22 Kasım 2021 Pazartesi
TÜRKİYE BİSİKLET FEDERASYONU'NUN YENİ YÖNETİMİNE TAVSİYELER!
9 Ekim 2021 Cumartesi
MEB OKULLARINDA ZORUNLU BİSİKLET EĞİTİMİ DERSİ VERİLSİN!!!
Sadece 2021'in nisan ayında ulusal basına yansıyan haberlere bakarak bir sonuç çıkaracak olursak nisan ayında bisiklet kazalarında 5 çocuğumuzu kaybettik. Diğer aylarda da durum bundan farklı değil. Bu çocukların tamamı trafikte bisiklet kullanırken kaza geçirerek hayatlarını kaybettiler. İçişleri Bakanlığı bu konudaki istatistikleri paylaşmadığı için net rakamlar nedir bilemiyoruz. Ülke ve yıl genelini düşünecek olursak rakamların bizim tahminimizden çok daha yüksek çıkacağını öngörebiliriz. Her geçen gün birkaç çocuğumuzu daha bisikletli trafik kazalarında kaybetmeye devam ediyoruz, eğer bir çözüm bulmazsak gelecekte de bu çocuklarımızı bisikletli trafik kazalarında kaybetmeye devam edeceğiz.
30 Eylül 2021 Perşembe
MARC AUGÉ'NİN BİSİKLET MUCİZESİ ÜZERİNE... VOL 5! SON BÖLÜM!
Dünyaya Dönüş
15 Eylül 2021 Çarşamba
MARC AUGÉ BİSİKLET MUCİZESİ ÜZERİNE VOL 4
Ütopya
"... bisiklet bizatihi küçük bir obje, araba gibi oturulan bir mekân değil bütünleşik bir objedir. Düzenlenmez, dekore edilmez, bizzat yapılır." (Sayfa 60) Motorlu araçların tamamı obje niteliğinde olmasına rağmen bisiklet ve onun üzerinde devinen insan sujedir. Bisikleti insanın altındaki pasif bir obje olarak tahayyül edebilmek mümkün olmadığı gibi, bisikletin üzerinde olmayan insanın da sujeliği eksik kalacaktır. Bisiklete binen insan ile birlikte bisikletin kendisi de suje oluşumunun eşit orandaki etkenleri olarak karşımıza çıkıyor. İnsan ve bisiklet birbirini bütünleyen iki farklı bileşen. İkincil olarak bisiklet, düzenlenebilir, dekore edilebilir ve yapılabilir. İnsandan ayrı bir nesne olarak tahayyül ettiğimizde bunların hepsini bisiklet için söyleyebiliriz; fakat burada belirli bir ayrım noktası bulunduğunu vurgulamadan geçmemeliyiz: Bisiklet insan için insan tarafından üretilen basit bir makinedir; fakat onu suje aşamasına taşıyan değer verici deneyim, insanın onu üretirken harcadığı emeğin yanı sıra onun üzerinde devinen insanın harcadığı alın teridir. Bu aşamada basit bir makine olan bisiklet insan vücudunun herhangi bir uzvu gibi işlev kazanır ve sujeleşir. Üzerine insanın binmediği bir bisiklet ise objelikten kurtulamayacaktır.
27 Ağustos 2021 Cuma
MARC AUGÉ BİSİKLET MUCİZESİ ÜZERİNE VOL 3!
Yazımızın üçüncü bölümünde Marc Augé'nin Bisiklet Mucizesi adlı kitabının "Kriz" adlı bölümünü inceliyoruz.
Kriz
Bu bölümde bisiklet mitini krize sokan olaylar üzerinden mitin yavaş yavaş yok olmaya yüz tutması anlatılıyor. Yalnız bu bölümde yazar, âdeti olduğu üzere, nedense mitsel, destansı, mucizevi nedenler göstermek yerine hayatın maddi gerçekliğinden örnekler vererek Fransa başta olmak üzere Avrupa'nın tamamında bisiklet mitinin krize girmesinin nedenlerini ayrıntılarıyla irdeliyor. Tabii ki burada da yazarın çarpık merceğinden yansıyarak bize aktarılan bir kriz panoraması çıkıyor karşımıza. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden şekillenen Avrupa siyasi coğrafyasının yarattığı nesnel koşulları doğru tahlil edemediği için yanlış sonuçlar çıkarmaya devam ediyor yazar. Bölüme "O hâlde bisiklet mitsel, epik ve ütopiktir." diyerek başlıyor, "yok olmuş işçi sınıfının..." diye devam ediyor. Bu siyasal analizin nereye bağlanacağı aşikâr! Fransız neoliberal solunun sivil toplumcu pasifist çizgisine doğru yol almaya devam ediyoruz. Kitabın başka bölümlerinde de yok olan işçi sınıfına yönelik farklı atıflarla karşılaşıyoruz. Konumuza dönelim biz... Bisiklet üzerine konuşuyoruz. Ama yazarın da bir başka bölümde vurguladığı gibi bisiklet üzerine konuşuyorken politik alana girmek zorunda kalıyoruz. "Bisiklet sporu, popüler boyutu nedeniyle siyasal güçlüklerin bir ifşacısı olarak kalmıştır." (S.23) Bu yüzden biz de ne yaparsak yapalım Bisiklet Mucizesi kitabını irdelerken politik alanın dışında çıkamıyoruz, çünkü yazarın tezlerinin neredeyse tamamı bu politik alandan doğuyor. Tezin temeli politik olunca o tezi çürütmek için politik olana değinmek zorunda kalıyoruz.
Yıkıntı Hâlindeki Mit bölümünde bisiklet sporunu kirleten doping olayından söz ediliyor ve mitin krize girmesinin en büyük nedeni olarak bu vurgulanıyor. Doğru bir tespit ama sonuçlara odaklanan bir yapısı olduğu için nedenleri çarpıtmış oluyor. Bisiklet sporunun popülerliğini yitirmesini ve yazara göre mitin krize girmesini dopinge bağlayıp işin içinden çıkamazsınız. Olmaz! Bisikletçilere doping yaptıran koşullar nelerdir? Bu bisikletçiler durduk yerde mi uzun vadede kendilerini öldürecek bir süreci kabul ediyorlar? Onları doping yapmaya zorlayan sosyoekonomik koşulların hiçbir suçu yok, değil mi? Doping konusunda bütün sorumluluk işçi sınıfının içinden çıkıp gelen profesyonel bisiklet sporcularına aittir, öyle mi? Tour de France'ı bir bisiklet endüstrisi hâline getirip her sene kârını arttırmayı başarabilen ASO'nun hiçbir suçu yok, neredeyse bütün profesyonel bisikletçilerin doping yaptığını bilmesine rağmen sırf gösteri devam etsin diye buna sesini çıkarmayan UCI'nin de hiçbir suçu yok zaten! Pis fakir proletaryanın bisikletçileri, bizim elit sporumuza dopingi bulaştırarak bisiklet mitini yıkıverdiler. Öyle mi? İşçi ya da çiftçi ailelerden gelen çocuklara yılda dört milyon euro kazanabileceği bir kapitalist arena kurarsanız onlar da o parayı elde etmek için her türlü maddeyi bedenine basmakta tereddüt etmez. "Pedal işçileri, yolun kürek mahkûmları, bisikletin asgarî ücretlileri" yapmaları gereken ne ise onu yapıyorlar, kendilerinin ve ailelerinin geçimini sağlayabilmek için kan ter içinde pedal basmaya devam ediyorlar. Onlar pedal bastıkça tek kilometre bisiklete binmeden milyonlarca doları, milyonlarca euroyu kasalarına indirenler var. Eleştirecek birilerini arıyorsak Fransa Bisiklet Turu'nu "ticari amaçlı bir spor gösterisi" hâline getiren kapitalistleri eleştirmeliyiz. Marc Augé bölümün sonlarına doğru birkaç satırla dahi olsa bu gerçeği ifade etmek zorunda kalıyor "... sistematik biçimiyle doping, yarışmacıları sonunda ticari stratejilerin edilgin araçlarına dönüştürür." Demek ki neymiş? Doping yapan bisikletçiler "ticari stratejilerin edilgin araçları" imiş!!! O hâlde yazar, bu ticari stratejileri hayata geçiren kapitalistleri "bisiklet mitini yıkmak" suçundan yargılamalıdır, bisikletçileri değil!
Yazar İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra başlayıp 80'li yılların başına kadar uzanan zaman dilimindeki gelişimin ve ilerlemenin nedenlerini doğru tahlil edemediği gibi yıkımın nedenlerini de doğru tahlil edemiyor. Bisiklet sporunun yarattığı miti yıkan, onu insancıl özünden kopararak paralı askerlerin savaş alanı hâline getiren kapitalist ilişkiler çarkına yönelik derinlemesine bir eleştirel analiz yapmıyor. Yahut yapamıyor. Yarışları izlemek niçin bize artık eskisi gibi zevk vermiyor? Aslında o gün çok rahat bir biçimde etabı alabilecek durumda olmasına rağmen takım liderine çalışmak zorunda olduğu için takım yönetimince durdurulan bisikletçiler varken yarışlar nasıl zevkli olabilirdi ki? Saçmalamayın. Bugün bisiklet yarışlarının o eski popülerliği yoksa bunun nedeni doping falan değildir, sizin profesyonel sporun içine soktuğunuz kapitalist ilişkiler çarkıdır. Yazarın çok övdüğü Fausto Coppi bile doping yapıldığını inkâr etmiyor, fakat bu durum onun günümüzde bile bir idol olmasına engel teşkil etmiyor. Dopingden yakalanan Marco Pantani'nin günümüzde bile bir bisiklet efsanesi olmasını doping engelleyemiyor. Her geçen gün bisiklet camiasında Lance'ın itibarının iade edilmesi gerektiğine yönelik sesler artıyor, var olan sesler daha gür çıkıyor. Bisiklet mitini doping yapan bisikletçiler değil, ASO gibi Allah'ına kadar kapitalist organizasyon şirketleri ve onların kullanışlı aparatı, yarışları izlenilmez kılan saçma sapan yarış kurallarının mucidi UCI gibi bürokratik palyaçolar öldürüyor. Bisiklet mitini yıkıma uğratanlar listesi yapacaksanız ilk iki sırada bunlar olacak, son sıralardan birine de doping yapan bisikletçileri vs ekleyebilirsiniz.
Dünyanın Kentleşmesi: Kayıp Şehrin İzinde bölümünde ise son yıllarda iyice semiren şehir aktivistlerinin işine yarayacak pek çok argüman sunuluyor. Mesela yazar modern şehrin çevreci dönüşümü için "... şehri dönüştürmek için yapılması gereken kelimenin tam anlamıyla bir devrimdir." (s43) diyor. Ne büyük bir tespit, ne derin bir teorik bakış açısı. Ayakta alkışlamak dışında yapılabilecek bir şey bulamıyorum! Lenin bunu duymuş olsaydı kışlık sarayı basmaktan vazgeçer, Petersburg'da tekel bayii açar, hafta sonlarında Petersburg Devrimci Bisiklet Sovyetleri ile birlikte critical masslara katılır gününü gün ederdi. Bu devrim teorisini duyan Mao Zedung, işçi-köylü ittifakı ile Çin'e özgü sosyalizm denemesine başlamak yerine ÇKP'yi tamamen tasfiye edip Çin Pedallarımın Altında İnisiyatifi'ni kurarak kitleleri bisikletli devrim saflarında işçi sınıfının çelik disiplini ile örgütlemeye başlardı. Saçmalamayın, devrim şehri dönüştürmek için yapılmaz. Tam tersine, devrim yapmayı başarabilerek iktidarı ele geçirenler şehri dönüştürme hakkına sahip olabilirler.
Devrim bir iktidar sorunudur. Ülke genelinde iktidarı ele geçirmeden devrim falan olmaz, olamaz! Geniş halk kitlelerini devrimci saflarda örgütlemeden devrim yapamazsınız. 1 milyon nüfuslu bir şehirde, nüfusun en az %51'ini bisikletli ulaşım saflarında örgütlemeyi başaramazsan o şehirde bisikletli devrim falan yapamazsın. 6 milyar nüfuslu bir dünyada en az 3.5 milyar insanı bisikletli devrimin saflarında disiplinli bir örgütsel yapılanmanın içinde birleştirmeden bisikletli devrim falan olmaz. Paris'in göbeğinde bisikletli devrim örgütlemeye çalışan Velorution ya da bir başka kitle örgütü, şehir nüfusunun yarısını bisikletli devrimin saflarında örgütlemeyi başaramazsa bisikletli devrimden söz edemezsiniz. Şehirde, ülkede ve dünyada iktidarı meşru yollardan ele geçirmeden şehri, ülkeyi, dünyayı dönüştüremezsiniz. Ayrıca hangi hakla şehri dönüştürmeye çalışıyorsunuz? Bu dönüştürme eyleminizin meşruiyet zemini nedir? Kim size şehri dönüştürme hakkını verdi? Hangi seçime girdiniz, şehri dönüştürme vaadinizi kitlelerin beğenisine sunarak onlardan aldığınız ezici oy çoğunluğuyla şehri yönetme yetkisini kim verdi size? Vermediyse siz hangi maddi gücü kullanarak bu hakkı zorla aldınız? Sizin dönüştürmeyi istediğiniz şehirlerde yaşayan insanlar şehirlerinin dönüştürülmesini istiyor mu? Cevap yok, kapı duvar!!! Olsun, biz yine de aktivistlik yaparak şehir dönüştüreceğiz, yersen!
"Dünya; içinde enformasyon, imgeler, sanat ve moda da dâhil olmak üzere her tür kategoriden ürünün dolaştığı ve takas edildiği bir dünya/şehir haline geldi." (s43-44) Corona virüsünden önce yazılmış bir cümle olmasına rağmen yine de eleştirilecek pek çok yönü var. Birincisi, salgın başlamadan önce de ticaret savaşları yüzünden küreselleşmenin selasının okunduğunu biliyoruz. Ona gelmeden önce de pek çok saygın üniversite küreselleşmenin zararları üzerine binlerce makale yayınladı. Dünya üzerinde her türlü mal ve hizmetin serbest biçimde dolaşımda olması hayali aslında hiçbir zaman gerçekleşmedi, gerçekleşecek gibi de değildi. Sadece böyle bir ütopya üzerinden yaratılan algı ile politik bir illüzyon üreterek kitleleri istenilen yöne sevk etmek amacıyla hareket edildi. Bir süreliğine de olsa yaratılan illüzyon sayesinde başarılı olundu. Ancak küreselleşmeye karşı hızla antitez üretmeyi başarabilen kamucu ekonomilerin baskısı yüzünden küreselleşmenin tabutuna son çiviler çakıldı. Zira Batı'nın icat ettiği küreselleşme olgusu Batı'nın aleyhine çalışmaya başlamıştı. Bu nesnel koşullarda Batı hızla küreselleşme karşıtlığına evrildi. Salgın bu derece içe kapanmalara sebep olmasaydı bile küreselleşmenin sonu çoktan gelmişti. Salgın bu süreci sadece hızlandırdı. Yazarın mal ve hizmetlerin özgürce dolaşıma girebildiği bir dünya tezi, yazarın bu tezi dillendirdiği dönemde de günümüzde de ham bir hayalden öteye gidemiyor maalesef. Ulus devletler ve güçlü sınırlar bütün küresel istinat duvarlarını yıka yıka coşkun akan bir sel gibi dünyanın ekonomik gündemine ilerliyor.
"Büyüleyici küreselleşme gösterisinde kimi zaman varlığını unutma eğiliminde olduğumuz bölünmeleri kentsel dokunun yırtıklarında yeniden buluyoruz." (s44) Öncelikle "büyüleyici küreselleşme gösterisi" diye bir kavramsal bakış açısının hiçbir bağlamda bilimsel yahut felsefi bir söylem olarak ciddiye alınamayacağını ifade etmek istiyorum. Akıl ve bilim dışı kavramlarla düşünerek bilimsel ve akılcı sonuçlara ulaşabileceğimizi düşünmüyorum. Büyü kavramından hareketle herhangi bir toplumsal süreç çözümlenemez. Bir diğer nokta ise "varlığını unutma eğilimde olduğumuz bölünmeler"dir. Küreselleşme kuramcılarına göre bu bölünme alanları "ırk, mezhep, mikro milliyetçilik, cinsiyet, cemaat" gibi Ortaçağ'dan bize miras kalmış yapılanmalardır. Uluslaşma sürecinde ulus oluşumuna engel olan bu bölücü yapılar tasfiye edilmiştir, insanlığın gündeminden çıkarılmıştır. Küreselleşme sürecinde ise bu yapılanmalar tekrar insanlığın gündemine sokulmaya çalışılmış, etnik ve cinsel kimlikler üzerinden toplumsal politika üretmek bir moda hâline getirilmiştir. Etnisitelere ve cemaatlere bölünen uluslar, kapitalizmin ölçüsüzce sömürebileceği bölünmüş kitleleri ortaya çıkarmıştır. Yazarın varlığından neredeyse mutluluk duyarak ifade ettiği " kentsel dokunun yırtıkları"ndan başlayarak bölünen kentler, giderek ulusal bütünlüğün parçalanmasına neden olmaktadır. Ulusçuluk kitleleri birleştirirken küreselcilik kitleleri bölünmeye sürüklemektedir. Bölünmüş bir şehirde bisiklet adına yapılabilecek hiçbir proje sonuç alıcı olmayacaktır. Küresel şehir olarak kabul edilen metropollerin hiçbirinde bisikletli ulaşım hayallerinin gerçekleştirilemediğini görüyoruz.
Küreselleşme kuramcılarına göre dünya bir şehir hâline gelmiştir. İletişim olanaklarının gelişmesiyle birlikte dünya artık yekpare bir şehir görünümüne ulaşmıştır. Küreselleşmeciler buna "dünya şehir" adını veriyor. Küreselleşmenin "dünya şehir tezi"nin eleştirisi ciddiyetle yapılmadığı için dijital iletişim araçlarının gelişmesinin yarattığı illüzyona aldanan teorisyenler de dünyanın artık yekpare bir şehir hâline geldiği tezini kabul ederek kuramsal çözümlemeler yapıyorlar. Küreselleşme yandaşlarının tezlerine göre Burkina Faso'nun herhangi bir şehrinde yaşayan dünya vatandaşı ile Paris'in banliyösünde yaşayan dünya vatandaşının aynı dünya şehirin parçası olduğunu kabul etmemiz isteniyor bizden. Artan iletişim olanaklarının insanlar arasındaki bilgi ve deneyim aktarım hızını arttırdığını inkâr edecek değiliz. Bu apaçık bir gerçek. Fakat artan iletişim imkânları sadece bu iletişim imkânlarına erişim sağlayabilen sınıflar arasında iletişimi artırıyor. Bu iletişim araçlarına erişimi olmayan kitleler için herhangi bir iletişim eşitliğinden söz edemeyiz. Yazar da diğer küreselleşmeciler gibi sınıfsal bakış açısını görmezden gelerek kuramını inşa ediyor. Bu çarpık bakış da çözümlemelerinde hata yapmasına neden oluyor. Dünyanın farklı şehirleri arasındaki gelişmişlik farklarını bir köşeye bırakalım aynı şehrin farklı mahalleleri arasında bile ciddi gelişmişlik farkları var ve bütün istatistiklere göre dünya çapında eşitsizlikler artıyor, gelişmişlik düzeyleri arasındaki uçurum artıyor. Üretim araçlarını elinde tutan sınıflar, sınıfsal üstünlüklerini gelir eşitsizlikleri ile destekleyerek daha şiddetli bir eşitsizlik yaratıyorlar. Yazarın küreselleşme tezi ile hayatın nesnel gerçekliği maalesef birbirine uymuyor.
"Şehir/dünya ile dünya/şehir arasındaki karşıtlık, deyiş yerindeyse, dolaşım araçlarıyla iletişim ve dağıtım ağlarının dünyadaki bütünü gibi tasarlanmış küreselleşmenin görünür mekansal tercümesidir." (s44) Fransız teorisinin hiçbir nesnel dayanağa bağlı olmayan tamamen öznel tanımlamalarına benim kadar alışık iseniz bu cümledeki karmaşayı çözme konusunda oldukça yetenekli sayılırsınız. Anlamaya çalışın, kendinize göre sonuç yargıları çıkarın, çıkardığınız yargılar size makul gelmeyebilir, dert etmeyin. Bunları yazanlar da zaten sizlerin bir şeyler anlamanızı isteyerek yazmıyorlar bu cümleleri. Benim anladığım şu: Dünya/şehir ile şehir/dünya arasında bir karşıtlık var. Bu karşıtlık, benzetme uygun düşerse, küreselleşme kavramının mekânsal anlamda görünürlük kazanan bir tercümesidir, aynı zamanda burada benzetmesi yapılan küreselleşme, dolaşım araçları ile iletişim ve dağıtım ağlarının dünyadaki bütünü olarak tasarlanmıştır. Ne kadar da nesnel bir tanım ama değil mi? İki kere ikinin dört etmesi kadar kesin bir olgu neredeyse. İşte bu tanımda vücut bulan Fransız teorisi, deyiş yerindeyse, sözcüklere takla attıran akademik bilincin kuramsal düzleme yansımasında anlamını bulan aklı putlaştırmayan bireysel analitik çözümlemeler bütününün felsefi derinliğinde yapılan bireysel anlamsal çalışmaların hermeneutik tekniklerle gösteri toplumunun beğenisine sunulmasıdır. Bakınız, biz de teori kasabiliyoruz. Kimse anlamıyormuş, kimseye bir şey anlatmıyormuş, ne gam!
"Kentsel olan her yere yayılıyor ama biz şehri kaybettik. Dolayısıyla, evet, şehirleri şehirlerin dışına atan hareketi tersine çevirerek insanların kendilerinin ve yaşadıkları yerlerin yeniden bilincine varmasına yardımcı olmada bisiklet belirleyici bir rol oynar. Yaşadığımız yerlere yeniden odaklanarak kendimize yeniden odaklanabilmemiz için bisiklete ihtiyacımız var." (s45) diyor yazar. Peki, biz şehri niçin kaybettik? Kime kaybettik? Bizim olan şehirleri elimizden alanlar bunu meşruiyet zeminine oturan bir şekilde mi yaptılar yoksa bu zimmete geçirme işlemi fiili güç kullanılarak hegemonya inşa etmek suretiyle mi gerçekleşti. Antonio Gramschi'ye tek bir cümleyle bile atıfta bulunmadan şehirlerin elimizden alınması sürecini eleştiren her kimse açık bir biçimde sahtekarlık yapmaktadır. Gerçeği eğip bükmek ve çağın çıkar gruplarının menfaatlerine uygun bir üst gerçeklik inşa ederek teorik zemini flulaştırmak sahtekarlıktan başka bir şey değil. Burada bilimsellik aramanın imkanı yok, zira metafor yaratmanın da ötesine geçen bir çarpıtma hareketi var. Gerçek faili gizleyerek suçu muhayyel bir varlığa yükleyip işin içinden sıyrılmaya çalışan bu yaralı bilinç onarılamaz. Zira çıkar gruplarının akademyalarında itibarlı kürsüler ve dolgun maaşlarla satın alınmıştır, görevi kitleleri ahmaklaştırmak ve bilinçlerini yok ederek sömürüye açık hale getirmektir. Yukarıdaki sorularımızdan bir tanesine bile yanıt vermeyen bir tırnak içinde felsefe metni bu. Soru sormayan bir felsefe... Felsefenin temel eylemsel süreçlerinden birini atlayarak yapılan bu felsefe laf kalabalığından başka bir anlam taşımıyor bizler için! Burada soruyu daha kuvvetli ve vurgulu olarak sorma gereği hissediyoruz: Şehirleri elimizden kim aldı, biz kime karşı kaybettik bu şehirleri? Yanıt yok! Kapı duvar...
"Söz konusu olan sadece tesadüfün itibarını iade etmek, kentin hareket kabiliyetini yitirmesine neden olan fiziksel, sosyal ya da zihinsel engelleri kırmaya başlamak ve güzelim 'hareketlilik' sözcüğüne yeniden bir anlam kazandırmaktır." (s46) Şehirde bu dönüşümü sağlayabilmek için meşru bir biçimde iktidarı ele geçirmek ve dönüşümü gerçekleştirecek kadar da iktidarda kalabilmek zorundasınız. Birkaç sivri zekalı aktivistin eylemiyle bunu gerçekleştirebilmeniz mümkün değil. Kitle çizgisini savunan ve kitle kuyrukçuluğu da yapmayan, ciddi bir program etrafında disiplinli bir biçimde örgütlenmiş yapılara ihtiyacınız olacak. Bunun dışında kullanılacak tüm yöntemler yel değirmenlerine karşı savaşmaktan başka bir şey değildir. Don Kişotvâri, toplumsal hazır bulunuşluğu görmezden gelerek şehri dönüştürmeye çalışan merkezsiz bir sivil toplumcu kafayla bunun başarılabilmesi mümkün değil. Şehrin hareket kabiliyetini yeniden kazandırabilmek için o şehirdeki politik ve kültürel iktidarı ele geçirecek yeterli çoğunluğa (critcal mass) sahip olmalısınız, bu çoğunluğa sahip olmadan şehri dönüştürmek için hiçbir şey yapamazsınız, yapmaya çalışsanız da bütün çabalarınız sonuçsuz kalacaktır. Öncelikle o yeterli çoğunluğa ulaşmaya yönelik faaliyetlerle kitleleri bisikletli yaşam saflarında örgütlemenin yollarını bulmalısınız. Şehirde yeterli çoğunluğa sahip olduktan sonra istediğiniz dönüşümü gerçekleştirmeniz mümkün olacaktır.
Yazımızın bir sonraki bölümünde Marc Augé'nin Bisiklet Mucizesi adlı kitabının Ütopya bölümünü inceleyeceğiz, bu bölümde savunulan tezlerin ayrıntılı olarak incelemesini ve eleştirisini yapacağız.
15 Ağustos 2021 Pazar
MARC AUGÉ BİSİKLET MUCİZESİ ÜZERİNE... VOL 2!
Yaşanmış Mit
Kitabın "Yaşanmış Mit" adlı bölümünü yazar üç ara başlığa ayırarak incelemiş. Bu bölümler "Mit ve Tarih", "Kendini Keşfetmek", "Başkalarını Keşfetmek" bölümlerinden oluşuyor. "Mit ve Tarih" bölümünde bisiklet mitini inşa eden tarihsel sürecin yarattığı birikim genel hatlarıyla masaya yatırılıyor. Bu bölümün bilimsel bir bakış açısıyla somut kanıtlar üzerinden yazılmadığını, örnek olaylar üzerinden yapılan bilişsel yorumlarla bisiklete yönelik mitin tarihsel temellerinin açıklanmaya çalışıldığını gözlemliyoruz. "Kendini Keşfetmek" ve "Başkalarını Keşfetmek" bölümlerinde ise bisikletçilik pratiğinin birey ve toplum açısından ne tür kazanımlar sağladığına yönelik yaşamsal örnekler üzerinden teorik yorumlar yapılıyor.
Kitabın bu bölümünde bisiklet sporunun popüler olduğu dönemlere dair yazarın belleğinde yer etmiş örnek olaylar üzerinden çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Bisiklet sporunun parlamasını İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki süreçte özellikle işçi sınıfının bisiklete yönelmesine bağlıyor. Ayrıca İtalya'nın ve Fransa'nın yetiştirdiği büyük bisikletçilerin öyküleri üzerinden bisikletin adı geçen tarihsel süreçte bir mit yarattığı ve bu miti toplumsal hayatta gerçekleştirmeyi başardığı iddia ediliyor. Bölümde bisikletle ilgili filmler, şarkılar, dergiler anılarak bu bisiklet mitini oluşturan kültür üreticilerine de değiniliyor. Ancak bisiklet mitinin yaratılması ve yaşayan bir mit hâline getirilmesinde Fransa Bisiklet Turu'nun yeri ve önemine büyük bir vurgu yapılıyor. Yazarın Fransa Bisiklet Turu'nun bir bellek alanı olduğuna yönelik ifadelerine katılmamak mümkün değil, zira bu tur Fransa ve Fransızlar için sadece bir bisiklet turu değildir, ulusal bir onur simgesidir. Jean François Mignot da Fransa Bisiklet Turu Tarihi kitabında bunun sosyolojik ve ekonomik gerekçelerini ayrıntılı olarak açıklamıştı. Bu bölümde katıldığımız ender yargılardan biri Fransa Bisiklet Turu'nun Fransızlar için bir bellek alanı teşkil etmesidir.
"Mitin doğması için, tarihin onu yaşatması, insanların yaşadıkları şeyin aşmış bir biçimini onda bulması gerekir." (s14) Antropolojik bağlamda mitin inşa süreciyle ilgili çok doğru bir yargıda bulunuluyor burada; fakat bisikletin adı geçen tarihsel süreçte popüler kültürün bir parçası olmasını sağlayan etken olarak mitin öne çıkarılması bilimsel olarak doğru değildir. İkinci Dünya Savaşı ertesinde bisikletin popüler olmasını sağlayan ekonomik ve sosyolojik koşulları önemsemiyor yahut düpedüz görmezden geliyor yazar. Toplumsal yaşamda hiçbir şey nedensizce gerçekleşmez. Toplumsal devinimin birtakım bilimsel yasaları vardır, toplumsal hayatta da tıpkı bilimde olduğu gibi benzer nedenler benzer sonuçları doğurmaktadır. Tabii ki toplumsal yaşamdaki neden-sonuç ilişkisi deneysel bilimlerdeki gibi yüksek bir kesinlik oranına sahip değildir. Ancak ilgili dönemde toplumsal ve ekonomik olarak tarihinde görülmemiş bir yıkım yaşayan Fransa'da insanların bisiklete yönelmiş olmasını anlamlı buluyorum. Hollanda'daki bisiklet dönüşümünün başlamasına neden olan ilk hareketin petrol fiyatlarının artışıyla ortaya çıkmış olması da bizim teorimizi kanıtlıyor. Bir ülkede bisiklet kullanım oranlarının artabilmesi için öncelikle o ülkenin ve daha sonrasında küresel koşulların buna uygun olması gerekir. Bunu reddederek yapılan bütün bisikletli yaşam girişimlerinin yel değirmenlerine karşı savaşmaktan hiçbir farkı yoktur.
Yazarın iddiasına göre Fransa'da bisiklet kültürünün düşüşe geçmesinin nedeni yaşayan mitin kaybedilmesidir. Fransız bisikletçilerin yarışları kazanamamasının nedeni de mitin zayıflamasına bağlanıyor. Tamamen nesnel gerçekliğe aykırı bir bakış açısı bu. Açıklayalım. Yazarımız, emperyalist kapitalist Fransız burjuvazisinin kârı maksimize etme amacıyla sistematik olarak çürüttüğü bisiklet kültürü olgusunu görmezden gelerek çözümlemeler yapmaya çalışıyor. Ayrıca mit yaratma fantezisi yüzünden yeniden tamamen nesnel gerçekliğe muhalif bir bisiklet kültürü miti kurmaya çalışıyor. Tam olarak bu noktada gerçeklikten tamamen kopuyor. Maddi toplumsal temellere dayandığı süreçlerde gelişen ve toplum içinde hızla yayılan bisiklet kültürünün ayaklarını yerden kesip onu mitsel bir sürecin ürünü olarak yeniden yaratmaya çalışıyor. Boşuna bir çaba... İkinci Dünya Savaşı sonrasında yükselen bisiklet kültürü, kendisini yaratan koşullar değiştiğinde doğal olarak ortadan kalkıyor. Fransız burjuvazisinin bu koşulların değişimini hızlandırma noktasında büyük bir gayretinin olduğunu inkâr edemeyiz. Yazar bunu anlamıyor, yahut anlamasına rağmen onu görmezlikten geliyor. Üç büyük otomobil firmasını yaratan Fransız burjuvazisi, savaş sonrasında dünyaya tamamen kapalı bir av alanını andıran Fransa'da bisiklet kültürünün ayakta kalmasına ve giderek güçlenmesine izin verebilir miydi? Fransa'da bisikletli bir yaşam egemen olsaydı ürettikleri beş para etmez arabaları kime satacaklardı?
Ayrıca yazar savaş sonrasındaki toplumsal yapıyı doğru okuyamıyor. Savaş sonrasındaki ekonomik ve siyasi çöküntü Fransa'yı devrime sürüklemektedir. Fransa başta olmakla birlikte tüm Avrupa'da sosyalist partiler hızlı bir yükseliştedir. Buna engel olabilmek için kapitalistler kârlarının bir kısmından feragat ederek emperyalist yağmadan elde ettiklerinin bir kısmını proletarya ile paylaşmayı tercih ediyor. Tabii ki babasının hayrına değil. Devrime engel olmak için... Yükselen ücretlerle birlikte Avrupa proletaryasının ekonomik anlamda alım gücü artıyor. Eskiden alım gücü sadece bisiklet almaya yeten işçiler için bile otomobil ulaşılabilir bir nesne hâline geliyor. Otomobil satın alabilecek bir gelir elde eden işçi sınıfı için bisiklet bir ulaşım aracı olmaktan çıkıyor. Yazar bu süreci anlamıyor, yahut yine görmezden geliyor. Fransa dâhil bütün Avrupa ülkelerinde 60'lı yılların sonundan başlayarak 70'li yılların sonuna kadar geçen süreçte bisiklet kültürünün hızla aşınmasının arkasında yatan neden Avrupalı kapitalistlerin dünyanın geri kalanında yürüttüğü emperyalist yağmadan Avrupa proletaryasına verdiği paydır. Bu aynı zamanda Avrupa'daki devrimci dalganın sönümlenmesine de neden olmuştur. Emperyalist yağmadan işçi sınıfına pay verilmesi olgusu Fransız işçi sınıfını sosyalist devrimci saflardan hızla koparmış, karşıdevrimci bir çizgiye sürüklemiştir. Yaşam şartlarında gözle görülebilir bir düzelme gerçekleşen işçi sınıfı, sadece işçi sınıfı ideolojisine olan retorik bağlılığı için devrim isteyebilir mi? Saçmalamanın âlemi yok. Karnı tok sırtı pek bir işçi niçin devrim istesin? Her devrim onu yaratan somut nesnel koşulların bir ürünüdür.
Yazarın Mit ve Tarih bölümündeki ciddi çarpıtmalarını bir yana bırakacak olursak kitabın Kendini Keşfetmek ve Diğerlerini Keşfetmek bölümlerinde aktarılan bisikletçilik deneyimlerinin ve bu deneyimlerden sadır olan fikirlerinin neredeyse tamamına katılıyorum. Bu kitap bu iki bölüm için bile okunabilir. Yazar Kendini Keşfetmek bölümüne "Mit, anlatıldığı insanların deneyiminde bir yansımasını bulduğunda güç kazanır." (s 24) cümlesiyle başlıyor. Burada anlıyoruz ki bir antropologa konusu bisiklet ve felsefe olan bir metin yazdırmaya kalkarsanız sonuç "bisiklet miti"nin yaratılmasına doğru gidiyor. Mitoloji alanında değerli fakat bisiklet felsefesi bağlamında değil. İlerleyen sayfalarda yazarın bisikleti bir "sonsuzluk deneyimi" olarak tanımlaması da bizi destekliyor. Bölümün sonunu "... bisikletçilik pratiği, aralıklarla da olsa, başkasının farkında olma (bir beklenti biçimi, geleceğe açıklık) imkânı sağlayan, özdeşliğe (zaman içinde belli bir devamlılık) benzer bir şey deneyimlemeye dair bir fırsatıdır." diyerek bağlıyor ki bu yargılara katılmamak elde değil. Bisiklet bireyin önce kendisini sonra da başkalarını keşfetmesine olanak tanıyor, aynı zamanda doğanın içinde bisiklet üzerinde devinen bir varlık olarak insanın dünyayı keşfetmesine de olanak veriyor. "Kendini Keşfetmek" ve "Diğerlerini Keşfetmek" bölümlerinde yazarın ayakları yere basmaya başlıyor, yaratmaya çalıştığı o mitolojik âlemden koparak nesnel gerçekliğin içinde var olan somut bir mekanik âlet olan bisikletin dünyasına geri dönüyor.
Yazımızın üçüncü bölümünde kitabın "Kriz" adlı bölümündeki tezlerin eleştirisini yapacağız. Bizi izlemeye devam edin.
10 Ağustos 2021 Salı
MARC AUGÉ, BİSİKLET MUCİZESİ ÜZERİNE... VOL 1!
Marc Augé'nin Bisiklet Mucizesi adlı kitabına derin bir kazı yapacağız. Derin kazı işlemine başlamadan evvel kitabın adı bize çok ilginç geldiği için ona bakmaya karar verdik. Kitabın Fransızca aslında adı "Éloge de la Bicyclette"! Türkçe karşılığı ise "Bisiklete Övgü"! Birkaç yıl önce, bizim de bu blogda tanıttığımız, Zebraska tarafından basılan Paul Fournel'in Bisiklete Övgü adlı kitabıyla isim benzerliği olmasın diye Türkçe baskısında adı değiştirilerek "Bisiklet Mucizesi" olmuş muhtemelen. Bu yeni başlığın kitabın içeriğiyle çelişmediğini, bilakis uyumlu olduğunu söylemeliyim. Hatta hatta "Bisiklet Mucizesi" adı bu kitap için "Bisiklete Övgü" den daha uygun düşmüş. Kitabın adı ile içeriği arasındaki uyumsuzluğu gideren yayıncılık dünyamızda nadir rastlanan bir isim değişikliği...
3 Temmuz 2021 Cumartesi
TANDEM BİSİKLET ÜZERİNE AYKIRI DÜŞÜNCELER...
İki ya da daha fazla kişinin birlikte bisiklete binebilmesine imkân tanıyan bisikletlere tandem bisiklet denir. Bisikletin üzerindeki aynakollar birbirine bağlı olduğu için iki kişinin aynı anda aynı ritimle pedal çevirmesi gerekir. Tandem bisikletlerde eşgüdüm çok önemli bir sürüş yetisidir. Birbirleriyle uyumu yakalamış bir çift için mükemmel bir araçtır. Pek çok açıdan diğer bisikletler ile farklı özelliklere sahip olması bir dezavantaj değildir. Tandem bisikletin üzerindeki uyumlu bir çift normal bisikletlerden daha hızlı gidebilir.
Didaktik bölümü kısa kesiyorum zira internette tandem bisiklet ile ilgili çok geniş bilgiler içerek kaynaklar mevcut. Mevzu üzerinde derinleşmek isteyen dostlarımız onlardan faydalanabilir. Biz bu yazımızda başlıkta da ifade ettiğimiz gibi tandem bisikletin bizde yarattığı düşüncelere odaklanacağız. Tabii ki tandem bisikletler konusunda derin bilgi sahibi olan arkadaşlarımız bu yazımızda ileri sürdüğümüz düşünceleri daha kolay anlayacaklardır.
Başlayalım.
TANDEM, BİSİKLETİN TOPLUMCU YÜZÜDÜR.
Bisikletin bireysel bir spor olduğu tezine katılmıyorum. Tek başına bisiklet sürmenin erdemlerine de inanmıyorum. Hiçbir bireysel sürüşümden topluluk içindeki sürüşlerim kadar zevk almadım. Toplumsal alanda bireyciliği savunan politik ideolojilerden tiksiniyorum, politik alanda bunlardan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmedim bu güne kadar. Toplumsal alanda bireyciliği savunan biriyle karşılaştığınızda arkanıza bakmadan kaçabildiğiniz kadar kaçın. Onun size verebileceği zararı bir sırtlan sürüsü bile veremez! Tandem bisikletler, bisiklet kültürünün toplumcu yüzüdür. Bisikleti bireysel bir deneyim olmaktan çıkarıp toplumsal bir deneyimin parçası hâline getirirler. İnsan hayatındaki en küçük toplumsal örgütlenme iki kişinin bir araya gelmesiyle kurulur. Tandem bisikletler de iki kişinin tek bir bisiklete binmesini sağlayan araçlar olduğuna göre aynı tandemi paylaşan iki kişi de çekirdek bir topluluk oluşturur. Toplumları bir arada tutan en önemli şeyin uyum olduğunu çok iyi biliyoruz. Tandem bisikletler işte tam olarak bu uyum duygusunu deneyimleyebilmek için var. Tandemin üzerinden düşmemek için uyumlu olmak zorundayız. İçinde yaşadığımız toplumun barış içinde var olabilmesi için de uyumlu insanlara ihtiyacımız olacak.
BİRLİK, BERABERLİK, DAYANIŞMA, UYUM…
Birlik, beraberlik, dayanışma, uyumluluk… Bunların tamamı toplumları bir araya getiren, bir arada tutmaya yarayan erdemlerdir. Tandem bisikletler ise bu erdemlerin tamamının uygulamalı olarak öğrenilebileceği bir araçtır. Tandem bisikletin üzerinde pedal çeviren bir çift insan öncelikle uyumlu bir biçimde pedal çevirebilmeyi başarmak zorundadır. Birlik ve beraberlik içinde pedal çevirerek uzun mesafelere meydan okumaya çalışacaklar. Yolda türlü zorluklarla mücadele etmeye çalışırken ikinin birden daha güçlü olduğunu görerek dayanışmayı da öğrenecekler. Öndeki yorulduğunda arkadaki onu destekleyecek, arkadaki yorulduğunda öndeki görevi devralacak. Böylece birbirlerinin kusurlarını örtmeyi, eksikliklerini gidermeyi öğrenerek birbirlerini yolda taşıyacaklar. Yolda insanın başına her şey gelebilir. Tandem bisikletle yola çıktığınızda başınıza her ne gelecekse tek başınıza değil ortağınızla birlikte göğüsleyeceksiniz. Tandemde gemisini kurtaran kaptan olamaz, bireysel kurtuluş tandemin kitabında yazmaz. Tandem bisikletin kitabında “Kurtuluş yok, bir başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” yazmaktadır. Tandem bisikletin üzerine binen iki kişi mutlaka birlik, beraberlik, dayanışma ve uyumluluk erdemlerini uygulamalı olarak öğrenir.
Birlik, beraberlik, dayanışma ve uyumluluk toplumları yaratan, toplumların devam etmesini sağlayan erdemlerdir. Toplumları oluşturan parçacıkların en küçüğü birey olduğuna göre bu erdemleri öğrenmeye ve öğretmeye başlayacağımız en küçük birimin birey olması gerektiğini görüyoruz. Bireyin kendini içinde yaşadığı toplumun bir parçası olarak kabul edebilmesi için birey olmaktan çıkarak en az iki kişilik bir öbeğin parçası olması gerekmektedir. En alt seviyedeki toplumsal varoluş biçimi, iki kişinin birlik, beraberlik, dayanışma ve uyumluluk içinde yan yana gelmesi ise buna ulaşabilmenin en etkili ve en kolay yolu tandem bisiklettir. Öncelikle birey bu erdemleri tandem bisikletin üzerinde öğrenecek, daha sonra toplumdaki başka bireylere de öğretecek. Böylelikle içinde bulunulan toplumun birlik, beraberlik, dayanışma ve uyumluluk yetileri geliştirilecek. İnsan yapısı bir maddi araç olan tandem bisiklet aracılığıyla toplumun erdemleri kazanması sağlanacak. Bireyciliğe karşı mücadele eden felsefi ve siyasi akımların bu güne kadar tandem bisikleti keşfedememiş olmasını tuhaf buluyorum. Zira bu basit makine tam anlamıyla bireycilik karşıtı bir insan icadı!!! Toplumsal alandaki bireyciliğin seri kâtili!!!
GÖRME ENGELLİ BİREYLER İÇİN FARKLI BİR DENEYİM ARACI…
Tandem bisikletler görme engelli bireyler için inanılmaz deneyimlere kapılar aralıyor. Tandem bisikletler sayesinde binlerce görme engelli, bisiklete binme deneyimini yaşayabiliyor. Gören bir bisikletçi önde (pilot), görme engelli bir bisikletçi (co-pilot) olmak suretiyle görme engelli bireylerimiz de diğer engelsiz bireyler gibi bisiklete binmenin hazzına varabiliyor. Bizim için günlük ve alelade bir etkinlik hâlini alan bisiklete binme deneyimi görme engelli bireylerimiz için sıra dışı bir etkinlik olabiliyor. Görme engelli bireylerimizin toplum hayatı içinde engelsizce yer ala bilmesi için tandem bisikletlerin sayısı arttırılmalı, pilot/co-pilot uygulamasının etkinliği arttırılmalıdır. Ben görememenin bir engel olduğuna inanmıyorum, bu dünyayı görmeden de ömrümüzün sonuna kadar her türlü yaşamsal zevki tadarak yaşayabilirsiniz, yaşayabilmelisiniz. Tabii ki görmemeyi engel olmaktan çıkarak bir toplumsal örgütlenme içinde bu mümkün olabilir. Bisikleti bireysel bir araç olmaktan çıkaran, bisikleti toplumun en küçük parçası olan iki kişinin ortak kullanımına sunan tandem bisikletler görmemeyi bir engel olmaktan çıkarmak amacıyla etkin bir biçimde kullanılabilir. Tandemler, aynı zamanda, görme engelli olmayan bireylerin de görme engelli bireylerle dayanışma duyusunu güçlendiriyor, empatik duyarlılığı arttırıyor.
OKULLARDA AKRAN ZORBALIĞINA KARŞI TANDEM BİSİKLET
Son yıllarda Türkiye’de ve dünyada, okullarda akran zorbalığının artışa geçtiğini gözlemliyoruz. Ülkemizde ve dünyada akran zorbalığına karşı etkin bir biçimde mücadele ermenin çeşitli yöntemleri deneniyor, projeler geliştiriliyor. Toplumda artan bireycilik eğilimleri doğal olarak okullarımıza da yansıyor. Artan toplumsal şiddet, okullarımızda da akran zorbalığı olarak karşımıza çıkıyor. Buna engel olabilmek için tandem bisikletleri okullarımızda etkin bir biçimde kullanabiliriz. Akran zorbalığının en önemli sebeplerinden biri öğrencilerimizdeki empatik bilincin eksikliği olduğuna göre, iki kişinin uyum içinde çalışması ilkesine göre işleyen tekerlekli-pedallı bir makine olan tandem bisikleti kullanabiliriz. Tandem bisikletin üzerinde empati duyusunu geliştiren bir öğrenci kolay kolay zorbalığa eğilim göstermez. Zorbalık yapan bir öğrenci için ise tandem bisiklet bir terapi aracı olarak işlevsel biçimde kullanılabilir. Akran zorbalarının büyük bir çoğunluğunun hiperaktif öğrencilerin arasından çıktığını gözlemliyoruz. Bu öğrencilerimizin fazla enerjilerini tandem bisikletin üzerinde atması sağlanabilirse akran zorbalığı yapmaya enerjileri kalmayacaktır. Aynı mantığa dayanarak enerji patlaması yaşayan ergen öğrenciler üzerinde de etkin bir sakinleştirme aracı olarak tandem bisikletleri kullanabiliriz.
EBEVEYN-ERGEN ÇATIŞMASINDA BİR TERAPİ ARACI OLARAK TANDEM
Tandem bisikleti ergenler arasındaki çatışmaları engellemek için kullanabildiğimiz gibi ebeveyn-ergen çatışmasını engellemek yahut tahammül edilebilir bir düzeye indirmek için de kullanabiliriz. Ergenlik döneminin en büyük sorunlarından biri ebeveyn ile ergen arasında yaşanan çatışmadır, bu çatışma zaman zaman kuşak çatışması biçiminde de olabilir. Bu çatışmaya tamamen engel olmak, tamamen engel olunamıyorsa bu çatışmayı tahammül edilebilir bir seviyeye kadar düşürebilmek için tandem bisikletler araç olarak kullanılabilir. Tandem bisikletler üzerinde uyum içinde çalışmak zorunda kalan ebeveyn ile ergen arasında ortaya çıkan bedensel uyum zaman içerisinde duygusal bir uyumun da kapısını aralayacaktır. Tandemin üzerinde birlikte çalışan, birlikte terleyen, birlikte acı çeken, birlikte düşüp yaralanan anne-baba ile ergen arasında duygusal bir bağın oluşması daha kolay olacaktır. Ergen çocuklarını anlamakta zorluk çeken anne-babalar onları tandem üzerinde daha kolay bir biçimde anlayacaktır. Kişiliğin gerçek yüzü beden yoğun bir baskı altındayken ortaya çıkar. Tandem bisikletle %10 ortalama eğimli bir yokuşa tırmanan anne-baba ile ergenin gerçek kişiliği ortaya çıkacaktır. %10’luk eğimin yarattığı tarifsiz acılar içindeyken tandemin üzerindeki iki insanın da gerçek kişiliği ortaya çıkacaktır. Bu dünyada insanları birleştiren en önemli güç ortaklaşa çekilen acılardır, acıda paydaşlıktır. Ergen ve ebeveyn tandemin üzerinde ortak bir acıyı paylaşarak birleşecektir.
TANDEM BİSİKLETLE EVLİLİK TERAPİSİ
Evlilik terapisi bağlamında da tandem bisikletler kullanılabilir. Gençlere tavsiyemdir, tandem bisikletle uzun bir tur deneyimine sahip olmadan partnerinizle evlenmeyin. Partnerini gerçekten tanımak isteyen kadın ya da erkek onunla birlikte tandem bisiklete binmeyi denesin. Ak koyun kim kara koyun kim tandemin üzerinde ortaya çıkar. Evliliğinde uyum sorunları yaşayan çiftlere de tandem bisikleti tavsiye ediyorum, tandem bisikletler tam size göre bir icat! Evliliğinizde uyum sorunları yaşıyorsanız tandem bisiklet terapisiyle bu sorunları aşabilirsiniz, tandem bisiklet bu sorunlara aşma konusunda da size yardımcı olacaktır. Kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde daima düşüncelerin uyumlu olması aranır, bence çok yanlış! Bedenleriyle mükemmel uyumu yakalayamamış bir çift, düşünce gibi soyut bir kavrama dayanarak ilişkilerini sürdüremezler, zira sürmediğini gerçek hayattaki acı olaylarla görüyoruz. Çiftler tandem bisikletle çıkacakları bir uzun tur sırasında bedenlerinin uyumunu test edecekler, bu uyumu geliştirecekler, yolda karşılaşacakları zorluklara karşı birlikte mücadele etme hazzına erişecekler, birbirlerini taşımayı öğrenecekler, birbirlerine tahammül etmeyi deneyimleyecekler ve her şeyden önemlisi zorluklara karşı birlikte savaşmanın zevkini tadacaklar. İçinde “dayanışma”nın olmadığı bir kadın-erkek ilişkisinin sürdürülebilir olduğuna inanmıyorum. Tandem bisiklet çiftler arasında bu dayanışmanın var olduğunu test edebilmek için muhteşem bir araç! Mesela benim bu düşüncelerimden etkilenen bir arkadaşım bir gün eve kiraladığı bir tandem bisiklet ile gitti. Eşi bu duruma çok sevindi! “Ben sana diyorum ki Muharrem bana bir SUV al, bak herkesin karsı gerine gerine SUV’lara biniyor, jeeplere biniyor, sen bana iki kişilik bisiklet ile geliyorsun, Allah belanı versin Muharrem!” diye bağırıp çağırarak evi terk etti. Arkadaşım Muharrem o gün bu gündür çok mutlu. Tandem bisiklet sayesinde paragöz bir kadından kurtuldu. Bakınız, böyle faydaları da var.
İNSAN KAYNAKLARI İÇİN EKİP ÇALIŞMASI UYGULAMA ARACI
Özellikle son yıllarda şuursuz ve Allahsız kapitalist şirketlerin riyakârlığını gözlemlemek için “ekip çalışması” anlayışına bir göz atmamız gerekir. Çok uluslu kapitalist şirketlerin ahlaksızlıkları yazımızın konusu değil, geçelim. İşimize gücümüze bakalım biz. Ancak şirket içinde “ekip çalışması” süreci bizim konumuza giriyor. Her yıl binlerce dolarlık bir bütçeyi çalışanlarına ekip çalışmasını öğretmek için çarçur eden insan kaynakları bölümlerinin yöneticilerine sesleniyorum: Özel eğitim şirketlerine binlerce dolar kaptırmak yerine şirkete birkaç tane tandem bisiklet alın. Emin olun bu diğerine göre daha az maliyetli ve daha verimli! Bakın “düşük maliyet-yüksek verimlilik” diyorum size. Kölelerinize –pardon çalışanlarınıza- ekip çalışmasını öğretebilmek için tandem bisikletleri etkin bir biçimde kullanabilirsiniz. Uyum içinde çalışmasını istediğiniz kölelerinizi –pardon iş ortaklarınızı- tandem bisikletin üzerinde eğitebilirsiniz. Köle –pardon işçi- seçerken uyumlu ve ekip çalışmasına uygun olanları belirleyebilmek için de tandem bisikleti bir işe giriş sınavı aracı olarak kullanabilirsiniz. Bakınız, ne kadar uyumlu bir köleyim, görüyorsunuz! Anlatmaya gerek yok! Ekip çalışması, uyum vesaire ayağına biz çalışanları bir kat daha sömürebileceğiniz bir aracı (tandem bisiklet) sizlere sunuyorum. Üstelik bu araç eğitim maliyetlerinizi yarı yarıya düşürecek. İş tekliflerinize açığım, özelden bana yazabilirsiniz! Lütfen!
SONUÇ
Bu kadar ironi yeter! Daha fazla zorlamanın âlemi yok. Mevzuyu kısaca özetlemek gerekirse tandem bisikletleri toplumsal hayatın her alanında etkin biçimde kullanabilirsiniz. Birlik, beraberlik, dayanışma, uyum becerisi ve tecrübesi gerektiren her türlü alanda tandem bisikletler mükemmel bir araçtır.