Meseleyi abarttığımı düşünenler olacaktır. Abartmıyorum. Etrafımdaki tam zamanlı bisikletçilere şöyle bir bakıyorum. Hepsi yalnız yaşıyor; bir başına, yalnız, yapayalnız… Kadın ya da erkek fark etmiyor. Günlük hayatta bütün işlerini bisikletle gören, asla bir otomobil sahibi olmayan, otomobil almayı da düşünmeyen tam zamanlı bisikletçilerin tamamı yapayalnız bir yaşam sürüyorlar. Evli değiller, düzenli bir ilişkileri de yok. Çünkü otomobili olmayan bir kadını ya da erkeği kimse tercih etmiyor. Kadınlar bu konuda erkeklere göre biraz daha şanslı sadece. O kadar… Ama uzun süredir çalışmasına rağmen hâlâ bir otomobil satın almayı başaramamış bir kadın, erkeğe göre daha dezavantajlı duruma düşüyor. Bunca yıldır çalışmasına rağmen nasıl bir otomobil bile satın alamamış acaba algısı oluşuyor erkeklerde ve erkekler bu durumu o kadındaki birtakım niteliklerin eksikliğine bağlıyorlar. Kimse müsrif bir kadınla evlenmek istemez. Evlenmiyorlar da zaten. Gerçek hayatın acımasız sosyolojik gerçekliği böyle. Deve kuşu gibi kafayı kuma gömmenin âlemi yok!
Son yıllarda bozulan ekonomik veriler yüzünden gençlerin en fazla yakındığı durum sıfır arabaların artık satın alınabilir olmaktan çıkması olmuştur. Araba fiyatları gençlerin belli bir süre çalışarak satın alabileceği boyutları geçince hem sosyal medyada hem de gerçek hayatta gençlerin serzenişlerinde ciddi bir artış görüldü. Bugün sıfır otomobil fiyatları gençlerin satın alabileceği düzeylere düşşün yarın bu genç kitlelerin ekonomik kriz algısında radikal değişiklikler olur. Aynı denklemi I-phone üzerinden de kurabilirsiniz. Otomobil bir arzu nesnesi hâline getirildi, yahut arzu vaat eden diğer şeylere (saygınlık, kadınlar, arkadaşlar, ortamlar) ulaşmanın aracı olarak genç kitlelerin bilincine yerleştirildi. Ekmek olmadan yaşamayı hayal edebilen ama otomobil olmadan kent içi ulaşımı hayal dahi edemeyen bir genç kitle türetildi. Artık 18 yaşın altındaki genç bireylerde I-phone sahibi olmak saygınlık göstergesi olarak kabul edilirken 18 yaş ve üzerindekiler için bir otomobil sahibi olmak bir toplumsal saygınlık göstergesidir.
Son yıllarda otomobil, bir erkeğin toplumsal statüsünü ortaya koyan temel bir gösterge hâline geldi. Erkekler; temelde otomobili olan erkekler ve otomobili olmayan erkekler olarak ikiye ayrıldı. Otomobili olan erkekler ise ucuz otomobili olan erkekler ve pahalı otomobili olan erkekler olarak ikiye ayrıldı. Rastgele bir sokak röportajında bile kadınların otomobili olan erkekler konusundaki olumlu düşüncelerini açıkça gözlemleyebilirsiniz. Tercih büyük çoğunlukla otomobili olan erkekten yana. Şehirli genç kadının arzuladığı erkek tipi, onu iş yerinin önünden lüks bir araba ile alıp bir yerlerde bir şeyler içtikten sonra yine o lüks otomobil ile evine bırakabilen bir erkektir. Onu toplu taşıma aracıyla işten almaya gelen erkek değil, ya da onu kan ter içinde bisikletle almaya gelen bir erkek hiç değil. Bu konuda en avantajlı grup, pahalı ve lüks otomobile binen erkekler. Böyle bir toplumsal ortamda gençleri bisikletli yaşama kazanabilmek mümkün müdür? Yel değirmenlerine karşı mücadele ediyoruz.
Son yıllarda kadın özgürleşmesi hareketinin (feminizm) kadınlara gösterdiği birincil hedefin bir araba ve ehliyet sahibi olarak erkek egemen zihniyete muhtaç olmadan serbestçe seyahat edebilme özgürlüğü olarak öne çıkarıldığını görürsünüz. Otomobil sahibi olmak, genç şehirli kadını büyükşehirlerin iğrenç toplu taşıma sistemlerinden uzaklaştıran bir olgu olarak da öne çıkmaktadır. Genç şehirli kadın, tez vakitte bir otomobil sahibi olmayı ve sıkış tepiş binilen, her türlü tacize son derece müsait olan toplu taşıma araçlarından kurtulmayı istiyor. Toplu taşıma araçlarını kullanmamak için motosiklet satın alan yüzlerce şehirli genç kadın tanıyorum. Motosiklet alıyorlar; çünkü araba satın almaya güçleri yetmiyor. Mâlum, genç ve niteliksiz kadın işçilere verilen ücretler ülkemizde oldukça düşük. Sonuç olarak günümüzde otomobil sahibi olmak kadın özgürlüğünün birincil göstergeleri arasında yerini almıştır. Artık kendi arabasını sürebilen kadın, şehirli çağdaş kadın olmanın birincil sosyolojik göstergesi olmuştur. Kendi ayakları üzerinde durabilen çağdaş şehirli kadın, kendi arabasını kendisi sürebilen, bunu başarabildiği için de erkeklere ihtiyaç duymayan güçlü kadındır. Güncel özgür kadın algısı maalesef böyle.
Beni bilirsiniz. Kişisel gelişim kitapları okumam. Çok büyük bir yayın olayı hâline gelmediği sürece böyle kitapları okumak bana zaman kaybı gibi gelir. Ama bu kitapları okumayı çok seven bir arkadaşım bana yeni çıkmış bir kitaptan bir bölüm gönderdi. Konuyla ilgili olduğu için sizinle paylaşıyorum. "Mesela hem çocukluğunda hem de evliliğinde çok fazla olumsuz deneyim yaşamış bazı kadın danışanlarım ehliyet aldıklarında kendilerine güvenlerinin inanılmaz derecede arttığını, bu hayatta bir şeylere güçlerinin yetebileceğini ilk defa hissettiklerini söylediler." (Budak, 2024: 82). Ehliyet, Türk toplumunda eril bir iktidar simgesidir. Onu elde eden kadınlar da eril gücü ve iktidarı ellerinde tuttuklarını hissederler. Ehliyet sahibi olmadan da otomobil sahibi olabilirsiniz ama ehliyet, başka bir eril iktidar simgesi olan otomobili kullanmanızı sağlayan yasal araçtır. O olmadan yasal olarak otomobil ile trafiğe çıkamazsınız. Bu yüzden ehliyet sahibi olan kadın, bir şeylere gücünün yettiğini hissetmektedir. Ehliyet; onu güce ulaştıran ve onun değerli hissetmesini sağlayan bir arzu nesnesi ve bir güç kaynağıdır.
Eskiden sadece erkeklerin arabalarıyla duygusal bir bağ kurduğunu duyardık. Artık kadınlar da arabalarıyla duygusal bir bağ kuruyor, yahut duygusal bir bağ kurduğunu söylüyor. Ev satın almak için arabasını satmak zorunda kalan kadınların hüngür hüngür ağladığını bizzat görmüşlüğüm vardır. Uzatmalı sevgilisinden ayrılırken bu kadar ağlamamıştı, bu derece yıkılmamıştı. Nedenini sorduğumda aldığım cevap beni hayretler içinde bırakmıştı: “Çocuğumdan ayrılıyor gibi hissettim.” Otomobil ile arasında kurduğu bağı, bir kadının bu dünyada sahip olabileceği en yüce duygu, en yüksek gayr-ı resmî rütbe olan annelik üzerinden betimlemeye çalışan bir kadın! Alın size Otomobile Tapanlar Tarikatı'nın sadık bir müridi daha!!! Biz eskiden sadece erkeklerin Otomobile Tapanlar Tarikatı'nın müridi olabileceğini düşünürken hata yapmışız, geçen zaman içinde kadınlar her alanda olduğu gibi bu alanda da aradaki farkı hızla kapatıp öne geçmişler. Böyle bir ortamda gençleri bisikletli yaşama kazanmamız mümkün müdür? Bu da mı yel değirmenlerine karşı mücadele değil?
Herhangi bir yerde işe başlayan genç bir bireyin -kadın ya da erkek fark etmez- belli bir miktarda birikim yaptıktan sonra ilk düşündüğü şey bir tur bisikleti alarak hafta sonu tatillerinde şehrin çeperlerinde uzun bisiklet turlarına çıkmak olmuyor artık. 70’li yılların hippileri bile -çok az bir kısmı olsa dahi- yıkık dökük arabalarla Hindistan turuna çıkıyordu. Farkında mısınız? İşe girip bir miktar birikim yapan gençlerin ilk satın alacakları şey bir otomobil oluyor, önce bir otomobil alıp onunla diyar diyar geziyorlar. Önce bir otomobil alıp gezmek istedikleri yerleri onunla geziyorlar, bisikletle değil, otomobille!!! Burayı uzun uzun tekrar ederek şiddetli bir biçimde vurgulamalıyız, çünkü burası çok önemli. Daha sonra bu arabayı satıp, geçen sürede biriktirdikleri parayı da üzerine ekleyerek 1+1 bir ev satın alıyorlar. Evin borcunu ödeyip bir miktar da para biriktirdikten sonra bir otomobil daha satın alıyorlar. Ekonomik döngü bu şekilde devam ediyor. Şehirli genç kitleler arasında yer alan istatistiksel olarak önemsiz sayılabilecek kadar küçük bir azınlık ise bisiklet satın alarak kent içi ulaşımını bu bisikletle yapmayı tercih ediyor.
Şehirli genç kitlelerin işe gidiş geliş rutinleri de bisikletli ulaşımı destekleyecek bir mahiyette değil maalesef. Öyle değil ise kanıt gösterin, çünkü ben göremiyorum. Körüm belki de… Günlük hayatta da şehirli genç kitlelerin büyük bir çoğunluğu işe toplu taşıma araçları ya da kişisel motorlu araçları ile gidip geliyor. İşe yeni başlayan ve hiç birikimi olmayan bireyler toplu taşımayı kullanıyor. Biraz birikim yaptıktan sonra ya elektirikli bir scooter ya da 50 cc.lik bir benzinli motosiklet satın alıp onunla işe gidip geliyorlar. Biraz daha birikim yapınca motoru satıp biriktirdikleri paranın üzerine koyarak uygun fiyatlı bir otomobil alıyorlar. Zamanla birikimleri arttıkça arabanın modelini ve markasını da yükseltiyorlar. Önce düşük model ve ucuz bir İtalyan ya da Fransız otomobili ile başlıyorlar, daha sonra kademeli olarak Japon araçlarına geçiyorlar, en sonunda ise asıl ulaşmak istedikleri noktaya gelerek üç büyük Alman'dan birine geçiş yapıyorlar. Bisikleti ise bir kent içi ulaşım aracı olarak değil, hafta sonlarında spor yapmak için kullanılan rekreatif bir eğlence aracı olarak satın alıyorlar. Onlar bile otomobillerinin bagajına sığabilen bir katlanır bisikleti tercih ediyorlar. Yani bir bisiklet satın aldıkları zaman bile otomobil temel ölçüt olarak kullanılıyor. En ideal bisiklet otomobilin bagajına sığabilen bisiklettir!
Nasıl bir sosyolojik gerçeklikle mücadele ettiğimizi anlayabilmek için somut bir yaşantı örneği paylaşalım: 1.5 motorlu C segmenti Suv'una binerek AVM’de bulunan bir spor salonları zincirinin şubesine 20 km otomobil sürerek giden şehirli genç kadın ya da erkek burada bir buçuk iki saat antrenman yaptıktan sonra evine yine otomobil ile dönüyor, gidiş dönüş toplamda 40 km otomobil sürüyor. Üstelik spor salonuna da en düşük emekli maaşı kadar bir yıllık abonelik ücreti ödüyor. Ertesi gün de evine 10 km mesafedeki iş yerine aynı otomobili kullanarak gidiyor. Bu saçma sapan yaşam döngüsündeki akıl dışı ve verimsiz süreçleri görmüyor, yahut görse de görmezden geliyor. Bisiklet aktivistliği yapanların bir kısmı dahi kış aylarında spor yapabilmek için bu döngünün içine giriyorlar. Nereden mi biliyoruz? Şükürler olsun ki sosyal medya diye bir şey var ve insanlar her şeylerini orada paylaşmaya bayılıyorlar. İnstagram hikâyeleri çok derin sosyolojik analizler yapmamıza yarayacak oranda nitel veri sunuyor bizlere. Şimdi bu bireyleri nasıl otomobilden indirip bisiklete bindirmeyi düşünüyorsunuz? Spor yapmak için dahi otomobille 40 km giden birini işe bisikletle gitmeye nasıl ikna edeceksiniz? Kentli bireylerin kent içi ulaşımda işe gidiş geliş rutinlerini nasıl değiştireceksiniz?
Çalışan kitlelerin işe gidiş dönüş rutinlerindeki tercihleri sosyolojik olarak böyle gözlemleniyor. Ama bisiklet aktivistleri bu sosyolojik gerçekliği bir türlü görmüyor, görse de anlamıyor, nesnel gerçekliğin toptan reddi üzerine kurulmuş, gerçek hayatın somut verilerinden uzak, akıl ve bilim dışı önyargılarla sakatlanmış, masa başında klavye üzerinde geliştirilmiş kuramsal çalışmalar yürütüyorlar. Gerçek hayatta hiçkimse “arabadan inip bisiklete binmiyor”, tam tersine bir an önce arabaya binmek için can atıyor, o arabaya binmek için deli gibi para biriktiriyor, yetmezse çılgın düzeyde yüksek faizlerden kredi çekerek dört yıl boyunca bankaya köle gibi borç ödüyor. “Arabadan in, bisiklete bin!” sloganının ayakları yere basmıyor. Bu sloganı atan bisiklet aktivistleri bile günlük hayatta otomobil kullanıyor. Koskoca ülkede hiç otomobili olmayan, günlük hayattaki bütün işlerini bisiklet ile gören, ömründe hiç otomobil almamış bisiklet aktivisti sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Bu sosyal kabuller değişmeden insanları bisikletli ulaşıma ikna etmeniz mümkün olmayacaktır. Siz ne yaparsınız yapın, ne söylerseniz söyleyin fark etmez; kent içi ulaşımda büyük kitlelerin tercihi otomobilden yana olacaktır. Yel değirmenlerine karşı mücadele eden Don Kişot durumuna düşmeyin. Rüzgâr bisikletli ulaşımın arkasından değil karşısından esiyor, ne ekonomik olarak ne de toplumsal olarak bisikletli ulaşımı destekleyici olumlu bir ortam yok. Hiçkimse ekonomik olarak iyice dibi görmeden otomobilini bırakıp bisiklete binmiyor. Ekonomik olarak iyice dibi görse bile bisikleti tercih etmeyen, gerekirse Tofaş'a bile binebilen büyük bir kitle var. Bu durum hiçbir şey yapmamamız gerektiği anlamına gelmez. Gerçekçi mücadele yöntemi nedir? Günümüzdeki kentlerin fiziki yapıları ve kenti içi trafiği göz önünde bulundurulduğunda hiçbir eğitimi ve deneyimi olmayan kitlelere kent içi ulaşımda “arabadan in, bisiklete bin” demek onları göz göre göre ölüme göndermekle eşdeğerdir. Daha gerçekçi daha ulaşılabilir hedeflerle yolumuza devam etmeliyiz. Türkiye'de Hollanda benzeri bir bisikletli yaşamı bizim ve bizden sonraki kuşağın göremeyeceğini artık anlamış olmalıyız. Bundan sonra hangi teoriye göre hangi eylemi geliştirmemiz gerektiğini bu sosyolojik yapıyı inkâr etmeden gerçekçi bir biçimde belirlemeliyiz.
Kaynakça
Budak, B. (2024). Hayat acemileri için yaşam rehberi. Kronik Kitap. İstanbul.