe edilsin. Beş yıl dibine kadar özelleşsin bisiklet sporu, beş yıl kâr amaçlı bir endüstri gibi çalışsın; ama kazanılan para ile de en az 25 alt yapı takımı finanse edilsin. Buna da varız. Üç büyük turun üçünde de bisikletçimiz yok, bu camia artık başarı görmek istiyor. Gurur duymak istiyor. Gran fondoda 2500 kişi start aldı vs vs bizi tatmin etmiyor artık. Olimpiyatta madalya, üç büyük turda bisikletçi görmek istiyoruz.

Ne zaman gran fondo ile ilgili aleyhte bir şeyler yazsam beni bu işleri bilmemekle suçlamak amacıyla Wikipedia’dan gran fondonun ne olduğunu anlatan bilgi sekmesi paylaşılır. Oysa burada bizim bilmediğimiz yeni bir veri yok. Hatta Gran fondolar hakkında bizim bildiğimiz fakat Wikipedia’da kaynak gösterilmemiş daha birçok içerik de mevcut. Gran fondo Wikipedia’da anlatıldığı biçimiyle tam olarak budur; fakat bizim ihtiyacımız bu mudur? Sözgelimi seneye 100 gran fondo yapılsa bu böyle dört yıl devam etse biz bir olimpiyat madalyası alabilecek miyiz? Üç büyük turda bir bisikletçimiz yer alabilecek mi? 

Evet 100 gran fondo yapılırsa bisiklete yönelik hizmet ve mal sunan esnaflar ciddi paralar kazanacak, helal-i hoş olsun, Allah betini bereketini arttırsın; ama bisiklet sporuna gran fondonun somut katkısı ne olacak? Alt yapı takımlarının hocaları bisiklet yedek parçası satan bisiklet esnafları ile üç kuruşluk iç lastik için pazarlık yapmak zorunda kalmayacaksa isterse 1000 gran fondo yapılsın, benim açımdan sorun yok. Bisiklet antrenörleri federasyonun tanımladığı aynakol dişli oranlarını tutturabilmek için bisiklet esnafları ile İmalat-ı Harbiye’den kalma ilkel torna teknikleri kullanarak dişlilere takla attırmak zorunda kalmayacaklarsa yılda 2000 gran fondo düzenlensin, ona da razıyız!!!

Ek olarak Avrupa'da şöyle, Amerika'da böyle ezikliğinden bu milleti kurtarmak zorundayız. Bizde nasıl olacak? Biz bu spora kendi damgamızı nasıl vuracağız? Mesele budur. Japonya'da Keirin var, tek bir Japon da çıkıp Avrupa'da pist bisikleti böyle yapılmıyor, biz geri kafalı ve gelenekçi ezik bir milletiz edebiyatı yapmıyor. Keirin yarışçıları tenezzül edip de olimpik pist bisikleti branşında yarışmıyor bile, aksine Avrupa'da yıllarca profesyonel düzeyde yarış koşup madalyalar kazanmış pro bisikletçiler Japonya'ya gidip keirinci oluyorlar. Gran fondo yapısal olarak Türkiye'nin nesnel koşullarına uyarlanarak yeniden tasarlanmalıdır. Avrupa'da şöyle oluyor, biz de aynısını yapalım diye dayatmak akıl ve mantık dışı bir ahmaklık örneğidir. Kültür, tarih, ekonomi farklarını bir kalemde geçtim; bu ülkede yetişen hangi ürün Avrupa'da da aynı kalitede yetiştirilebilir? İç Anadolu'da zeytin tarımı yapmak kadar saçma bir şey bu. Orası Avrupa, burası Türkiye! Oranın nesnel koşulları farklı, buranın nesnel koşulları farklı. Gran fondonun yapısı bu toprakların insanlarının ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlanmalıdır.

Gran fondo Avrupa'da şöyle, Amerika'da böyle edebiyatı yapanlar için son ve çarpıcı bir argüman paylaşarak yazıyı noktalıyorum. Türkiye'de koskoca Türkiye Bisiklet Federasyonu’nun başkanı gran fondo kürsüsünde ne arıyor? Avrupa'da herhangi bir ülkenin bisiklet federasyonu başkanı gran fondo açılışına katılıp boy gösteriyor mu, kürsüde ödül dağıtıyor mu? Avrupa'daki herhangi bir ülkenin federasyon başkanı bir yılda tüm kategorilerde 20 yarış düzenletmeyi başaramıyorken yılda 20 tane fondo düzenlenmesine önayak olup onları da federasyon faaliyet takviminde gösteriyor mu?

Şimdilik bu kadar… Ama devamı gelecek…


14 Şubat 2024 Çarşamba

YAKIT FİYATLARININ ARTMASIYLA BİSİKLET KULLANIMININ DA ARTACAĞINI SAVUNANLARA KARŞI TOPYEKÛN REDDİYE!

Hipokrat demiş ki “Uzun yol yürüyen uzun yaşar.” O da bir şey mi? Ben 10 yıldır "Otomobil ahmaklaştırır, bisiklet özgürleştirir." diyorum ama hâlâ kimse beni dinlemiyor. Doktorası olan öğretmenler bile spor salonuna otomobille gidip orada sözümona spor yapıp tekrar otomobille evlerine dönüyorlar. Ortalama kiloları 100'ün üzerinde. Bunu görünce artık bazı akademik sıfatlar bende anlamını yitirdi.

Onlara kent içi ulaşımda bisiklet kullanımının önemini anlatmak için çabalamıyorum artık, Hipokrat'ın ikna edemediği kafaları benim ikna etmem mümkün değil zaten!!! Tıbbı icat eden Hipokrat'a inanmayan homo sapiens türünün bana inanma olasılığı kuramsal olarak sıfır!

Ulaşım için otomobil sahibi olmak gerektiğini ve bunun karşı konulamaz bir zorunluluk olduğunu savunanlara bazen soruyorum: Ulaşım ihtiyacınızı karşılamak için otomobil satın alıp onun her türlü masrafına uysalca katlanıyorsunuz. Peki, süt içmek için inek alıp onun masraflarına neden katlanmıyorsunuz? Süt içmek de kalsiyum edinimi için zorunlu bir ihtiyaç sonuçta. (Veganlar öyle düşünmüyor.) Bana "Türkiye'de her markette süt bulabiliyoruz, neden inek besleyelim?" demeyin sakın. Zira Türkiye'de her yere giden toplu taşıma araçları da mevcut. Köylere bile köy minibüsleri ile ulaşmak mümkün. O hâlde niçin otomobil sahibi olup “otomobili besliyorsunuz”? Aklımda yine deli deli sorular. Geçelim.

Konumuz neydi? Evet, artan yakıt fiyatları ve bisiklet. Asıl konuya geçelim ve kazmamızı, küreğimizi elimize alalım, mezar kazmaya başlayalım. Sonuçta her “profesyonel gömücü”, ölüyü tez vakitte yıkayıp mezarıyla buluşturmalıdır.

YAKIT FİYATLARI, BİSİKLET YA DA TÜRKİYE'DE BİSİKLET AKTİVİSTİMSİLİĞİ ÜZERİNE MÜLAHAZALAR

Ülkemizde benzin mazot fiyatları 40₺''yi geçince Türkiye'de bisiklet kullanımı uçacak kaçacak diye propaganda yapan bisiklet aktivistimsileri vardı. Yakıt fiyatları 40₺’yi geçti. Godot’yu bekler gibi ülkemizde bisiklet kullanımının uçmasını kaçmasını bekliyoruz. Hacılar noldu o iş? Ne zaman gelecek bisikletin Godot'su?

Ülkemizde sosyoloji bilmez, ekonomi okumaz, bilimsel teorinin inşasında yöntembilimin öneminden habersiz zırcahiller sürüsü aktivist olursa sonuç böyle oluyor işte. Batı alanyazınından çevir çevir yaz entelektüelliğinin, kısaca fikir kompradorluğunun gideceği yol bu kadar. Bu noktadan sonrasında yola atlarla devam edeceğiz (!)

Özgür Orhangazi'nin Türkiye Ekonomisinin Yapısı kitabını okumamış, okusa bile anlamamış; ama bisikletin ekonomik olarak zorunluluk haline geleceği konusu üzerine teori kasmaya çalışıyor. Türkiye'de cinsiyet politikası ve eril iktidarın geleneksel kültürel uzantıları üzerine hiç düşünmemiş, ama yakıt fiyatları artınca bisiklet kullanımının da yaygınlaşacağını düşünüyor. Tek parametrede gerçekleşecek değişiminin toplumsal algılar üzerinde devrim niteliğinde etkilerde bulunacağını iddia ediyor. Bunlar çağdaş, uygar, laik… Biz çağdışı, köylü ve kabayız… Ben gerçekten ikna oldum, çağ buysa ben çağdışı olduğumu, şehirli zekâsı bu kadarsa ben köylü olduğumu, uygarlık bilim dışı sabuklamalar ise ben medeniyet yoksunu bir kaba olduğumu kabul ediyorum. 

Yakıt fiyatları artınca bisiklet kullanımı uçacakmış, kaçacakmış(!) Yersen! Bunun iddia edilmesinde bir beis yok bence, sonuçta ülkemizde mehdi olduğunu iddia eden insanlar da var, geçmişte oldukları gibi gelecekte de var olacaklar. Buna engel olamayız. Sorun şurada: Bunu iddia edenlere karşı akıl ve bilimi savunan kimse kalmadı. Bir kişi de çıkıp bunlara “Hadi oradan!” deme cesaretini gösteremiyor. Bisiklet camiasından aforoz edilme korkusu hakikati tesis etme arzusunun önüne geçmiş. Suskunlukları bundan…

Kimse bunlara "Bir dakika kardeşim, geceleri bisiklet sürerken sarı yelek kullanmak zorunlu olunca bisiklet kullanımına büyük bir darbe vurulacak!" dediniz ve teoriniz tutmadı; "Yakıt fiyatları artınca bisiklet kullanımı yaygınlaşacak!" dediniz, bu teori de tutmadı; "Pandemi yüzünden bisiklet kullanımı artacak!" diyordunuz, millet otomobil almak için sıraya girdi, bu da tutmadı. Ortaya attığınız hangi fikir varsa elimizde kalıyor, siz nasıl bisiklet aktivisti, siz nasıl "fikir adamı", siz nasıl bir teorisyensiniz ki ortaya attığınız tek bir fikrin bile gerçek hayatta bir karşılığı çıkmadı, çıkmıyor?

Kimse bunları sormayınca doğal olarak köpeksiz köyde değneksiz dolaşılıyor. Eleştirel düşünme ve sorgulamanın niçin bir 21. Yüzyıl becerisi olarak tanımlandığını şimdi daha iyi anlıyorum. Şimdi de “mikromobilite” ile otomobil kullanımı azalacak ve bisiklet kullanımı artacak diyorlar. Bekleyip göreceğiz bu teorinin de sunucunun ne çıkacağını. Bu noktada kayıtlara geçmesi maksadıyla sizlere tek bir şey söyleyeceğim: Otomobil Türkiye'de erkek cinsinin ikinci cinsel organıdır. Türk erkeği her şeyden feragat eder; ama otomobilinden feragat etmez, edemez, ettirilemez!!!! Türkiye'de bir erkeğin üç şeyi büyük olmalıdır: parası, arabası ve şeysi… Anladınız onu… “Söyletmen beni!” “Şeysi” maddesi ile evrim bilimi ilgileniyor, orası bizim konumuzun dışında. “Parası” maddesi ile ekonomi bilimi ilgileniyor, ekonominin mevcut durumu zaten ortada, anlatmaya gerek yok. Geriye bir tek “otomobili” seçeneği kalabiliyor. Ondan da vazgeçemiyorlar, vazgeçemeyecekler! Mevcut ekonomik durumları ile hangi otomobili alabiliyorlarsa onu alıp binecekler.

Sosyolojik olarak tartışılmaz bir gerçektir ki Türk erkeği otomobilinden vazgeçemez. Bana inanmayanlar, pazar günlerinde evlerine en yakın benzinliğin önüne mitili atarak otomobilini yıkayan erkekleri bir süreliğine uzaktan gözlemlesin. Sonra konuşalım. Rastgele bir sokak röportajında 100 kadına sorun, erkeğinizde hangi özelliklerin olmasını istersiniz diye. Büyük çoğunluğu diğer bütün olumlu özelliklerin yanı sıra “Arabası olsun, beni gezdirsin!” diye cevap verecektir. Gördüğünüz gibi otomobil kullanımı konusunda güçlü bir "cinsel seçilim" baskısı var. O erkekler o otomobilleri her koşulda ve her durumda alacaklar, yakıt fiyatları 100₺ olsa da otomobil fiyatları 10 milyona dayansa da türünün devamlılığını sağlamak isteyen ortalama bir erkek mecburen bir otomobil sahibi olacak!

HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA (OH YES, OHHH YESSS) ARTAN YAKIT FİYATLARI YA DA İNSANOĞLUNUN TEDAVİ EDİLEMEZ AHMAKLIĞI

Önce ucuz petrol fiyatlarıyla birlikte insanları otomobile iyice alıştırdılar. Sonra sizi otomobil olmadan günlük ihtiyaçlarınızı bile karşılayamayacak düzeyde uyuzlaştırdılar. Şimdi de istedikleri petrol fiyatını belirleyerek sizi inek gibi sağıyorlar. Ivan Illyich, Enerji ve Eşitlik adlı eserinde ayrıntılı olarak bu süreci açıklamıştı. Meraklısı kitabı bulup okusun. Uzun uzun anlatamam.

Bu durum tamamen sizin salaklığınız yüzünden oldu. Kimse sizin kafanıza silah dayayarak sizi buna zorlamadı. Otomobile tapanlar tarikatı müritlerine döndünüz. Vaktinde bu konuyu da “Otomobile Tapanlar Tarikatı” başlıklı yazımızda ayrıntılı olarak ele aldık. Okumadınız. Sahibiniz hangi petrol fiyatını belirlerse belirlesin itiraz etmeden itaat eden uysal köpeklere çevirdiler sizi.

Bu düzeni siz seçtiniz. Hiç boşuna ağlamayınız. Kent içi ulaşım ihtiyacını bisikletle karşılayan insanlarla alay ederken hiç ağlamıyordunuz oysa. Ekmek almaya bile otomobille giden ahmaklar toplumusunuz siz, size dayatılan petrol fiyatlarına da katlanmak zorundasınız.

Buradan yıllarca sizi uyardık. Bisiklet özgürleştirir, otomobil köleleştirir dedik. Dinlemediniz. İnsan bedeni iki ayak üzerinde hareket etme esası (bipedalizm) üzerine evrimleşmiştir, hareket etmez ise doğasına aykırı bir yaşam sürer ve dolayısıyla çeşitli sağlık sorunları yaşar dedik. Dinlemediniz.

Buradan yıllarca sizi uyardık. Bisiklet zenginleştirir, otomobil fakirleştirir dedik. Dinlemediniz. Gayri safi milli hasılası bize tur bindiren ülkelerde her geçen gün otomobil kullanımı azalıp bisiklet kullanımı artarken bizim ülkemizde otomobil satışları tarihi rekorlar kırdı. Ülkesinin topraklarından ulusal tüketim ihtiyacını karşılayacak kadar petrol çıkmayan bir ülkede insanları çılgınlar gibi otomobil almaya teşvik ettiler.

Bütün bu uyarılara kulak asmadınız. Kişisel konforunuzdan vazgeçemediniz. Bu yüzden 40₺+ benzin ve mazot fiyatları size müstehaktır. Daha beter olun. Daha fazla zam gelsin. Siz bu yakıt zamlarının tamamını fazlasıyla hak ettiniz. Az bile zam koyuyorlar bence... Ben olsam bu köleler toplumuna hiç acımam, daha fazla gömerim akaryakıt zamlarını! Nasıl olsa itiraz etmeyecekler. Nasıl olsa boyun eğecekler!!! 

Siz akaryakıt fiyatlarından sürekli şikayet ederken biz ise -yani size göre otomobil almaya gücü yetmeyen pis faakirler ile kışın soğuğunda bile bisikletle ulaşım ihtiyacını karşılayan akılsız salaklar- bisikletlerimizle bedava kent içi ulaşımın keyfini süreceğiz. Artan yakıt fiyatları yüzünden otomobiline binemez hâle gelen insanları uzaktan ve yakından keyifle izleyeceğiz.

Her gün, bugün yakıt fiyatlarından şikayet eden ve geçmişte bir süreliğine bile olsa bisiklet kullandığım için benimle alay edip beni aşağılayan bir insanın daha otomobiline binemez hâle gelişini zevkten dört köşe olarak izliyorum.

Bu manzaraları izlerken sadistçe bir zevk alıyorum. Orgazm bile bu kadar etkilemiyor artık bedenimi. Bunu saklayacak değilim. Onlar koca göbekleri ve değirmen taşı gibi kalçaları ile yürümekte zorlanırken ben yanlarından bisikletimle rüzgâr gibi geçip gidiyorum.

Onlar akmayan trafikte gitmeyen bir arabanın içinde dünyanın en pahalı yakıtını tüketerek beklerken ben yanlarından bisikletimle rüzgâr gibi geçip gidiyorum. Bunu yaparken de zevk alıyorum. Bunu yaparken zevk alacağım. Bunu yaparken zevk almaktan kendimi alamıyorum. Bunu yaparken zevk almaya devam edeceğim. Bunu yaparken zevk almaktan bir an bile vazgeçmeyeceğim.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar.... Şimdilik…

6 Eylül 2023 Çarşamba

20 BİSİKLET OYUNU - ÇOCUKLAR İÇİN EĞLENCELİ BİSİKLET

Yaz boyunca trafikte katledilen onlarca bisikletçinin acısıyla kahrolduk. Bir sonraki kurban biz olmayalım diye bu soruna kendimizce çeşitli çözüm yolları önerdik. Eylemler yapıp kamuoyunda gündem oluşturmaya çalıştık. Sonuç olarak her zamanki işleri yaparak farklı sonuçların ortaya çıkacağını bekleyerek koskoca bir yaz sezonunu daha verimsiz bir şekilde geride bıraktık. Geçen yıl da trafikte öldürülen bisikletliler için eylemler yapıp kamuoyu oluşturmaya çalışmıştık. Ondan önceki yıllarda da aynı işleri yaparak yetkililerin ilgisini bu konuya çekmeye çalışmıştık. Her defasında başarısız olmamıza rağmen hâlâ aynı eylemleri yaparak başarıya ulaşacağımızı sanmaya devam ediyoruz. Allah ıslah etsin demek dışında elimizden bir şey gelmiyor.

Oysa çözüm belki de işin temellerindedir. Temele inmeden bu sorunu çözmenin imkânı kalmamıştır belki de… Bu yazıda size tanıtmaya çalışacağım kitap tam olarak bunu yapmaya çalışıyor. 20 Bisiklet Oyunu adlı bu kitabın alt başlığında "Çocuklar İçin Eğlenceli Bisiklet Eğitimi" ifadesini görünce mutluluktan havalara uçacak gibi oldum. Hele hele kitabın kapağında "Önce Güvenli Bisiklet Sonra Güvenli Trafik" ifadesini görür görmez mutlaka bu kitabı bir şekilde edinmek ve incelemek gerektiğine kesin kanaat getirdim. Zira "bisiklet eğitimi" ülkemizde bisikletlilerin yaşadığı tüm sorunların temelinde yatıyor bence. Bu kitap "bisiklet eğitimi" konusundaki büyük açığı bir ölçüde kapatmaya çalışıyor. En azından trafiğe kapalı ortamlarda yapılacak bu etkinliklerle çocukların bisikletin eğlenceli yönünü kavramalarını sağlıyor. Etkinliklerin yapısına baktığımızda ise çocukların bisiklete hâkimiyetini arttırmaya yönelik hamlelerin yer aldığını görüyoruz ki bu da ileride bisikletleriyle trafiğe çıktıklarında onlara büyük bir avantaj sağlayacak.


Trafikte güvenli bisiklet kullanma taktiklerini öğretmeye yönelik planlı bir eğitim faaliyetinin olmaması ülkemiz açısından en büyük eksikliktir. İnsanları bisikletli yaşama kazanma konusunda çok büyük zorluklar yaşadığımız söylenemez, mevcut ekonomik koşullar zaten ülkemizdeki insanlara bir ulaşım aracı olarak bisikleti fazlasıyla dayatıyor. Asıl sorun yaşadığımız nokta, bisiklete yeni başlayan bireyleri bisikletli yaşamın içinde tutmayı başaramıyor olmamız. Trafikte bisiklet sürerken en küçük bir tehlikede bile bisikletten soğuyan, trafikte bisiklete binme konusunda korkup çekinen bireyleri kaybediyoruz. Hiçbir eğitim almadan trafiğe bisikletle çıkan bu deneyimsiz sürücülerin hiçbir suçu yoktur. Onları bisikletli yaşama kazandıktan sonra onlara gerekli eğitimleri vermeyen, veremeyen bisiklet toplulukları bu noktada büyük sorumluluk altındadır.


Öncelikle bu kitabın dilimize çevrilerek yayımlanmasına önderlik eden Alanya Doğa Sporları Kulübü'ne ve Mehmet Zafer Peker'e sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bisiklet aktivizminin hakkını veren ALDOSK, sadece söylemsel olarak değil eylemsel olarak da bisiklet kültürünün gelişimine yoğun katkılar sunan bir sivil toplum kuruluşu olarak öne çıkıyor. Kitabın varlığından bisiklet antrenörü Süleyman Coşar'ın aracılığıyla haberdar oldum. Bu işin içinde olan her insan gibi Süleyman Coşar da bisiklet konusunda eğitimin ne kadar önemli olduğunu biliyor. Onun aracılığıyla Mehmet Zafer Peker beyefendiye ulaştım, o da bu kitaptan birkaç adet gönderme nezaketiyle beni onurlandırdı. Şu anda bu hazineyi inceleyip size tanıtma şerefine bu şekilde müşerref oldum. Kitabı www.adosk.org.tr adresinden elektronik olarak da indirebilirsiniz.


Kitap Danimarka Bisikletçiler Federasyonu'nun bir yayını. 15000 (yazıyla on beş bin) civarında üyesi olan bir federasyon bu. Rakamı görünce ve Danimarka nüfusuna oranlayınca gözlerimde şimşekler çaktı. Bugüne kadar her ortamda ve her bağlamda ülkemizdeki bütün bisiklet topluluklarının tek bir üst çatı altında toplanması gerektiğini savunan biri olarak bu birliğin ülkemizdeki bisiklet topluluklarına da örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Danimarka Bisikletçiler Federasyonu "bisikleti herkes için doğal, güvenli günlük seçim hâline getirmek ve daha sağlıklı, daha sürdürülebilir bir dünya yaratmak için bisikleti kullanmaya" çalıştığını iddia ediyor. Bu misyon, bizlere de çoğu açıdan oldukça makul, uygulanabilir ve gerçekçi bir program özeti sunuyor.


Kitaptaki etkinlikler çocukları trafikte güvenli bisiklet kullanmaya "hazırlıyor." Kitabın bizi temele indirdiği nokta işte burası. Çocuğu bir anda trafiğin içine atmak yerine, ilk adımda onu trafikten uzak bir ortamda eğiterek trafiğin keşmekeşine hazırlıyor. Çocuğun hem kendini hem de başka sürücüleri korumasına katkı sunuyor. Bisikletine hâkim olamayan, manevra kabiliyeti gelişmemiş, nasıl düşüleceğini öğrenmemiş bir çocuğun bisikletiyle trafiğe salınmasının ölüme davetiye çıkarmaktan farkı yoktur. Kitabı hazırlayanlar da bunu düşünerek 20 farklı etkinlikte ve her etkinlikte farklı bir bisiklet hamlesini temele alarak çocuklara güvenli bisiklet sürmeyi öğretiyorlar.


"Güvenli bisikleti oyunla öğren" sloganıyla başlayan kitaptaki etkinliklerin asıl amacının çocuklara güvenli bisiklet sürmeyi öğretmek olduğunu anlıyoruz. Kitaptaki etkinlikler 12 yaşındaki cocuklar için tasarlanmış olsa bile bisiklete yeni başlayan yetişkinler için de oldukça yararlıdır. Hatta bana göre bu kitaba çocuklardan daha çok yetişkinlerin ihtiyacı var. 30 yaşından sonra bisiklet sürmeyi öğrenmiş her birey öncelikle mutlaka bu etkinlikleri uygulayarak kendini geliştirmeli ve daha sonra bisikletiyle trafiğe çıkmalı. On beş yıldan fazla bir süredir şehir içi trafikte frensiz fixie kullanan bir bisikletçi olarak ben bile bazı etkinlikleri yaparken zorlandım. Çalıştırmadığım bazı kas gruplarının ne kadar güçsüz kaldığını fark ettim. Bu açıdan yıllardır bisiklet süren bisikletçiler de bu kitaptaki etkinlikleri uygulamalı.


Kitaptaki etkinlikler Talmud ayetleri gibi değil. Çeşitli açılardan yoruma açık, değiştirilebilir, güncellenebilir, hatta geliştirilebilir etkinlikler. Hatta bu etkinliklerden hareketle daha eğlenceli başka etkinlikler üretmeye de müsait bir yapıları var. Kitapta bu konuda gerekli açıklamalar yapılıyor ve ek olarak "hayal gücünüzü kullanın ve deney yapın" denilerek hem çocuk oyuncular hem de onların öğretmenleri yaratıcılığa teşvik ediliyor. Etkinliklerin sağlıklı bir biçimde yapılabilmesi için gerekli ekipman da tanıtılıyor. Herkesin ha deyince bulabileceği kadar basit ve ucuz ekipmanlarla bu etkinlikleri yapabilirsiniz. Birebir aynı ekipmanları kullanmak zorunda değilsiniz, etkinlikler o konuda da yaratıcılığınızı kullanabilmenizi sağlayacak esneklikte üretilmiş.


Keşke bizim ülkemizde de MEB tarafından "seçmeli bisiklet dersi" için böyle bir doküman hazırlanabilse. Bu seçmeli bisiklet dersinin iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda okulda uygulanabildiğini biliyoruz. Neden??!!! Öğrenciler seçmiyormuş!!! Akıl ve beyin sahibi bir ortaokul çocuğu, seçmeli ders olarak okuma becerilerini mi bisikleti mi tercih eder? Siz öğrenci olsaydınız hangisini seçerdiniz? Seçmeli dersleri çocuklar seçiyor olsaydı tabii ki bisiklet dersi tercih edilirdi. Ancak adı seçmeli olan bu dersi öğrenciler değil çoğu zaman okul idarecileri seçiyor, hatta öğrencilere şu şu şu dersleri seçeceksiniz diye talimatlar veriliyor. Evet, 21. Yüzyıldayız; evet, bu ülkede hâlâ çocuklar adam yerine konulmuyor!!!


Bisiklet dersi, eğitim, çocuklar demişken aklımıza bir de bu etkinlikleri öğrencilerine yaptıracak, hatta kendini tutamayarak oyuna katılacak sevgili öğretmenlerimizi de unutmamalıyız. Onların rehberliği olmadan bisiklet kültürünü topluma yaymak mümkün olmayacaktır. 70'li yıllarda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda bisikleti olan bütün öğrencilerine süsledikleri bisikletleri ile kortej geçişi yaptıran 1955 İvriz Köy Enstitüsü Mezunu Öğretmen Ali Peker'i anmadan yazımızı bitirmeyelim. Ülkemizi her alanda aydınlıklarla tanıştıran enstitülü öğretmenlerimizin bisiklet konusunda da öncü olduğunu görmek bizi şaşırtmıyor. Onların kutsal emeğinin önünde saygıyla eğiliyoruz.

1 Şubat 2023 Çarşamba

CICLISTE PER CASO-BİSİKLET ÂŞIKLARI


Ulu Gök Tanrım kimseyi Netflix'den film izleyecek kadar işsiz bırakmasın!!! Uzun zaman süren aralıksız ve yoğun bir çalışma temposundan çıkınca kendimi işsiz ve amaçsız bir şekilde internette dolanırken buldum. Bu boş beleş zamanı daha verimli bir biçimde nasıl değerlendirebilirim diye düşünürken uzun zamandan beri Netflix'teki bisiklet temalı filmleri izlemeyi ertelediğimi hatırlayıp onları izlemeye karar verdim. Arama çubuğuna "bisiklet" yazıp tarattığımda Netflix'teki bisiklet konulu içeriklerin ne kadar az olduğunu fark ettim. Üç - dört film arasından size tanıtmak için Cicliste Per Caso - Bisiklet Âşıkları filmini seçtim. Tabii ki öncelikle filmi kendim birkaç kere baştan sonra izledim. Size tanıtılmaya lâyık bir film olduğuna kanaat getirdim.

Öncelikle filmin adındaki sahtekârlığı ortaya koyarak başlamak istiyorum. Pazarlama dâhisi Netflix editörlerinin yeni bir şaklabanlığını görüyoruz burada. Filmin İtalyanca adı Cicliste Per Caso. Türkçe meali Tesadüfi Bisikletçiler! Netflix'in koyduğu isim ne ola peki: Bisiklet Âşıkları!!! Bir buçuk saat film izledim, hatta ikinci izleyişimi de sayarsak üç saat diyelim. (Bir de bu yazıyı yazmaya karar verdikten sonra önemsiz bölümleri ileri sardırarak izledim; ama onu izlemesen saymıyorum.) Filmde aşka dair içerik toplasan iki dakikayı geçmez. Tanıtımda da "ilişkiler" ile ilgili bir hikâye olduğu vurgulanıyor ki bu da filmi izletmek için yapılmış bir sahtekârlık daha… Yeni evlenmiş iki kadının bisikletle bir yolculuğa çıkması dışında ilişkiler ile ilgili diyalogları üç beş cümleyi geçmiyor. Bitti mi? Hayırrrrrr… Ek olarak film +18 olarak verilmiş. İki kadının öpüşmesini +18 olarak listeleyen özgür Netflix platformunu saygıyla selamlıyorum (!) Zira bunun dışında bir yetişkin içeriği yok bu filmde. Film gecesinde ailenizle izleyebileceğiniz bir film bence. Birazcık araştırma yaptıktan sonra filmin alt başlığının "Grizzly Tour" olduğunu buluyoruz. Türkçe meali "boz ayı turu"! Filmi izleyince siz de bu ismin filme konulacak en mantıklı isim olduğuna kanaat getiriyorsunuz zaten. Ulen Netflix! Yeminle söylüyorum, yatacak yerin yok!


Silvia Gottardi ve Linda Ronzoni Kanada'dan New Mexico'ya 4418 kilometrelik bir yolculuğa çıkıyorlar. Bisiklete binen iki kız, kıta bölünmesi rotası (Continental Divide of the Americas) üzerinden Kanada'dan Meksika'ya doğru bir vahşi yaşam turuna çıkıyorlar. Kıta bölünmesi yolu binlerce macerapereste ve sporcuya ilham kaynağı olan efsanevi bir yol. Pasifik Okyanusu ve Atlantik Okyanusu'nun havzaları Great Valley'de ayrılıyor. Bu bölünmeyi kuzeyden güneye doğru takip eden çizgiye kıta bölünmesi rotası deniyor. Ülkeler coğrafyası konusunda donanımlı arkadaşlar burada kıta bölünmesi ile ne anlatmaya çalıştığımızı anlamıştır. Anlamayanlar ise kısa bir Google taramasıyla yeterli bilgiye ulaşabilir. Linda filmde bu yol hakkında şöyle diyor: "Yol size meydan okuyup yanına çağırıyor ve ben de bu çağrıya cevap vermeye geldim." Silvia acı çekmeyi seven tutkulu bir bisikletçi; ama yol arkadaşı Linda'nın bu süreçte yaşadıkları onu bu düşünecelerinden çok çok uzaklara taşıyor. Silvia ruhen ve bedenen bu rotaya oldukça hazır; ama Linda henüz bu rotayı kaldıracak mental düzeyde değil. Ancak yol onu eğitiyor ve bu rotayı tamamlayacak seviyeye taşıyor. İzleyince hangi duraklardan geçerek bu seviyeye ulaştığını göreceksiniz.


Bu tur, iki kadının vahşi doğada neler yapabileceğini görebilmemiz için bir meydan okuma anlamı taşıyor. Kadınların yalnız başına da güçlü olabileceğini vurguluyor. Kadın şunu yapamaz, bunu yapamaz diyerek olur olmaz her alanda ahkâm kesen eril zorbalığa karşı verilecek en kaliteli yanıt onların kadın yapamaz dediği her şeyi "kadın başına" yapmayı başarabilmektir. Bu dehşetengiz bisiklet turu da bu yanıtlar listesine eklenebilir. Turun ne derece tehlikeli olduğunu anlayabilmeniz için şunu söyleyebiliriz: Tur sırasında ayı saldırısından kendilerini korumak için yanlarına ayı kovucu sprey ve ayıları uzaklaştıran çanlar satın alıyorlar. Tur sırasında Silvia ve Linda'ya yardım eden kadınlar da var. Tur sırasında yalnız olmayacaklar. Ramona Linzola (ki bu arkadaş anlayabildiğim kadarıyla fizyolojik olarak bir erkek) ve Simona Pezzano onlara yardımcı oluyorlar. Onlar da bu tura bisikletle katılıyorlar ve çoğu yerde bu turu üç kadın birlikte yapıyor. Bazı bölümlerde dört kadın görüyoruz. Ne kadar kadın o kadar iyi! Linda ve Silvia bir ay önce evlenmişler ve bu turu bir balayı olarak görüyorlar. Bize de Allah mesut bahtiyar etsin, bir yastıkta kocasınlar demek düşüyor. Bu kadar zorlu bir rotaya dayanabilen bir ilişki zaten bir yastıkta kocayacak seviyeye ulaşır gibi geliyor bana. Hayırlısı… Fimdeki "ilişki" vurgusunu kapsayan tek konu da bu oluyor zaten.


Her uzun turun öncesinde yapıldığı gibi bu turun öncesinde de birtakım planlamalar yapılıyor; fakat her uzun turcunun bildiği gibi o planlamaların hepsi yolda çöp oluyor. Silvia ve Linda GPS benzeri modern teknolojik araçlarla bu tura çıkmak yerine eski okul harita turculuğu yaparak rotalarını çıkarıyorlar. Yolun büyük bölümü dağ yollarında toprak arazide patika benzeri yerlerde geçiyor. Tur boyunca karşımıza çıkan göl, orman, patika manzaraları bizleri de hemen bisikletimizi alıp oralara gitmeye davet ediyor. Bu filmdeki doğa manzaraları ülkemizde bisiklet turizmini canlandırmaya yönelik çalışmalar yapanlara birtakım yaratıcı fikirler verebilir. Bizim kıta bölünmesi gibi bir bisiklet rotamız var mı? Varsa nerede? Bu rotada bisikletçilerin güvenli biçimde konaklayabileceği butik oteller ya da kamp merkezleri var mı? Netflix'te yayınlanan bu film, ilgili rotaya yönelik milyon dolarlık bir turizm reklam projesine bedel bir tanıtım faaliyeti işlevi görüyor. Benzer bir içeriği Türkiye için üretip Netflix ya da YouTube platformunda yayınlamak gerekiyor. Çünkü bizim ülkemizdeki manzaralar bu filmdekilere fark atar. 


Kızlar bu zorlu tura Kanada'dan başlıyorlar, daha sonra ABD'ye geçiyorlar, oradan da Meksika sınırına kadar uzanacaklar. İnanılmaz derecede zorlu bir rota bu. Şehirlerarası asfalt yollarda bile 4000 kilometreyi geçen bir rotada yol almak yeterince zorlu bir süreç iken bu iki çılgın kadın bunu dağ yollarında yapmayı deniyorlar. Turun Kanada bölümünde harika insanlarla karşılaşıyorlar, Amerika kıtasında karşılaşabilecekleri en kibar insanlarla tanışıyorlar bence; ama turun başında da korktuklarını belirttikleri boz ayılar rotalarını değiştirmelerine neden oluyor. Tura çıkarken yapılan bütün planları bir boz ayı bozmaya yetiyor. Ne ayıymış arkadaş ya?!!! Ben oralara gidip o rotada bisikletle tur yapma şansını elde edebilsem ayı değil ayının sülalesi gelse beni yolumdan döndüremez. Sonuçta ayıyla güreşmiş bir milletin evlatlarıyız. İnanmayan Google'a "ayıyla güreşen adam" yazsın bakalım, ne çıkıyor??? Ayı, ayılığını bilsin arkadaş! Şurada efendi efendi bisikletimizi sürüp gideceğiz. 


Rotanın Kanada bölümünü bitirip ABD bölümüne geçiyorlar. Burayı hiç izlemesem mi acaba diye düşünürken ABD rotasının başında turcularımızı bir sürpriz karşılıyor. Bize göre standart bir durum, zira ABD'yi en az kendi ülkemiz kadar iyi tanıyoruz. Çocukluğunuzda o kadar Amerikan filmini size izletmiş olsalardı siz de az çok bilirdiniz. Dünyanın en acımasız ve kaba insan topluluğunu dünyanın en mükemmel coğrafyalarından birinde yaşatan kadere sitemler ederek devam ediyoruz filme. Kadın turcularımız, Kanada'da vahşi doğada çadırların arasında boz ayıların dolaştığı inanılmaz kamp alanlarından sonra etraflarında evsizlerin dolaştığı bir kamp alanına geliyorlar. Amerika'ya hoş geldiniz kızlar!!! This is ABD! Çoğu açıdan boz ayılar, ABD'lilerden daha kibar ve insancıl olabilir. Yahut ben öyle düşünüyorum. Turun ABD bölümünde benim görebildiğim tek olumlu şey kadın kovboylar oluyor. Bu turun en maceralı ve zorlu kısmı ABD'de geçiyor. Filmi izlemeyenler için spoiler vermek istemiyorum; ancak şunu söyleyebilirim ki bu turun ABD bölümü doğaya karşı bir meydan okumaya dönüşüyor. Mental olarak da turcuların en fazla zorlandıkları bölüm burası oluyor.


Cicliste Per Caso - Tesadüfi Bisikletçiler filminin kadın turculuğu açısından oldukça güzel bir film olduğunu düşünüyorum. Ülkemizde daha zorlu rotalarda üstelik tek başına yol alan kadın bisikletçilerin var olduğunu biliyorum; ama ülkemizdeki sinemacıların saçma sapan dizi içerikleri çekmekten vakit bulup da onların maceralarına odaklanacak zamanı bulamayacaklarını da biliyorum. Neyse, bizim sinemacılar ülkemizin cesur kadın bisikletçilerini fark edene kadar sizler Netflix'te başka milletlerin kadın turcularının maceralarını konu edinen "aşk dolu" içeriklerini izlemeye devam edin. Size iyi seyirler diliyorum. 



Bu muhteşem ikilinin diğer maceralarını
https://www.ciclistepercaso.com/ internet sitesi üzerinden takip edebilirsiniz. Sosyal medyayı da etkin bir şekilde kullanıyorlar, hâlâ sosyal medya kullanan çağdışı yaratıklardansanız o mecradan da takip edilebilirler. Bir de kitap çıkarmışlar. İtalyancası olan dünya vatandaşı polyglot arkadaşlar bu kitabı edinip okuyabilirler, bizim gibi Türkçeden başka dil bilmeyen köylüler ise kitap Türkçeye çevrilene kadar beklemek zorundalar. Kısacası sonsuza kadar diyelim. Püfff… Canım sıkıldı yine. Yazıyı burada bitiriyorum. Size iyi okumalar diliyorum.

5 Temmuz 2022 Salı

TÜRKİYE BİSİKLET FEDERASYONUNUN 2022 KARNESİ VOL 1!

Aslında bu yazı hiç yazılmayacaktı. Hatta artık bisiklet sporuyla ilgili tek bir yazı bile yazmamaya karar vermiştim. Ama Portekiz Avrupa MTB Şampiyonası Olayı kanıma dokundu. Kabullenemedim. Damarlarında zerre kadar Türk kanı taşıyan biri bu durumu kabullenemezdi. Bizi bu sonuca götüren yanlışlar silsilesini bisiklet kamuoyunun dikkatine sunmak istedim.

1. Bodrum Gran Fondo Olayı


Aynı tarihte Karaman'da federasyon yarışı vardı. Türkiye Bisiklet Federasyonu başkanı kendi federasyonunun düzenlediği bir yarışa katılmak yerine bir turizm şirketinin düzenlediği yarışa katılmayı tercih etti. 


Kendi federasyonunun düzenlediği yarışta kendi lisanslı sporcularına ödül vermek yerine profesyonel bisiklet sporuyla hiçbir ilgisi olmayan bir gran fondo etkinliğinde kürsüde ödül vermeyi tercih etti. Gran fondo etkinliğinde on binlerce liralık ödüller dağıtılırken Karaman'da dağıtılan ödüllerin tamamı Karaman'da faaliyet gösteren bir vakıf tarafından verildi. Gran fondoda dağıtılan on binlerce liralık hediyeyi ise bisiklet sektöründe faaliyet gösteren firmalar üstlendi. Federasyona bağlı resmî bisiklet takımlarına destek vermeyen bu sponsorlar gran fondoda birinci olanlara on binlerce liralık hediyeler vermeyi tercih ettiler.

Burada verilmek istenen örtük ileti neydi? Gran fondolar profesyonel bisiklet sporundan daha önemlidir. Kimse önemsiz bir etkinlikte boy gösterip kendini küçültmek istemez. Demek ki Türkiye Bisiklet Federasyonu'na göre gran fondoda yarışan amatör bisiklet sporcuları, Karaman'da yarışan profesyonel bisiklet sporcularından daha önemli ve değerlidir.

2. Slovenya Velodrom Kampı Olayı

Ülkemize en yakın velodrom Bulgaristan'da var. Burayı tercih etmek varken daha uzak bir yer olan Slovenya tercih edildi. Bu yer seçimi kafilenin konaklama ve yol masrafı maliyetini neredeyse iki katına çıkardı. 

Bu duruma ek olarak kafileden sorumlu antrenör, takımın başında görevli olmasına rağmen bir günlüğüne takımı bırakıp kamp yerine 70 km mesafedeki bir yerde düzenlenen Uci Gran Fondo'sunda yarışmaya gitti. Sonuç listesinde dördüncü olarak yarışı bitirdiği gözlendi. 

Buna dayanarak bisiklet camiasında şu sorular gündeme geldi:

Kamp yeri antrenörün katılmayı istediği yarışa göre mi tespit edildi? Sırf bu antrenör gran fondoda koşsun diye koskoca takım daha uzak ve daha maliyetli bir yere mi gönderildi?

Slovenya'daki velodrom kampı yerinin belirlenmesinde karar alıcı mevkide kimler vardı? Bu karar kimler tarafından alındı? Gerekçeleri nelerdi? Neden daha ucuz olan Bulgaristan değil de Slovenya tercih edildi? Daha maliyetli bir tercihin bisiklet sporu açısından herhangi bir gerekçesi yoksa bu karardaki açık kamu zararını kimler telafi etmelidir?

Slovenya'daki velodrom kampı hangi hedef yarış için düzenlendi? Bu kamptan sonra takım hangi pist bisikleti yarışlarına gönderildi? Bu yarışlarda elde edilen derecelere bakarak konuşmak gerekirse bu kadar masrafa değdi mi?

Kampta kullanılan track bike'lar nereden temin edildi? Bunlar için bir kiralama bedeli ödendi mi? Ödenmiş ise ne kadar? Koskoca Türkiye Bisiklet Federasyonu'nun millî takımdaki 6 bisikletçiyi tepeden tırnağa kadar pist bisikleti malzemeleri ile donatabilecek bütçesi yok mudur? Uci lisanslı pist bisikleti antrenörlerimize soruyoruz: Emanet bisikletle yarış kazanılır mı? Bu kampın pist bisikleti millî takımındaki bisikletçilerimize somut faydası ne oldu?

Zaten kamp kaç gündü? Bir hafta yahut 10 günlük kampın bir gününde gran fondoda yarışan sorumlu antrenörün amacı nedir? Bu antrenörü oraya gran fondo koşması için mi gönderdik, yoksa büyük çoğunluğu ilk defa velodrom gören bisikletçilere eğitim vermesi için mi?

3. Gaziantep Türkiye Şampiyonası Olayı 

Türkiye Bisiklet Federasyonu'nu başkanı Gaziantep'de düzenlenen Türkiye Şampiyonası'na katıldı. Pazar günü düzenlenen elit kategori yarışlarına kadar Gaziantep'te yarışları takip etti. Pazar günü, Tour of Turkey'de Türkiye'yi temsil eden iki continental takımımız ile birlikte Türk bisiklet sporunun zirvesi olarak kabul edilen elit kategorideki bisikletçilerimiz yarışacak ve Türkiye Şampiyonu belirlenecekti.

Pazar günü ise İstanbul'da düzenlenen Turkcell Gran Fondo'ya katıldı, kendi lisanslı sporcuları olan elit kategori yarışlarını takip etmek yerine özel bir şirket tarafından düzenlenen gran fondoyu takip etmeyi tercih etti, kendi lisanslı sporcularına (Türkiye şampiyonu) kupasını ve madalyasını vermek yerine gran fondo birincisine madalya vermeyi tercih etmiştir.

4. Portekiz Avrupa MTB Şampiyonası Olayı

Yarış sonuç tutanağında bizim bisikletçilerimizin DNS (did not start- start almamıştır) biçiminde tasnif edildiğini gördük. Bu güne kadar bisikletçilerimizin niçin start almadıkları hakkında federasyon tarafından hiçbir resmî açıklama da yapılmadı. Bisiklet kamuoyunun kafasında şu sorular belirdi:

Teknik toplantıya katılım sağlanmadığı için yarış saatini öğrenemedik, bu yüzden de bisikletçilerimizin yarış saatini kaçırarak yarışa katılamadıkları iddia ediliyor, doğru mudur? Doğru ise teknik toplantıya katılmayan teknik heyet üyesi kimdir? Bu durumdan doğan kamu zararı kendisine ödetilmiş midir?

Bu iddialar asılsız ise takım başka bir sebeple yarışa katılamadıysa bu sebep nedir? Takım hâlinde yarıştan çekildiysek bunun gerekçesi nedir? Koskoca takımı bütün malzemeleri ve üyeleri ile Portekiz'e kadar yarış koşmamaları için mi gönderdik? Bu turistlik spor gezinin maliyeti kim tarafından karşılanmıştır? 

Sonuç

Bu güne kadar yapılan hatalara bakarak yorum yapmak gerekirse mevcut Türkiye Bisiklet Federasyonu yönetiminin bir önceki yönetimden hiçbir farkı yoktur. Aynı hatalar tekrar edilmektedir. Akdeniz Oyunları'nda toplamda en çok madalya alan ülke Türkiye'dir. Ama bu madalyaların bir tanesi bile Türkiye Bisiklet Federasyonu bisikletçileri tarafından alınmamıştır. Bütçesi Türkiye Bisiklet Federasyonu'ndan daha az olan birçok federasyon (cimnastik) madalyalardan buket yapıp yurda şerefle geri dönerken bisikletçiler ilk 5'e bile girememiştir. Yukarıdaki somut hatalar bu başarısızlık tablosunun temel sebebidir. Türkiye Bisiklet Federasyonu'na derhâl bir çeki düzen verilmelidir.